Şânlı Mazimizden Seçme Nükteler – NAKŞÎ – MEVLEVÎ

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Ali Behcet Efendi, 22 Ekim 1727’de (Hicrî 1140) Konya’da doğdu. Dedesinin yanındaki ilk tahsilinden sonra Karamanlı Abdullah ve Abdüssamed Efendilerden ders okudu. Daha sonra Afyonkarahisar’a giderek Mehmed Alâeddîn Çelebi’den Mesnevî-i şerif, Mektûbât-ı Rabbânî gibi temel tasavvuf eserleri okudu.

Ali Behcet Efendi, çeşitli illerde kadılık yaptıktan sonra 1813’te tekrar Afyon’a giderek Seyyid Burhâneddîn Mehmed Emin Efendi’ye intisâb etti.

1816’da II. Mahmud tarafından İstanbul’a davet edilerek Üsküdar’daki Selimiye Nakşibendî Dergâhı şeyhliğine tayin olunan Behcet Efendi, burada ve civar beldelerde halkı irşad eyledi. Risâle-i Ubeydiyye-i Nakşibendiyye adlı tasavvuf kitabının yanında bir de dîvançesi vardır.

Ömrü boyunca birçok talebe yetiştiren Ali Behcet Efendi, yerine halîfelerinden İbrahim Hayrânî’yi bırakarak 16 Ocak 1822’de (Hicrî 1238) Üsküdar’da vefat eyledi. Kabri, Selimiye Dergâhı hazîresindedir.

***

Ali Behcet Efendi’nin dergâhı civarında oturan Hırka-i Şerif hizmetçilerinden Sadullah Efendi’nin yeni doğan çocuğu hiç ağlamıyordu. Annesi bu hâlden endişelenip kocasından çocuğu Ali Behcet Efendi’ye götürmesini rica etti. Sadullah Efendi; Ali Behcet Efendi’nin âdetini, böyle işler yapmadığını bildiği için, hanımının bu arzusunu yerine getirmedi. Hanımı bunun üzerine çocuğu alıp dergâha kendisi gitti. Ali Behcet Efendi’nin huzûruna müsaade isteyerek girdi ve durumu arz etti. Ali Behcet Efendi, onun bu arzusunu kırmadı ve çocuğu kucağına alarak;

“Sen uslu bir çocuksun. Ana-babanı rahatsız etmemek için ağlamıyorsun. Fakat oğlum, ne yapalım, görüyorum ki annen ağlamıyorsun diye merakından ağlayacak!” diyerek eli ile çocuğun ağzına hafifçe vurdu. Çocuk o andan itibaren ağlamaya başladı. Çocuğu evine götüren hanımcağız bir süre sonra da «çocuk susmuyor» diye Behcet Efendi’ye arz-ı hâl eyledi.

HATTAT DEĞİŞİNCE

Ali Şîr Nevâî, 9 Şubat 1441’de Herat’da doğdu. Horasan ve Semerkant’ta eğitimini tamamladı. Okul arkadaşı Hüseyin Baykara devlet reisliğine geçince Ali Şîr Nevâî’yi yanına alarak önce mühürdarı sonra da veziri yaptı. Bir müddet bu vazifede hizmet eden Nevâî, edebiyat ve şiirde önemli bir isim hâline geldi.

Muhâkemetü’l-lügateyn adlı eseriyle Türkçeye büyük hizmet veren, eserleriyle Çağatay lehçesinin tebârüz etmesine büyük katkı sağlayan şair, kaleme aldığı 50 bin şiirin Türkçe olanlarında «Nevâî», Farsça olanlarında ise «Fânî» mahlâsını kullandı.

Şiirlerinden iki beyit:

İbâdetingga yengi ay bolup ham oldı musallî,
Sipihr atlasıdın salıban hevâga musallâ!..

“(İlâhî!) yeni ay; atlas göğünden havaya musallâ yapıp, iki büklüm olarak (hilâl şeklinde) Sen’in ibâdetine yönelip namaza durdu.”

Çü sindin oldu, kuyaş pençesi ara tola altun,
Saçarga dagı sin itting, kerem anga yed-i tûlâ!

“Güneş, Sen’in kudretinle pençesi arasında altın dolu hâle geldi. Bu altınları saçması için ona tam cömertliği (her tarafa ışıklarını ve bereketini saçma yetkisini) Sen bahşettin.”

Ali Şîr Nevâî, 3 Ocak 1501 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuştu. Kabri, Herat’ta kendi yaptırdığı türbededir.

***

Nevâî’nin gazellerini devrin en iyi hattatları kayda geçerdi. Fakat bir gün kendi hattatı hastalanınca başka bir hattat yazmaya başlar. Bir gün bir mecliste Nevâî’ye;

“Melikü’ş-Şuarâ’nın kendisi de kusur işlerse başkalarından ne beklenir?” diye bir lâf söylenir. Hemen yeni yazılan gazellerine bakan şair, «göz» yerine «kör» yazıldığını görür. Nevâî de bu duruma;

“–Gözümü kör edenler kör olsun!” şeklinde latîfeyle karşılık verir.

UYAN!

Sultan III. Murad Han, 4 Temmuz 1546’da Manisa’da doğdu. Sarayda Enderun eğitimini tamamladıktan sonra Manisa Sancakbeyliğine gönderildi. 1574’te babası II. Selim’in vefatının ardından İstanbul’a gelerek tahta çıktı.

1575’te Lehistan Kralı ölünce ülkede taht kavgası baş gösterdi. Osmanlı Devleti, uyguladığı siyaset ile kendisine tâbî Bathori’yi Leh krallığına seçtirdi.

1578 yılında Osmanlı, Fas’ı fethederek Afrika’nın kuzeyindeki hâkimiyetini kuvvetlendirdi.

Aynı sene İran’a savaş açtı. Padişah, ordunun başına Lala Mustafa Paşa’yı serdar tayin etti. Özdemiroğlu Osman Paşa komutasındaki Türk birlikleri İran’ı Çıldır’da mağlûp etti. Bu savaştan sonra tüm Gürcistan fethedildi. Tiflis, Osmanlı vilâyeti konumuna geldi, Şirvan, Osmanlı topraklarına katıldı. Bu gelişmeler üzerine İran’ın isteğiyle 1590’da Ferhat Paşa Antlaşmasıyla Kars, Tebriz, Tiflis, Gence ve Şehrizur Osmanlı Devleti’nde kaldı.

«Murâdî» mahlâsıyla şiirler yazan III. Murad Han, Fütûhât-ı Sıyâm ve Esrarnâme adlı iki tasavvuf eseri de neşretti.

16 Ocak 1595 tarihinde Sultan III. Murad, İstanbul’da vefat etti. Kabri, Ayasofya Camii avlusundadır.

***

Sultan III. Murad, bir sabah uyanır fakat güneş doğmuş, sabah namazı vakti çıkmıştır. Namazı kaçırma, uyanamama gafletine çok içlenir. Nedâmet hisleriyle dolu şu mısralarla Raûf ve Rahîm olan Rabbine yönelir:

Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.
Azrâil’in kastı cânadır, inan.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.

Seherde uyanırlar cümle kuşlar.
Dil u dillerince tesbihe başlar.
Tevhid eyler dağlar, taşlar, ağaçlar.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.

Bu dünya fânîdir sakın aldanma.
Mağrur olup tâc u tahta dayanma.
Yedi iklim benim deyu güvenme.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.

Benim, Murad kulun, suçumu affet.
Suçum bağışlayıp günahım ref‘ et.
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.

TALEBELERİM AÇ İKEN

Mehmed ÖĞÜTÇÜ Hocaefendi (Gönenli Mehmed Efendi), 1901’de Balıkesir’in Gönen ilçesinde dünyaya geldi. İlk eğitimini Gönen’de aldıktan sonra 1920’de tahsil için İstanbul’a gitti. Serezli Ahmed Şükrü Efendi’den ders aldı.

1927’de İmam-Hatip lisesinden mezun olunca ilk olarak Gönen Çarşı Camii’nde, daha sonra İstanbul’da çeşitli camilerde imam-hatiplik vazifesinde bulundu.

1943’te tutuklanarak Denizli Hapishanesine gönderildi. Mahkemesi beraatla neticelenince serbest bırakıldı.

1954 yılında tayin edildiği Sultanahmet Camii imam-hatiplik vazifesini 1982’de emekli oluncaya kadar sürdürdü. Bu sırada değişik cami ve medreselerde fahrî hocalık yaptı, ders okuttu.

1976’da Üsküdarlı Hâfız Ali Efendi’nin vefatı üzerine boşalan Reisü’l-Kurrâ vazifesini devraldı.

Emekli olduktan sonra da hizmet ve irşad hayatına çeşitli camilerde devam etti.

Muhterem Gönenli Mehmed Efendi, 2 Ocak 1991 tarihinde Fatih Çırçır’daki evinde dâr-ı bekāya irtihal etti. Kabri, Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’ndedir.

Gönenli Mehmed Efendi, bir gün âniden düşüp bayılır. Çağrılan doktor, Hoca’nın her tarafını muayene eder ve hiçbir şey bulamaz.

“-Hocam ne zamandan beri yemiyorsun?” diye sorar.

“–Doktor Bey! Sana söylerim, ama kimseye söylemeyeceksin. Üç gündür ağzıma lokma girmedi. Talebelerim aç iken ben nasıl tok gezerim?”

Hoca’ya bir kâse çorba verirler, kendine gelir. Giderken sessizce konuşmaktadır:

“–Ey yüce Allâh’ım, ben şimdi bu çocuklara ne diyeyim?” O sırada karşısına biri çıkar:

“–Hocam, biz de seni arıyoruz. Al şu parayı çocuklara masraf edersin.”