SEVİNÇ ÇIĞLIKLARIYLA DEĞİL SÜKÛNETLE…

YAZAR : Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

Yeni yıl geldiğinde neden sevinilir, sevinç çığlıkları atılır? Neyi kutlar insanlar? Garantisi yokken bir yıl daha yaşayacak olmayı mı? Havaî fişekler altında neyin çığlığı atılır? Bir yıl daha yaşlanmış olmanın bilincinde olanlar zannımızca daha bir sükûnetle karşılar yeni yılları.

“Eski yılda olmadı ama yeni yılda her şey daha güzel olacak!” beklentisiyle daha çok ve güzel yaşamanın ümidi ise insanlarda sevinç çığlıkları atmaya sebep olmaktadır. Hâlbuki yeni yıllar sevinç çığlıklarının atılacağı zamanlar değil sükûnetle ölüm şuuruna bir adım daha yaklaşılması gereken zamanlardır. Çünkü yeni yılda her şeyin daha güzel olacağının garantisi yoktur.

Ölüm hayata anlam katan şeydir, zira her şey zıddıyla kāimdir. Modern insan ise çok yaşamak, genç kalmak için her yolu denemekte; âdeta ölümsüzlüğün peşinden koşmaktadır. İhtiyarlayıp da yatağında ölümü bekleyenlerden başkaları, eceliyle ölmüyormuş gibi düşünülmektedir.

Her ölüm için bir sebep arayan modern insan, hiç ölmeyecekmiş gibi ölüme kafa tutuyor sanki! Gençleşmek için, genç kalmak için tonlarca paralar dökülüyor. Sigorta şirketleri iyi iş yapıyor. Hastahânelerde ölümle yüzleşen hasta yakınları ecel denen gerçekten bî-habermişçesine doktorların üstüne yürüyor.

Ölüm çok soğuk fakat gerçek! Hasta da olsak, trafik kazası yahut iş kazası da geçirsek ölüm bizi bulmuşsa, ecelimizle ölüyoruz. Hastahânede, trafikte, yangında, selde, depremde, savaşta ölsek de ecelimizle ölüyoruz. Hep birilerine, bir şeylere bahane bulmak beyhûde. Hatası olanların hatalarını örtbas etmek gibi bir niyet taşımamakla beraber, sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi tüm sorumluluğu sebeplere yüklemenin anlamsızlığından bahsediyoruz.

Amacımız uzun yaşamak mı? İnsanoğlu için, hayat tatlı elbette! Fakat uzun yaşayanlar çok mutlu da kısa yaşayanlar mutsuz mu? Hayata huzur yükleyen nitelik mi nicelik mi?

Haberlerde, filmlerde, dizilerde korkunç bir durummuş gibi lanse edilen ölüm; hep korkulası bir durum gibi algılansın isteniyor. Oysaki korkuların usûlünce üstüne gitmek doğru iken, böyle bir algıyla ölüm korkusundan da kaçılıyor. Ölüm bilinciyle yaşamanın, ölümü her daim ensemizde soğuk bir nefes gibi hissetmenin terapi edici gücü göz ardı ediliyor.

Hakk’ın rahmetine kavuşmanın neresi korkunç olabilir ki? Hakk’ın rahmetinden kaçmak için mi bunca ölümsüzlük çabaları?

Sanki sadece ömrün gençlik yılları en güzeliymiş gibi davranmanın anlamsızlığı ortada değil mi? Orta yaşların olgunluğu ve oturaklılığı, ihtiyarlığın bilgeliği, hikmeti ve nûru bu yaşları gençlikten daha az kıymetli kılmamaktadır. Materyalist felsefenin yüklediği anlamdan başka bir şey değildir gençliği en güzel zaman addetmek! Hayatı; yemek, içmek, gezmek, tozmak, cinsî tatmin ve güçten başka bir şey değilmiş gibi anlamlandırma çabası materyalizmin bize dayattığıdır.

Hep genç kalmak ve uzun, çok uzun yaşamak arzusu; ölümle barışık olamamanın işaretidir. «Bir yıl daha genç görüneceğim.» diye kozmetiğe tonlarca para dökmenin ve bu stresi yaşamanın anlamsızlığı ortadadır. Evimizi, arabamızı, hattâ çocuklarımızı her türlü şeye karşı sigortalatmak biraz da ölümden korkarak kadere kafa tutmak gibi değil midir?

Biyolojik yaşımızla psikolojik yaşımızın yani kendimizi hissettiğimiz yaşın uyum hâlinde olması, ümitsizlik ve depresyon yaşatmaz. Altmış yaşında birinin kırmızılar giymesi, takıp takıştırması, genç hissettiğini düşünerek genç biriyle tekrar dünya evine girmesi ya da yirmili yaşlardaki bir gencin dünyadan elini ayağını çekmesi gibi uyumsuzluklar; hayat karşısında insanı yıpratan, hayal kırıklığına uğratan vak’alardır. Yaşlanmak, ölüme bir adım daha yaklaştığımızın farkında olmak ve bunu kabullenmek huzur getirir; üstümüze yakışır. Bunun gibi, bir canlı olmanın gereği olarak da ölümlü olduğumuzun bilincinde olmak huzur getirir.

Ölüm şuuru insana bu hayatı daha düzgün ve dolu dolu yaşama gayesi verir. Ölümden ve onu anmaktan korkmak ve kaçmak insanı daha çok rûhî hastalıklara yatkın hâle getirir. Bu yüzden ölümü sık sık hatırlamak, ondan sık sık konuşmak ve onu hayatın gerçeği olarak kabul ederek yaşamak hayata anlam katar ve insanı dünyaya faydası olma gayesine motive eder.

Ölüm gerçeğini kabul eden inançlı insan, bu dünyada faydalı bir şeyler yaparak «öbür dünyaya yatırım yapma» gayretinde, inançsız insan da ölüp yok olup gittikten sonra «bu dünyaya bıraktıklarıyla sonsuza kadar adını yaşatmak» gayretinde olur.

Ölümü konuşmayı tabu olmaktan çıkarırsak belki de günümüz dünyasında yaşanan olumsuzluklara bir ilâç bulmuş oluruz. Yeni yıllar; sevinç çığlıkları atılan zamanlar değil, ölüm bilincine bir adım daha yaklaşılması gereken zamanlar olur.

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?

diyen şair gibi düşünmeye ve ölümle barışık olmaya modern insanın ne kadar da çok ihtiyacı vardır! Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ve ashâbının ifadeleriyle;

“Ölmeden önce ölmek…”,

“Nasihat edici olarak ölümü anmak…”,

“Ölümü çokça hatırlamak…” … modern insanın ve modern toplumun bir çok derdine çare olabilecek kadar terapi edicidir. Sevinç çığlıklarıyla değil sükûnetle karşılanacak nice yıllara…