HELÂL DÜŞÜNCE

YAZAR : Hayrettin DURMUŞ hayrettin_durmus@mynet.com

Helâl kavramını dar sınırların içine hapsetmek ona haksızlık olmaz mı? Helâl dairesi o kadar geniştir ki her şeyi içine alır desek yeridir.

Helâl; Yüceler Yücesi’nin emirlerine uymak, sımsıkı yapışmak, yasaklarından ise doludizgin kaçmaktır. O’nun arazisinde bulunduğumuzu unutmadan; atımızı, suyu bulanık, tadı zehirli haram arazilere sürmeden; sahibimize hürmette kusur etmeden yaşama çabasıdır bir bakıma…

Yatarken uykumuz, gezerken duygumuz, sofrada katığımız, heybede azığımız helâl olmalı. İki cihan güneşi, güzeller güzeli Muhammed Mustafâ -aleyhisselam-’ın;

“İnsanda bir organ var ki eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (Buhârî, Îmân, 39) sözünün hikmeti üzerinde ne kadar düşünsek azdır. Kalbe kan pompalayan damarlarımız helâl gıda ile beslenmezse, nasıl temiz olur o kalp? Kalp temiz olmazsa dil nasıl gül açar? Kelimeler nasıl çiçeklenir?

“Yediği haram, içtiği haram, Allah ne diye o kulun duâsını kabul etsin?” (Müslim, Zekât, 65) ihtarı da aklımızı başımıza getirmeli. Bir lokma haram girdi mi kanımıza, kırk gün temizlenmez vücut ve buruk olur duâlarımız. Biz öyle biliriz.

“Dedesinin yediği ekşi elmadan torununun dişi kamaşır.” diyen atalarımız ne kadar haklı… İmâm-ı Âzam’ın babası Sâbit Hazretleri’nin başından geçen olay meşhurdur. Bahçe sahibinden habersiz ısırdığı bir elmanın hakkını helâl ettirmek için geçen üç çileli yıl ve mutlu son…

Helâl süt emmiş insan evlâdı ararız hayatımızın önemli dönemeçlerinde. Biliriz ki anneler yavrusuna abdestsiz süt vermez. Ömür boyu harama heveslenmesin, tenezzül etmesin kire, pasa, çirkinliğe diye ilk yudumlar en temizinden sunulur bebeğe…

Eskiler eşinden bahsederken; «Helâlim» derdi. Allah adına söz vererek hayatımızı bölüştüğümüz, can yoldaşımıza nikâh ile bağlanırız. Düne kadar tanımadığımız, bize yabancı olan kişi bizim eşimiz, sırdaşımız, can yoldaşımız, helâlimizdir artık.

İnsanız; yanılgıya düşer, hata edersek bir kurt kemirir durur içimizi. Ne zaman ki helâllik dileriz, karşımızdakinden; «helâl-i hoş olsun» sözünü işitiriz. İşte o zaman bizim olur dünyalar. Artık öteki dünyada hafifleyecektir yükümüz.

Bir gün dile gelip bizi ele vermeden; gören gözümüz görmez olur, duyan kulağımız sağırlaşırsa, bülbül gibi öten dilimiz lâl ü ebkem kesilir, berk adımlarda toprağa basan ayaklarımız bir adım bile atmazsa; demek ki yolumuz haram arazilere uğramamıştır. O hâlde bahçeler bizi bekler…

Mevlânâ ne güzel anlatır derdimizi:

“Bal arısı da, yaban arısı da aynı yerden gıdalanır. Fakat birinden zehir, diğerinden bal akar.” İşte bütün mesele bal arısı gibi olabilmekte…

Sadece yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz değil; hâlimiz, her şeyimiz helâl ölçekli olmalı. Düşüncemiz helâl olmalı. Düşüncemiz helâl olmazsa helâl düşünce hilâl de düşer.