Şânlı Mazimizden Seçme Nükteler – HÂLİNİZE MELEKLER HAYRAN

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Şeyh Muhammed Es‘ad Erbîlî -kuddise sirruhû-, 1847 yılında Erbil kasabasında doğdu. Baba ve anne tarafından seyyiddir. Es‘ad Efendi; ilk tahsilini Erbil ve Deyr’de tamamladıktan sonra, 23 yaşında Nakşî-Hâlidî şeyhi Tâha’l-Harîrî’ye intisâb etti. Beş yılda seyr u sülûkunu ikmal ederek hilâfet aldı. 1875’te İstanbul’a gelerek hizmet ve irşâda başladı. Bir süre Beşirağa Dergâhı’nda kaldı, Fatih Camii’nde dersler okuttu. 1888 yılında Fındıkzade’deki Kelâmî Dergâhı şeyhliğine tayin olundu. Sultan II. Abdulhamid Han tarafından Meclis-i Meşâyıh âzâlığına, daha sonra bu meclisin reisliği yani Reîsü’l-Meşâyıh makamına getirilen Es‘ad Efendi; Kenzü’l İrfân, Dîvan, Mektûbat, Risâle-i Es‘âdiyye, Tevhid Risâlesi Tercümesi ve Fâtiha-i Şerîfe Tercümesi gibi çok kıymetli eserler kaleme aldı. Erenköy’deki evinde münzevî bir hayat sürerken, 1930’da Menemen Vak‘ası ile alâkası olduğu ileri sürülerek tutuklandı. Menemen’de askerî hastahânede tedavi gördüğü sırada 3 Mart’ı 4 Mart’a bağlayan gece yarısı vefat etti. Onun zehirletilerek öldürüldüğü şeklinde bir kanaat de vardır. Kabri, Menemen’dedir.

***

Karaman Müftüsü Damburacızâde Hacı Mustafa Efendi şöyle anlatır:

“Dergâhın temizliğini bir gün de ben yapayım diye, gece erken kalkmıştım. Baktım ki dergâh temizlenmiş. Ertesi gün daha erken kalktım, yine temizlenmiş. Ertesi gün biraz daha erken kalktım ve yine dergâhı temizlenmiş gördüm. Hayretler içinde kaldım. «Artık bu gece yatmayayım da bu dergâhı kim temizliyor, göreyim.» diye oturdum. Bir ara oturduğum yerde dalmışım. Birden bire uyandım, kendime geldim. Sâmi Efendi, dergâhı süpürmüş tam çöpü atacakmış. Hemen kalkıp koştum;

“–Müsaade buyurun da çöpü ben atayım.” dedim.

Nezâketle;

“–Siz zahmet buyurmayım efendim, ben atarım.” dedi.

Ben de;

“–Hayır, siz müsaade buyurun.” dedim.

Bu sırada Es‘ad Efendi odasından çıkarak;

“–Durun, durun! Sizin şu hâlinize melekler hayran oldular, ben de yardım edeyim…” deyip teşrif ettiler ve beraberce çöpü döktük.

***

Es‘ad Efendi buyurdular:

“Yüce tarîkatların hangisi olursa olsun, esası ve binası şerîattır. Bir insan söz ve hareketlerini şer‘i şerîfe tatbik etmezse, tarîkatten feyz alamaz. Bu kişi doktorun ilâcını kullanıp perhizine riâyet etmeyen bir hasta gibidir.”

CAMİYE Mİ NAMAZA MI?

Beşinci Abbâsî Halîfesi Harun Reşid, 17 Mart 763’te İran’ın Rey şehrinde doğdu. Hazret-i Abbas’ın yedinci göbekten torunudur. Kardeşi Hâdi ile birlikte Bağdat’taki sarayda ihtimamla yetiştirildiler. Hocalarından on dört yaşına kadar düzenli bir şekilde ders alan Harun Reşid daha sonra da ilimden kopmadı.

779-782 yılları arası Bizans İmparatorluğu’na karşı girişilen seferlerde ordunun başında bulundu. 782’de İstanbul Boğazı’na kadar ilerleyen Abbâsîler iyi şartlarla bir barış anlaşması imzaladılar. Bu başarısından dolayı Harun Reşid’e «er-Reşid» yani doğru yolu izleyen lakabı verildi. 786’da halîfeliğe geçti. Harun Reşid; halîfeliği döneminde, birçok iç problemle mücadele etti. Güçlü devlet idaresi ile; Mısır, Suriye ve Yemen ile doğu eyaletlerindeki ayaklanmaları bastırdı. Harun Reşid’in halîfelik döneminde; Abbâsîler çok büyük askerî, siyasî, kültürel ve ilmî gelişmeler kaydettiler.

Halîfe Harun Reşid, ölümünden evvel bizzat kendi eliyle kefenini hazırladı ve;

“Malım bana fayda vermedi. Bütün saltanatım benden ayrılıp mahvoldu.” (el-Hâkka 28-29) âyet-i celîlesini okuyarak 24 Mart 809 tarihinde Horasan’da vefat etti.

***

Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül Dânâ’ya tembih etti:

“–Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et!” Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıkageldi. Harun Reşid şaşırdı:

“–Behlül bunlar kim? Ben sana; «Namaza gelen herkesi saraya iftara çağır!» diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin…”

“–Efendimiz! Siz bana camiye gelenleri değil; «Namaza gelenleri iftara çağır!» dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sûreyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış…”

BİZİ BÖYLE KIRDIRDILAR

Çanakkale’yi destanlaştıran şanlı gazilerimizden biri olan Mülâzım Ahmet Halit ÜNGÖR’ün, 15 Nisan 1915 tarihli bu hâtırası İslâm düşmanlarının gerçek yüzlerini ortaya koyan acı, acı olduğu kadar da ibretli bir vesikadır:

“Çanakkale’de çarpışıyorduk. Siperlerde bulunduğumuz sıralarda düşman tarafından bir askerin sıçrayarak bize doğru yaklaşmakta olduğunu gördük. Korkusuz bir delikanlıydı bu. Bizim erattan onu görenler arka arkaya ateş ediyor fakat bu askerin bize yaklaşmasına engel olamıyorlardı. Düşmanımız, anlaşılan bize sokularak el bombası atacaktı. Hemen silâhımı doğrultarak ateş ettim. Vurularak yere düştü ve bir müddet debelendikten sonra hareketsiz kaldı. Sürünerek yanına gittiğimde, ölmüş olduğunu gördüm. Fransız üniformalı, zenci bir askerdi bu. Üzerini yokladım, iç cebinde bir şişlik vardı. Elimi üniformasından içeri sokarak onu aldığımda donakaldım. O değil de ben vurulmuştum sanki. Elimde tuttuğum şey sözde düşmanım olan o zencinin kanlarıyla ıslanmış bir Kur’ân’dı.

Ah sömürgeci İngilizler, ah o Fransızlar.”

Ahmet Halit ÜNGÖR, Fransız askeri üzerinde bulduğu Kur’ân-ı Kerîm’in kapağına şunları yazmıştı: (Bu Kur’ân şu anda Âbidealtı Müzesindedir). İşbu Kelâm-ı Kadîm, Çanakkale Muharebesi’nde Kumkale’den ihraç edilen (karaya çıkarılan) Fransızlara ihrac ettiğim 24 saatlik muharebeden sonra bir siyahî İslâm askeri üzerinden çıkmıştır.” 15 Nisan 1915

(Çanakkale’nin Ruh Portresi, İbrahim Refik, s. 138)

03

SUYU DURMUŞ KURU MUSLUK…

Neyzen Tevfik KOLAYLI, 24 Mart 1879’da Bodrum’da doğdu. Çocukluğu Bodrum’da geçti. Daha sonra ailesiyle Urla’ya taşındı. Burada amatör bir neyzenden nota ve usûl bilgileri öğrenerek başladığı ney çalışmalarını, kendi kendine ilerletti. İzmir İdâdîsi’ne girdiyse de bitirmeden ayrıldı. Daha sonra İzmir Mevlevîhânesi’ne ve ardından İstanbul’da Galata ve Kasımpaşa Mevlevîhânelerine devam etti. 1902’de Bektâşî tarîkatından nasip alarak Bektâşî dervişi oldu. Şiire olan ilgi ve başarısında Eşrefoğlu Rûmî’nin ve Mehmed Âkif’in etkisi büyüktür. 1908’den sonra bir süre Mısır’da bulundu 1913’te İstanbul’a döndü. Usta neyzen, 28 Ocak 1953 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Na‘şı, Kartal Mezarlığı’na defnedildi.

***

Bir gün kendisinden bir mecliste ney üflemesi istenir. Davete icâbet eden Neyzen Tevfik; neyini üflemeye başlar, fakat orada bulunanların kendisini dinlemediğini fark eder. Bunun üzerine neyini üflemeyi bırakarak kapının yolunu tutar. Kendisine nereye gittiğini soranlara cevabını bir dörtlükle şöyle verir:

Sanma ciddiyyet ile sarf ederim san‘atımı.
Ney, elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir.
Bezm-i meyde süfehânın «ney»e meftûn oluşu,
Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir.