Ebedî Hayatın Kapısında; ÖMRÜN SON DEMLERİ

YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Kâinatta, canlı-cansız her şey, hikmetine binâen fânî; «bâkî» olan ise, sadece onu yaratan Allah Teâlâ -celle celâlühû-. İnsan mahlûkat içinde «ilâhî nefha»ya mazhar olarak, en şerefli ve en güzel kıvamda yaratılmış bir varlık. Bu fevkalâde yüksek vasfı dolayısıyla; bütün mahlûkat kendisine musahhar kılınarak, yüce Yaratıcı’nın yeryüzündeki halîfesi olma gibi son derece mes‘ûliyetli bir vazife tevdî buyurulmuş. Onun içindir ki, sadece insanın; bir imtihan mesâbesindeki dünyası fânî olmakla beraber, âhireti ebedî kılınmıştır. Ancak, tabiî ki; kendisinin yüklenmiş olduğu mükellefiyete sadâkati çerçevesinde, saâdet veya hüsrana müstehak olarak.

Bir varlığın; ömrü içerisinde, birbirini tamamlayan ve son gününe hazırlayan farklı hususiyetlerde devreleri vardır. Tabiî, varlıkların en mütekâmili olan insanda ise; bu devreler haklar, vazife ve mes‘ûliyetlerle tavsif edilirler. Büluğ öncesi masum olan insan, bu devreden sonra yüklendiği emânetin hakkını vermekle mükelleftir. Bu işi başarmak, nefsânî temâyüllerin kuvvetli olduğu gençlik devresinde daha çetin bir mücadeleyi gerektirir. “Her nimet bir külfet karşılığıdır.” derler. Elbette ki, bu gayretler ne kadar büyükse, âhiretteki semeresi de o nisbette fazla olacaktır. Nitekim hadîs-i şerîflerde;

“Kıyâmet gününde insanın cevaplamadan yerinden ayrılamayacağı sorulardan birisinin, gençliğinde nasıl olduğu (Tirmizî, Sıfâtü-l-Kıyâme, 1) ve Arş’ın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf insandan birisinin de gençliğini Allah yolunda geçiren kişi olduğu… (Buhârî, Ezan, 36)” buyuruluyor. İnsanın dünyadaki son durağı mesâbesindeki yaşlılık devresinde, her ne kadar «nefis» denen azgın at yorulmuş, durulmuş olsa da, yine de dizginlerini sıkı tutup başıboş bırakmamak gerekir. Yoksa insanın âhir ömründe maskara olması işten bile değildir. Âhiretin eşiğinde hâlâ süfliyat bataklığında çırpınmak ise, «gayretullâh»a dokunan bir çirkinliktir.

Hayat boyunca takdir buyurulan her devre, hem ebeveyn hem de bizâtihî mükellef olarak kayda geçen ve ona göre hesabı verilen zaman dilimleridir. İnsan bazen bu devrelerin bazılarında zamanı durdurmak, bazılarında geri almak, bazılarında da atlatmak ister. Ancak, zaman takdir buyurulduğu üzere akar; mukadderat aynen vâkî olur. İnsana düşen sabır, şükür ve tevekkülle boyun eğmek; dengesini bozmadan devam etmektir.

Molla Câmî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri;

“İhtiyarlık gençliğin neticesidir. Netice ise başa bağlıdır. Gençliğini iyi geçirenin, ihtiyarlığını da iyi geçireceği umulur.” buyuruyor. Sağlam binalar, sağlam temeller üzerinde yükselir. Baştan itibaren istikamet üzerinde devam eden bir hayatın makbûliyeti tartışılmaz. Başarılan işe ne kadar zorluklar aşılarak ulaşılmışsa, bedeli de o kadar yüksek olacaktır. Halkın dilinde, son devirlerinde dîne yönelenler için; latîfe kabilinden, «gidecek başka yerleri kalmayınca» diye zikredilmesi, bu gerçeğe atıfta bulunmak içindir. Fırsatlar, elde iken değerlendirilmelidir. Bu gerçeği tebârüz ettirmek sadedinde; «Sonra yaparım.» diyenin helâk olacağını belirten Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“İhtiyarlık gelmeden gençliğin; meşguliyet gelmeden zamanın; hastalık gelmeden sıhhatin; fakirlik gelmeden zenginliğin; ölüm gelmeden hayatın kıymetini bil.” (Hâkim, Müstedrek IV, 306) buyuruyor. Bu cümleden olarak gönül ehli zevât da, iş işten geçtikten sonra, «eyvah»larla dövünmemek için;

“Dün geçti; yarın meçhûl; değerlendirilecek an, bu andır.” buyururlar.

Ömür, pek kısa; zaman, çok çabuk geçiyor; yıllar, saniyeler gibi akıp gidiyor. Ama; nefis, dünyanın bütün «boş»luğuna rağmen, onu tek gaye hâline getirebiliyor. Hem de bu hayatı «bir ağaç altında, kısa bir mola» olarak tarif eden Âlemlere Rahmet Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Bu dünyada bir garip veya bir yolcu olarak bulunun.” (Buhârî, Rikâk, 3) buyurduğu hâlde… Bu yolculukla ilgili olarak Hazret-i İsa -aleyhisselâm-’ın;

“Dünya hayatı bir köprüden geçmektir. İnsan köprünün imarı ile uğraşmak yerine, selâmetle geçmeye bakmalıdır.” buyurduğu rivâyet edilir. Anadolu’muzun gönül sultanlarından Yûnus Emre, bu aldanışı;

Mal da yalan mülk de yalan;
Var biraz da sen oyalan.

diye ifade ediyor.

Hadîs-i şerifte;

“Dünya için, dünyada kalacağın kadar; âhiret için; âhirette kalacağına göre çalış.” buyuruluyor. Aklın yolu bir; ömrün en verimli dilimi olan gençlik yıllarının kemâlât yolunda değerlendirilebilmesi için, fırsatları en iyi şekilde kullanmak gerekiyor. Üstad Necip Fazıl, bu hissiyâtını şöyle aksettirir:

Gençlik gelip geçti… Bir günlük süstü…
Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.
Eser darmadağın, emek yüzüstü;
Toplayın eşyamı, işim acele.

Cemiyette de âdet olduğu üzere; yaşlılık devresi, ömrün hürmete şâyan bir dilimidir. Hele bu, vazifesini de bi-hakkın yapmış; âlemde hoş bir sadâ bırakmışsa. Hadîs-i şeriflerde buyuruluyor ki:

“Yaşından dolayı ihtiyara hürmet eden her gence Allah, yaşlılığında hürmet (hizmet) edecek kimseler müyesser kılar.” (Tirmizî, Birr, 75)

“Bereket büyüklerimizdedir.” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, III, 267)

“Eğer süt emen çocuklar, beli bükük yaşlılar, otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azap sel gibi inerdi.” (Heysemî, X, 227)

Şüphesiz ki; bir cemiyetteki kurulu nizam, onu idâme ettirecek maddî ve mânevî esaslar, bu nizâmı istikbâle taşıyacak nesiller… amel defterleri kapanmayan bu çınarların eseridir.

Cahit Sıtkı, tabiî bir devre olan yaşlılıkla ilgili hüznünü şöyle terennüm ediyor:

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allâh’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz?
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Yaşlılık, modern zamanların bir kâbusu. Ölümden mümkün olduğunca kaçabilmek, gençliği uzatabilmek veya genç kalabilmek için gayr-i meşrû yollar da dâhil, çok çeşitli imkânlar deneniyor. Ama ne için; ne uğruna? Ve ne kadar mümkün? Velev ki olsa bile, bir miktar daha dünyalık için değer mi?..

Nebevî ahlâkı baş tâcı eden sâlih kullar; yaşlılığı, yüce Yaratıcı’yı ve âhireti hatırlatan bir safha olarak görürler. Ölüm de onlar için ilâhî rahmete kavuşma, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efndimiz’le ve O’na tâbî olanlarla buluşma kapısıdır. Allah Teâlâ -celle celâlühû-’nun dînine yardım etmek, O’nun Rasûlü’ne ümmet olmak, O’nun verdiği canı yine O’nun uğrunda fedâ etmek, en tesirli gençlik aşısıdır. Ashâb-ı kiram hazerâtından itibaren asırlardır teselsülen bu dâvâyı güden sultanlar, kumandanlar, askerler… gibi halkın her tabakasından ve her yaştan mücâhidler bu aşk ile coşmuşlardır. Geçtiğimiz günlerde, Bangladeş’te doksan yaşında idam edilen ilim ehlinden Abdülkādir Molla’nın, af talebinde bulunmayarak, şehid olarak dünyadan ayrılmayı tercih etmesi; bu hissiyat sebebiyledir.