MODERN ÇAĞDA ÖĞRETMEN OLMAK!

YAZAR : Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com


Görev yaptığı yeni okulunun yemekhanesindeydi. Bir süredir yemek yerken gözlem de yapma fırsatı oluyordu. Yapılan israfın, çöpe giden güzelim yemeklerin haddi hesabı yoktu. Üstüne üstlük tencerede kalan yemekler de daha önceki sû-i istimaller sebep gösterilerek görevlilerin evlerine götürmelerine izin verilmediği için çöpe atılıyordu! Bir gün yemeğini bitirmiş kalkmak üzereyken yanındaki bir öğrenci;

“–Öğretmenim, siz yemeklerinizin hepsini bitirmişsiniz!” dedi.

“–Evet!” dedi öğretmen şaşkınlığını belli etmemeye çalışarak; “Ben tabağımda hiç yemek bırakmam!”

Bir başka okulda modern eğitim metotlarından pek anlamayan üstelik bilgisayar kullanmayı falan da pek bilmeyen fakat öğrencilerinin her türlü derdiyle dertlenen yaşlı bir öğretmen vardı. Okulunda yemek israfı olmaması için, nöbetçi öğretmenler, çocukların tabldotlarını kontrol ederlerdi. Tencerede kalan yemekler bu bahsi geçen yaşlı öğretmen tarafından her akşam fakir fukarânın evine götürülürdü.

Bir diğer okulda da israf olmaması için yemekler tabldotlara gayet idareli konulur (bu bazen öğrencilerin ve velilerin itirazına sebep olurdu), her şeye rağmen yine de artık kalırsa onlar da ayrı bir çöpe toplanarak hayvan barınaklarına götürülürdü ve çocuklar bu uygulamayı bilirlerdi.

Modern çağda öğretmen olmak; «yok» nedir bilmeyen, yokluk görmemiş, her istediği ebeveynleri tarafından hemen yapılan, özgürlüğüne (!) düşkün, televizyon ve bilgisayar karşısında gerekli gereksiz her türlü bilgiye ulaşan ve bu âletler karşısında sükûnetle değil hızla yaşamayı öğrenen egosu şişmiş bir nesle öğretmenlik yapmak; tabiî ki çok zordur. Merkezî imtihan sistemi uygulamalarının da verdiği stresle çocuklara dersten başka bir şey öğretemeyecek duruma gelen öğretmenler, bu zor nesil karşısında etkisiz kalmaktadırlar. Ya da bizzat öğretmenlerin kendileri ders dışı konularda etkili olmayı hedeflemeyecek kadar mesleklerinden bîhaberdirler.

Oysaki etkili öğretmen olmak tabiî ki öncelikle örnek bir insan olmayı gerektirir, tıpkı ebeveynlikte olduğu gibi. Tabldotunu bitirmemenin normal görüldüğü bir okul ortamında; ihtiyaç sahipleri adına yapılan kermeslerin, savaş mağduru çocuklar için toplanan yardımların çocukları ne kadar süre etkileyeceğini düşünebiliriz ki? İsrafın ne olduğunu bilmeyen çocuklar; zaten paranın gücünü bilmezken, kermese katkı sağlayabilecek, evinde fazladan duran kıyafetlerini yardım için verebilecektir. Bunlar takdire şâyan olmakla birlikte, onlar için çok da zor olmayan aktivitelerdir. Fakat asıl olan, çocuğun bizzat yüz yüze kaldığı bir konuda kendine düşeni yapabilmesidir. Çocuklar yiyebileceği kadar yemek almayı ve aldığı yemeği israf etmemeyi evde ebeveynlerinden okulda da öğretmenlerinden öğrenirler.

Derste telefonu açık olan bir öğretmen, sorumluluk şuuruyla alâkalı ne kadar aktivite yaparsa yapsın etkili olabilir mi? Telefonu çalınca dersi bırakıp konuşan, derse geç giren, yaptığı imtihanı okumayıp erteledikçe erteleyen bir öğretmen sorumluluk şuuruyla alâkalı ne kadar çizelge verirse versin etkili olamayacaktır.

Sınıf ortamında öğrencilerinin olumsuz davranışlarına odaklanıp sürekli şikâyet hâlinde ve hata avcısı olan bir öğretmenin de öğrencileri, sürekli birbirlerini şikâyet eden negatif bir atmosfer oluşturacaktır. Oysaki olumlu davranışların görülüp gündemde tutulup takdir edilip onaylanması, olumsuz davranışları söndürecek en etkili yöntemdir.

Öğretmenler öğrencilerini hatalarıyla, kusurlarıyla kabul etmeli; asla yanlış davranışları sebebiyle onları reddedici bir tutum sergilememelidirler.

“Sen yalancısın, yalan söyledin!” demek onu reddetmek ve onu savunuculuğa itmek iken;

“Bu konuda doğruyu söylemediğin için ne hissediyorsun?”,

“Doğruyu söyleyerek bu meseleyi nasıl çözebilirdin?” demek onu kabul etmek ama yaptığı yanlış davranışa dikkat çekerek ona yardımcı olmaktır. Elbette böyle bir konuyu başbaşa konuşmak da onu utandırıp bizden soğumasına engel olmak için elzemdir. Zira kalbini öğretmenine açamayan bir öğrenci beynini de ona tam açamayacaktır.

Çocuklar tüm insanlardan daha çok fark edilmek, takdir edilmek ve onaylanmak isterler. Sınıfta garip garip davranışlarla sivrilen bir çocuk varsa mutlaka o;

“Beni fark edin, ben de varım, aslında ben de iyiyim!” demek isteyen, sevgiye ve ilgiye aç, otorite mağduru bir çocuktur. Mutlaka olumlu bir davranışıyla (her ne kadar bu davranışı bulmak zor olsa da) onu fark etmek ve takdir etmek problemli davranışları yavaş yavaş azaltacaktır. Olumsuz davranışları mümkün olduğunca görmezden gelmek, olumluları da takdir etmek gerekir.

“En iyisini ben bilirim!”,

“En doğru benimki!” havasında olan öğretmenler, öğrencileriyle arasına zamanla mesafe koyarlar.

“Ben şöyle düşünüyorum ama senin ne düşündüğünü de merak ediyorum; çok farklı fikirler gelebilir yeni nesillerden…” şeklinde yaklaşmak, öğrencileri düşünmeye ve çözüm üretmeye teşvik eder ve öğrenci kendini hem değerli hem de özgür ve özgün hisseder.

Öğrencilerine işe yaradığını hissettirebilen öğretmenler de gerçekten çok kaliteli öğretmenlerdir. Arkadaşlarına ya da bizzat öğretmenin kendisine herhangi bir konuda bir yardımı dokunan öğrenci kendini ispatlamanın bir yolunu bulmuş olacaktır.

Ve tabiî ki iyi bir öğretmen olmanın bir diğer şartı da insan insana iletişimin olmazsa olmazı etkili dinlemedir.

“Bu konuda fikirlerini merak ediyorum gerçekten”,

“Hıı hıı, anlıyorum…”,

“Evet, evet…” gibi gerçekten dinlediğimizi ve ilgilendiğimizi gösteren ifadeler iyi bir dinleyici olmayı kolaylaştırır. Hiç kimse suçlanmak, azarlanmak, eleştirilmek, sorgulanmak vb. için konuşmak istemez; aslında dertli olan herkesin tek bir isteği vardır; birileri onu dinlesin ve anlasın. Bu öğrenciler için de geçerlidir.

Her sorunun cevabını bilen, hiç yanlış yapmayan, dersinde tüm öğrencilerin sessizce durduğu öğretmenler iyi öğretmenler değillerdir. Bilâkis iyi öğretmenler; açık ve dürüst, önemseyen ve değer veren, takdir eden ve onaylayan, öğrencilerine ne kadar da çok ihtiyaç duyduğunu hisseden ve hissettiren, öğrencilerin de kendisine ihtiyaç duyduğu fakat çoğu zaman da kendi kendine bağımsız hareket edebilmek için yeterli özgüveni veren, bilgiyi değil bilgiye ulaşmayı öğretendir. Kalbi öğrenciye açık olan öğretmenin öğrencisinin zihni de; bilgiye, öğrenmeye ve öğrendiklerini uygulamaya açık olacaktır.

Her ne kadar bu çağda öğretmen olmak zor olsa da öğretmenlik her zaman olduğu gibi yine en mukaddes mesleklerden biri durumundadır. Ve bu konuda da yine her konuda olduğu gibi bize muhteşem bir örnek olan «Önderimiz» vardır. O’nun metotları cahil bir toplumdan gökteki yıldızlar kadar değerli olan bir nesil çıkaracak kadar etkilidir. Çağımızda da öğretmenlik mesleğini icrâ edenlerin sık sık O’nun hayatına ve metotlarına dönüp hatırlaması faydalı olacaktır.