KOMŞULUK ÖLDÜYSE İHYÂ EDELİM HAYDİ!

YAZAR : Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

İngiltere, Fransa, İsveç, Hollanda, Danimarka, Avustralya, Yeni Zelanda ve ABD gibi ülkelerde; komşuluk ilişkilerini geliştirebilmek için gönüllü hareketlerin olduğunu biliyor muydunuz?

Ben bilmiyordum.

Konuyla alâkalı olarak internette dolaşırken gördüm. «Komşuluk Gözetme Grubu», «Apartman Festivalde» gibi dernekler; «komşuluk günü», «komşuluk haftası» gibi kutlamalarla apartmanlara sıkışıp kalan insanların birbirleriyle tanışmalarını ve birbirlerine sahip çıkmalarını hedefliyormuş. Tabiî ki bu tür faaliyetlerin yapılmasına sebep, artan hırsızlık ve cinayet olaylarına bir çeşit çözüm üretmekmiş. Başarılı da olmuşlar! Ya bizzat kendileri müdahale etmek sûretiyle ya da polisi aramakla mahallelerindeki bu tür suçlarda ciddî oranda düşüşler kaydedilmiş. (Dr. Veli SIRIM, Özgür ve Bilge)

Aklımıza; «mahalle bekçisi», «mahalle imamı», «mahalle bakkalı», «mahalle kahvesi», «mahallenin namusu», «mahallenin muhtarı» gibi kavramlar geliveriyor hemencecik değil mi? «Komşu hakkı», «Komşu komşunun külüne muhtaçtır.», «Komşuda pişer bize de düşer.», «Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.», «komşuanne», «mahalleli», «komşu kızı», «kapı komşu» gibi kavram ve hakikatler sıralanıyor.

Eskiden bizim öyle güzel komşuluklarımız vardı ki! Evde tuz, şeker kalmamış diye hiç dert etmezdik. Komşulardan isteyebilirdik ya da mahallenin çocuklarını bakkala gönderiverirdik. Çocukken komşusu için bakkala gitmekten yorulanlar vardır belki de aramızda. Bizim analarımız; düğünde, dernekte kendi evine sığmayan misafirlerini komşusuna yatıya göndermekten veya komşunun misafirini yatıya almaktan çekinmezdi. El birlik yapılıverilirdi tarhanalar, salçalar, turşular, bulgurlar ve daha neler neler.

Dertlenen, derdi olan rahatça paylaşırdı sıkıntılarını; özellikle mahallenin bilgesi sayılan oturaklı kişilerle. Ve bu kişiler akıl verirdi, stres alırdı da ücret istemezlerdi. Evlenecek olanlar için münasip görülen talipler aranırdı el birlik. Hastaya çorba, yasta olana sofra götürülürdü. Durumu iyi olmayanlara mahallenin bakkalı defter açardı. Uzun kış gecelerinde çat kapı oturmaya gelen komşulara; soba başında badem, ceviz, kuru üzüm, iğde, mısır ikram edilirdi de çocuklar mutlu olurdu. Çocuklar sıkılmasın diye onlara masal anlatılır; kibrit, beştaş, elde ip, isim-şehir oynatılırdı. Büyüklerle birlikte çocuklar da terapi olurlardı. Yaşlılar yalnızlığın kucağında ölmezler; torun torba, konu komşu arasında Kur’ân’la, duayla ruhlarını huzur içinde teslim ederlerdi. Şimdilerde gündüz evdeyken bile kilitli tutulan evin kapıları kilitlenmez, bir yerlere giderken göz kulak olsun diye anahtar komşuya bırakılırdı. Polise, bekçiye ihtiyaç duyulmazdı çünkü mahalleye bekçilik eden delikanlılar olurdu. Hattâ onlar, mahalleye namus bekçiliği bile yaparlardı.

Artık mahalle kültürü yok olmaya yüz tutmuş bir durumda değil mi? Sebep çok katlı apartman dairelerinde yaşıyor olmak mı? Kadınıyla, erkeğiyle çok çalışıyor olmak; çocuklarımızın da çok ders çalışması gerektiğini düşünüyor olmak mı? Her işimizi makineler yapıp duruyorken komşularımızla görüşmeye vakit bulamamaktır belki de sebep. Belki de «hafta içi uygun değil», «hafta sonu rahatsız etmeyelim» anlayışıdır! Bu anlayış bizi Avrupa ülkelerindeki gibi aylar, yıllar sonra evinde ölü bulunan yaşlılar olmaya götüren bir anlayıştır.

Günümüz dünyasında kapitalizmin dokunmadığı yer yok gibidir. Daha çok kazanacağız, daha geniş evlerde oturacağız, daha iyi şeyler yiyeceğiz, daha çok harcayacağız derken insanlığımız ölmek üzeredir. Elbette bu gidişe; «Dur!» demek için hepimizin yapabilecekleri vardır. Rahatsız olmayı düşünmek yerine, memnun olmayı düşünmek belki de ilk adımdır. Paylaşmayı alışkanlık hâline getirmek en önemlisidir. Günümüzde ayıp olan daha başka gerçekler varken olur olmaz şeyleri ayıp ya da incitici telâkki etmemek gerekir. Kapılarımız, komşularımızın her konuda rahatça gelmeyi isteyebileceği kapılar olmalıdır. Empati kurmak; kendimiz için yapılmasını istediklerimizi başkası için de istemek, komşuluk ilişkilerinde de altın kuraldır.

Elbette mimarların, şehir ve bölge plânlamacılarının, belediyelerin ve hattâ hükûmetlerin de yapması gerekenler vardır. Yeniden mahalle kültürüne dönmek, komşuluk ilişkilerini canlandırmak, sitelerde ve rezidanslarda kast sistemi oluşturmayacak yapılaşmaları meydana getirmek hem mimarların hem de yetkililerin işidir. Eskiden olduğu gibi korunmak için polise, ihtiyaç sahiplerine sahip çıkmak için derneklere, borç almak için bankalara, mânevî yardım gerektirecek psikologlara ihtiyaç hissettirmeyecek bir sistem; her mahallenin içinde belki de tekrar var olabilir. Ve bu sistem; huzur, güven ve mutluluk getirebilir.

Bencilliğin, bananeciliğin, çok kazanma hırsının insanlığımızı yok etmesine fırsat vermemek, çağımızın maddî-mânevî birçok derdine ilâç olacak komşuluğu ve mahalle kültürünü ihyâ etmek; bahanelere sığınmadığımız takdirde tamamen bizim elimizde olabilir belki de!

“Nerde o eski komşuluklar!” diye hayıflanıp durmak ya bahanelere sığınmak ya da gerçekten onu istememektir.