KÖPRÜLÜLER DÖNEMİ ISLAHATLARI
YAZAR : AHMET MERAL
Duraklama Dönemi (1579-1699)
Köprülüler; on yedinci asrın en buhranlı dönemlerinde, Osmanlı Devleti’nin gerilemesini, aldıkları sert tedbirler ve yerinde kararlarla durdurmayı başarmış bir vezir ailesidir. Bu ailenin fertleri; Köprülü Mehmed Paşa’nın vezirliğe getirilişinin ardından, Osmanlı devlet teşkilâtının içinde sadece Sadrazam olarak bulunmamış; komutan, Sadâret Kaymakamı ve Kaptan-ı Derya olarak uzun yıllar hizmet etmişlerdir.
Devletin yeniden güçlendirilmesinin, kanun ve nizamların tavizsiz olarak uygulanmasından geçtiğini düşünen bu önemli devlet adamları; devlete çekidüzen vermek için hiçbir sertlikten çekinmemişlerdi. Nitekim kısa vâdede devlet nizamında olumlu tesirleri görülen bu katı tavır, köklü ıslahatlarla kalıcı iyileşmeye dönüşememişti. Çünkü duraklamaya ve çürümeye yol açan sebepler, çok daha geniş kapsamlıydı. Kısacası problemler bataklığında, sineklerle başarılı mücadele geçici çare olmuş; ancak devletin nizam ve intizamı için gerek orduda gerek ilmiye teşkilâtında gerek de ekonomik ve askerî teknoloji alanında birçok yeniliğin yapılması gecikmiş ve bozulan müesseseler arasında âhenk bir türlü kurulamadığı gibi, sosyal ve kültürel yapıda meydana gelen erozyonlar da önlenememişti. Yine de Duraklama Dönemi’nde Köprülüler, devleti eski ihtişamına döndüren hamleler yapmayı başardılar.
En büyük mesele; ordunun eski gücünden uzaklaşması, rakiplerin yeni disiplinli ve mücehhez ordular kurmasıydı. Osmanlı Devleti’nin Avusturya İmparatorluğu’na ilk yenilgisi, 1644 yılında St. Gothard’da olmuştur. Bu savaşın önemi; 17. yüzyılda Osmanlı ordusunun ve askerî bilgisinin, dönemin gelişmelerinin arkasında kaldığını açık bir biçimde göstermesidir. Otuz Yıl Savaşları sonunda, Avrupa ordularının; teşkilâtlanma, eğitim, önderlik, taktik ve malzeme açısından çok büyük tecrübeler ve gelişmeler kazandığı anlaşılmıştır. Köprülü’nün ilk başarıları ve iyimserliğine rağmen, Osmanlı ordusunun; atadan kalma yöntemleriyle, çağın gerisinde kaldığı ortaya çıkmıştır.
KÖPRÜLÜ MEHMED PAŞA (1656-1661)
Köprülülerin ilki Mehmed Paşa; Osmanlı Devleti’nin en zor zamanlarında şartlar sürerek üstlendiği Sadrazamlık yılları boyunca, hem ülke içindeki başıbozuk tavır ve isyanlarla baş etmeye çalışmış, hem de çeşitli yerlere düzenlediği seferlerle zaferler kazanmıştır. Mehmed Paşa, Sadrazamlık yıllarında sert tedbirlere başvurdu; evvelâ ülke içinde kol gezen zorbaları yakalatıp cezalarını verdi. Daha sonra orduya el atarak ocaklarda düzeni sağladı. İstanbul’daki karışıklıklarda; yeniçeri kıyafetine soktuğu hıristiyanlarla müslüman ahaliyi zarara uğratan Rum Patriği’ni idam ettirdi. İstanbul’daki ulemâ sınıfı arasındaki kargaşayı önledi ve bu sınıfın huzurla hizmet görür hâle gelmesini sağladı. Daha sonra Çanakkale Boğazı’nı kapatmış olan Venediklilere karşı harekete geçerek Venediklileri boğazdan attı ve ablukaya son verdi. Venedik işgali altındaki Bozcaada ile Limni adalarını geri aldı. Ardından; Eflâk, Boğdan ve Erdel’deki isyanları ve Anadolu’daki Abaza Hasan Paşa ve celâlî isyanını başarıyla bastırdı.
Köprülü Mehmed Paşa, yaşının bir hayli ilerlemesinden dolayı yorgundu. Bu yüzden Padişah’a kendisine halef olarak Halep Beylerbeyi tayin edilen oğlu Fazıl Ahmed Paşa’yı telkin etti. IV. Mehmed’in kabul etmesi üzerine Fazıl Ahmed Paşa çağrıldı, önce Sadâret Kaymakamlığı’na, babasının Edirne’de vefatının ardından da Sadrazamlığa getirildi. (1661)
FAZIL AHMED PAŞA VE GİRİT’İN FETHİ (1669)
Girit; Ege Denizi’nde stratejik açıdan önemli bir konuma sahip olması sebebiyle, Osmanlı Devleti için alınması önem arz eden bir kale durumundaydı. Fatih Sultan Mehmed zamanından itibaren Doğu Akdeniz’deki adalara birer birer hâkim olan Osmanlı Devleti; Kıbrıs’ın alınmasından (1571) sonra, Afrika’daki toprakları ile İstanbul arasındaki deniz yolları üzerinde bulunan ve Doğu Akdeniz hâkimiyetini tehdit eden Girit’in de ele geçirilmesine büyük önem vermiştir.
Venediklilerin hâkimiyeti altında bulunan ada; uzun süre Ceneviz ve Venediklilere Adalar Denizi’nde rahat hareket alanı sağlamış ve Osmanlı Devleti’nin Ege’nin tamamına hâkimiyetini engellemiştir. Aynı zamanda ada, korsan gemilerine bir üs ve sığınak hâline gelmiş, böylece Anadolu ve Ege kıyıları ile Afrika sahilleri arasındaki Osmanlı deniz ulaşımını tehdit eder duruma gelmiştir. Ayrıca Girit’i üs olarak kullanan Venediklilerin; deniz yoluyla Osmanlı kıyılarına sürekli saldırıda bulunmaları, Osmanlı Devleti’nin 1645 yılında harekete geçmesine sebep olmuştur. Bu tarihten 1669’da Kandiye’nin alınmasına kadar süren Girit Savaşları, Osmanlı Devleti’nin on yedinci yüzyıl boyunca yürüttüğü en uzun harplerden biri olmuştur. Fazıl Ahmed Paşa’nın ısrarlı tutumları sonucunda Venedikliler adayı teslim yoluyla terke mecbur kalmışlardır.
5 Eylül 1669’da Osmanlı Devleti ile Venedik arasında bir teslim ve barış anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre;
1. Kandiye Kalesi bütün cephanesiyle teslim edilecek,
2. Suda ve Esparlonga (Spirna, Longa) ile Granbusa (Karanbasa) palangası Venediklilerde kalacak,
3. Akdeniz’deki Osmanlı adalarına Venedikliler tecavüz etmeyecek,
4. Bosna taraflarında Dalmaçya hududundaki Kilis Kalesi Venediklilere bırakılacaktı.1
Böylece Girit, Fazıl Ahmed Paşa’nın 30 aylık kuşatmasının ardından toplam 245.000 şehid verilerek Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.2 Anlaşmanın imzalanması ve Venediklilerin şehri boşaltmasından sonra kale, 27 Eylül’de törenle Fazıl Ahmed Paşa’ya teslim edilmiştir.
Girit Savaşı, hem Osmanlı tarihi hem de Venedik tarihi için bir dönüm noktası olmuştur. Bu savaşla, Venedik devletinin öncelikle Doğu Akdeniz’de hâkimiyeti sona ermiştir. Osmanlı İmparatorluğu ise Akdeniz’in stratejik açıdan en önemli adasını ele geçirmiştir.
Girit Savaşları, Osmanlı donanmasını da etkilemiştir. Bu savaşlara kadar Osmanlı donanmasının temelini; zayıf, fırtınaya karşı dayanıksız olan, eski çektiriler oluşturmakta idi. Avrupa’da yaygınlaşan yelkenli kalyonlar ise; daha güçlü, daha fazla personel taşıyabilen, daha modern gemiler idi. Osmanlı donanmasında çektirilerden kalyonlara geçişin yaşandığı dönem, Girit Savaşları ile başlamıştır. On yedinci yüzyıldaki bu büyük zafer sonucunda Ege Denizi’nden Akdeniz’e açılmanın kilidi olan Girit; Osmanlı topraklarına katılmış ve süreç içerisinde, Osmanlı kurum ve kuruluşlarının yerleşmesiyle fetih, kalıcı hâle getirilmiştir.
____________________
1 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. III, s. 419, TTK Basımevi, Ankara, 1983.
2 a.g.e., s. 421.