MÜSLÜMANSAN MES’ULSÜN!

YAZAR : Sami BÜYÜKKAYNAK skaynak48@hotmail.com

Mes’ûliyet, geniş ve insan varlığını ilgilendiren bir kavram. Tek başına yaşaması zor olan insan, ister istemez sorumluluk duygusuna sahip olmak zorundadır. Cenâb-ı Hakk’ın kodlamasına göre insan; toplumda bir yeri, bir duruşu olan varlıktır. Bir insan; farz-ı muhal, tek başına bir ormanda dahî yaşasa, onun da bir sorumluluğu vardır. Yaşadığı ormandaki diğer varlıklara karşı mes’ûliyeti vardır. Tabiata, haşerata, hayvanata… Eğer onlara karşı sorumluluğunu yerine getirmezse, yaşadığı orman onun için kabir olur. Ormandaki bir tek insanın bile sorumluluğu varsa, insanlar içerisinde yaşayan, yaşadığı yerde bir konumu, yeri olan insan bir sürü sorumluluğu yüklenmektedir. İnanan bir insanın bütün bunların ötesinde, kendisini var eden Allah Teâlâ’ya karşı sorumluluğu vardır. Onun için inanan insan için en önemli mes’ûliyet, Allâh’a olan mes’ûliyetidir. Bunun ıstılahî karşılığı ittikādır, yani takvâ. Kur’ân’da Cenâb-ı Hak, bunu yüzlerce âyet-i kerîmede vurgular. Zira, Allâh’a karşı sorumluluğunu yerine getirmeyen, yani Allâh’ı unutan insan, en önemli mes’ûliyetini ihmal eder. Bu ihmal, onu zalimliğe, küfrân-ı nimete sevk eder. Allâh’a karşı mes’ûliyetini yerine getirmeyen insan, yaratılış gayesini unutan insan demektir. Allâh’a karşı sorumluluğunu unutan insan; kendi dışındaki tüm varlıklara karşı bırakın mes’ûliyetini yerine getirmeyi, onlara zulmetmeyi, onları yok etmeyi, onları talan etmeyi kendi dünya görüşü, hayat tarzı hâline getirir. Bu insan zalimdir, kâfirdir, fâsıktır, hâindir.

Müslümanın önemli bir mes’ûliyet alanı da Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Ümmet bilinci, ümmet birlikteliği için bu, en önemli sorumluluk alanıdır. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; aynı zamanda Allâh’a karşı mes’ûliyetin nasıl yerine getirileceğini fiilen, kavlen ve takrîren gösteren en önemli mercîdir. Bunun için, Peygamber’e mes’ûliyet aynı zamanda Allâh’a olan mes’ûliyetin yerine getirilmesinin şartıdır. Peygamber’e karşı sorumluluk, Allâh’a karşı sorumluluk bilincinin şekillendiği alandır. Peygamber’e karşı mes’ûliyet; O’nun yaşayan Kur’ân oluşundan hareketle, yaşanılan her çağa taşımaktır. Peygamber’e karşı sorumluluk; «Sünnet» adı verilen, Kur’ân’ın fiilî olarak hayatla buluşmasını sağlayan hayat tarzını kıyâmete kadar gündemde tutmaktır. Gündemden çıkarıldığı zaman, müslüman hayat tarzının da yok olacağının farkında olmak, ona göre duruş sergilemektir.

Müslümanın diğer bir mes’ûliyet alanı, toplumda sahip olduğu konumun, makamın vs. sorumluluğuna sahip olmaktır. Baba ise onun mes’ûliyetini yerine getirecek, anneyse, öğretmense, işverense, işçiyse, amirse, memursa vs. kendisinden istenen sorumluluğa sahip çıkacaktır. Bir evin mes’ûliyeti anne-babadadır. Buna göre maddî ve mânevî mes’ûliyet yerine getirilmiyorsa ailede sıkıntı meydana gelecek ve bu sıkıntı içerisinde huzursuz büyüyen çocuklar, toplumu ifsad eder hâle geleceklerdir. Bugün sokak çocukları gibi bir vâkıa varsa, uyuşturucu mübtelâsı çocuklar varsa; bunun müsebbibi çoğunlukla sorumluluklarını yerine getirmeyen anne-babalardır. «Ailenin ifsadı, toplumun ifsadıdır.» gerçeğini göz ardı etmek mümkün değildir.

Yine öğretmen/hoca mes’ûliyet sahibidir. Kendisine emânet edilen çocukların yıllarını, hiçbir eğitim vermeyip sadece okula gidip gelen bir öğretmen portresiyle hebâ eden öğretmen; mes’ûliyetini yerine getirmeyip, bir neslin zâyî olmasına sebebiyet verebilmektedir. Göreve geldiği an cemaatin profili ve sayısıyla, görevi tevdî ettiği zamanki durum aynı ise, cami imamı, sorumluluğunu yerine getirmemiş, geleceğin inşası için çabalamak gayretinde olmamış demektir.

Aynı şekilde devlet başkanı da mes’ûliyet sahibidir. Hattâ mes’ûliyetin en büyüğü ondadır, denebilir. Tebaasındaki insanlar ona karşı sorumluluk sahibidirler, onun da tebaasına karşı mes’ûliyetleri vardır. Eğer yönettiği toplumda mânen aç insanlar varsa, maddî açlıktan ziyade mânevî rahatsızlıklar ön plândaysa, devlet başkanı bu meselelerin hallinden sorumludur. İnsanların eğitimi salt seküler çerçevede ve mânevî açlık söz konusu ise yönetici bunun tedavi edilmesi için hiçbir adım atmıyorsa, nesli ifsad eden yöneticidir. Nesil bozulmuşsa, ekonomi yerlerde sürünüyor ve insanlar arasında ekonomik olarak çok büyük uçurumlar varsa, bundan öncelikle yönetici sorumludur. Şu da bir gerçektir ki, yöneten Allah ve Rasûlü’nün izini tatbik ettiği sürece, itaate, sorumluluğa müstehaktır. Eğer yolu ve çabası Allah için değilse, hiçbir yönetici, tebaasını itaate zorlayamaz.

Mes’ûliyet, müslümanın bulunduğu her yerde kendisine yüklenmiş bir görevdir. İnsan sokaktan mes’uldür, okuldan mes’uldür, camiden mes’uldür, oturduğu evden, siteden sorumludur. Kısacası var olduğu her yer ona sorumluluk verir. Sokaktaki çöpten, taştan tutun, sigara içen, ağzından küfürler savrulan insandan sorumludur. Cami ahlâkından, camiden çocuğu kovan dededen sorumludur. Sitesindeki sarhoş komşudan, ahlâksız sakinden sorumludur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Önemli olan, bulunulan her yerde müslüman sorumluluğuna sahip olmaktır. Müslümanlar, mes’ûliyetlerine sahip çıktıkları müddetçe âbâd olmuşlar; mes’ûliyetlerinden taviz verdikleri zaman ise, suçu başkalarına atmışlar, ama girdikleri darboğazdan kurtulmak için de mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Mes’ûliyetini yitiren geleceğini yitirmiştir.

Ne mutlu mes’ûliyet şuuruyla hareket edip, geleceğini inşa edenlere…