İBRET ALMA ve DERS ÇIKARMA SANATI

YAZAR : Aydın TALAY aydintalay@gmail.com

En mühim sermayemiz ve en büyük nimet olan ömür; gün ve gecelerle birlikte akıp geçerken, kanaatimce pek azımız; «ah, vah» etmeden ve; «keşke»leri sıralamadan geçmişimize bakabiliyoruz.

Hâlbuki bizi bizden daha fazla düşünen yüce Mevlâ’mızın; bizleri, diğer bütün varlıklara üstün kılan insan sûretinde ve hele insanların da en mümtazı olmaya talip, müslüman olarak yaratmış olması ne büyük ganîmettir. Vücut kafesini de; akıl, îman, irade, ruh ve sayısız özelliklerle donatmıştır. Ama insan; öfkesine kapılarak, hevesâtına yenilerek yaptığı hataların, yanlışların ne yazık ki çoğunlukla mahkûmu oluyor. İnsanı en güzel şekilde tarif eden Kur’ân-ı Kerîm’i yerli yerinde, anlayıp düşünerek çok okumak lâzım. İnsanın zayıf yaratıldığı, zalim ve cahil olduğu, ısrar ve inatta devam ettiği, her şeyi nefsine mâlettiği… muhtelif âyetlerde ve çarpıcı üslûpla ortaya konulmaktadır. Şüphesiz beşer olarak hatadan berî olmayı, peygamberler dışında kimseden bekleyemeyiz. Ama Cenâb-ı Hakk’ın bahşettiği akıl, firâset, fetânet ve diğer imkânları; yerli yerinde kullanmak sûretiyle hem az hata yapma fazîletine ulaşır hem de huzur ve sükûn içinde hayatımızı sürdürmüş oluruz. İşte bu noktada geçmişten ve yaptıklarımızdan ibret almanın önemi ortaya çıkmaktadır.

Şair ne güzel söylemiş:

Kişi, noksânını bilmek gibi irfân olmaz.

Nefsin en hoşlanmadığı şey de ne yazık ki fert ve toplum bazında olan nefis muhasebesidir.

Merhum M. Âkif ERSOY, Safahât’ında «Kıssadan Hisse» kıt‘asında buna işaret ederken şöyle seslenir:

Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
Târîhi «tekerrür» diye târîf ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?

Hatasız kul olmaz. Hataların tekerrür etmesine de şaşmamalı. İnsan, beşer olması hasebiyle unutma ve yanılma ile mâluldür. Ancak bu husus, kulun elindeki imkânları ve cüz’î iradeyi kullanmasından sonradır.

Yani İslâmiyet’te tevekkül tevessülden (sebeplere başvurmaktan) sonradır.

Bu bakımdan müslüman; sağlıklı, uyanık, dâvâsına bağlı fakat dünya sarhoşluğu ve cehâlet sarhoşluğuna kendini kaptırmayan insandır. Beyin, kalp ve aklımızı Allâh’a bağlayarak ve âhireti bir an bile unutmayarak her şeyden ibret almalı ve ders çıkarmalıyız.

Ders alınacak şeylerden biri de geçmiş kavimler ve âkıbetleridir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Seyahat ediniz ki sıhhat bulasınız.” (Ahmed bin Hanbel, 3/280; Aclûnî, 1/445) buyururken bir yandan sıla-i rahmin, akraba ve dostlarını ziyaret etmenin önemine işaret ediyor; diğer taraftan tarihî eserleri ve geçmiş kavimlerin bıraktıklarını gezip ibret almaya sevk ediyor. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de de, Cenâb-ı Hak geçmiş inkârcı kavimlerin eser ve kalıntılarını incelemeye işaret buyurarak onlardan ders alınmasını emrediyor. Ancak bu eserlerden yeterince ders alabilmek için oralara hazırlıklı ve doğru bilgi birikimi ile gitmek gerekir.

Gezilecek tarihî mekânlarda ziyaretçileri aydınlatması beklenen rehberler de mühim…

Yerli ve yabancı turist rehberlerinin güzel lisan bilgisi yanında, doğru ve yeterince bilgi aktarmaları; bakanlık ve şirketlerin sorumlulukları arasındadır. Böylece kuru kuruya eserleri seyretmenin ötesinde, her birim veya parçasından ayrı bir zevk alınmış olur. Bunun yanında tarihî eserlere yetkili kuruluşlar tarafından tanıtıcı bilgi levhaları konurken; bu bilgilerin yanlı, eksik, hatalı olmamasına âzamî gayret sarf edilmelidir.

Örnek verilmek istenirse Mersin’in Silifke ilçesinde «Cennet-Cehennem» diye tabir edilen mahalde, sadece Lâtin ve Grek isim ve mitolojik tanıtımın ötesinde; burasının Allâh’ın cenneti ile alay eden Şeddat tarafından meydana getirildiği ve depremle yerle bir edilerek 35 metre derinliğe gömüldüğü hususu da yazılsa zahmet mi olur acaba?

Yerli ve yabancı turistler benzer ibâreleri; Denizli-Pamukkale, Antalya-Aspendos ve diğerlerinde de -haklı olarak- görmek ister.

Kendimizi plânlı okuma ve araştırmaya vermekle beraber; okul müfredat programlarında da bu konuya ağırlık kazandırarak ezberciliğin, önüne geçilmiş olur. Böylelikle hayattan daha fazla zevk alınacağı gibi çevreye de daha duyarlı ve faydalı hâle gelmiş oluruz.

İbret ve ders alma konusunda sayılacak o kadar acı örnekler var ki cümleler yetmez. Her pişmanlığın sonunda yeniden süslü lâflarla karar alınıp isabetli hareket edileceğine dair ahd ü peymanlar edilmesi havada kalıyor. Muhasebeden sonra akl-ı selîmle ve ma‘şerî vicdanı sızlatmayacak şekilde harekete karar veriliyor ama kurdun dumanlı havayı sevmesi gibi şer güçler; bu fırsatı kaçırmayarak oyunlara, ibret almak ve tefekküre mâni olmak için sunî gündemler çıkarmaya devam ediyorlar. Hâlbuki sisli bir havada öncelikle etrafı net şekilde görüp sonra hareket etmek gerekmez mi? Gözlerimizin pusunu iyice temizleyip, önümüzdeki perdeyi kaldırmanın çaresine bakarak, ardından hakkı bâtıldan ayırmaya çalışacağımıza; ya hakikati göremiyor yahut görsek bile umursamıyoruz. Bir kısmımız da tam bir kara tablo çizip hiçbir şeyin düzelemeyeceği ye’sinin içine giriyoruz. Hâlbuki pişman ve bedbin olmamak ve hâdiselerden ibret almak için hata ve günahların bizi rahatsız etmesi icap ediyor. Hesapsız, ölçüsüz, mânâsız ve duygusuz bir âlemden gelmediğimiz gibi, içinde bulunduğumuz zerreden kürreye kadar bütün kâinat, çok ince dengelerle işliyor. Ders almak için; sâlim, dünyaya esir olmadan, sık sık nefsimize sualler sormamız ve onu tefekküre sevk etmemiz gerekmiyor mu?

Rabbimiz yüce Kur’ân’da; insanın başıboş yaratılmadığını, Allâh’ın emânetinde olduğunu, yaptığı her işten hesaba çekileceğini buyurarak; öncelikle bakışlarını kendisine çevirip nefsini tanıması gereğine işaret ediyor. Yine muhtelif âyet-i kerîmelerde düşünmeye, akıllı hareket etmeye davet ediliyor. Yeter ki insan; okuduğu, görüp gezdiği yerlere bakıp geçmeyerek derin derin düşünsün. Yûnus Emre merhum bu sebeple der ki:

Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.

15. yüzyılın başında yaşayan Diyarbakırlı tasavvuf şairi İbrahim Gülşenî bakın bu konuyu ne güzel dillendiriyor:

Gaflet ile geçti günün, ah n’ideyim ömrüm seni…
Çün bozuldu bu düzenin, ah n’ideyim ömrüm seni…

Gece-gündüz çalıştığın, hırs u emelle yığdığın,
Kala sensiz hânümânın, ah n’ideyim ömrüm seni…

Terk etmedin bir dem heves, elindeyken almadın ders,
Çünki hevâyadır yönün, ah n’ideyim ömrüm seni…

Zikir budur ey Gülşenî, telkin edelden Rûşenî,
Can atmadın sevdin teni, âh n’ideyim ömrüm seni…

Eskiden hemen her ev veya işyerinde ibret alınacak hususlarda levhalar bulunurdu. Bunlardan birisi de;

“…İbret almak istersen ölüm yeter.” cümlesini ihtivâ ederdi. Kalıcı olmayacak şeylere dalmaktan sakınalım. Cenâb-ı Hak her konuda ibret alacak basîret, doğru düşünecek akıl ve sünnetine bağlı sâlim yol ve amel nasip etsin. Âmîn.