Dergâh, Tasavvuf Mûsıkîsi Açısından Önemli Bir Merkezdi HASAN HÜSÂMEDDİN UŞŞÂKÎ

YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

“Bilmiş ol ki bir kimse, dünyada devlet ile sultan iken, kendi zâtından gafil olsa ve kendinden olanı bilmese, öbür âlemde ne bilmiş ola! Zira gafletle, kendi vücudunda olan hidâyeti, emâneti ve hazîne-i saltanatı bilmiyor… Ey gönül! Sana olan hidâyeti bil, âsî olup sultan hazinesini yabanlara harcetme! Âdem’den gafil olma! Sultan defterine yanlış huruf katma! Gözsüz-kulaksız olma, basîr ve semî‘ ol! Dostunu bil, düşmanından hazer eyle ki, âhir (sonunda) sana zararı dokunur!”

***

Bu ay sizlere;

“Ey gönül! Nefse kul olma, zira bu seni pek çok temâşâ ve devletten mahrum kılar!” diyerek, nazarları nefsin tuzaklarına işaret eden bir Allah dostunu;

“Her gördüğünü adam sanma, sana zararı dokunur!” buyurarak, dost seçiminin ehemmiyetine dikkat çeken bir gönül sultanını; Hüsâmeddin Uşşâkî Hazretleri’ni tanıtmaya çalışacağım.

İRŞAD HİZMETİNDE 50 YIL!

Hasan Hüsâmeddin Uşşâkî Hazretleri; 1475 yılında şimdi Özbekistan sınırları içinde bulunan, Buhara şehrinde dünyaya geldi. Babası, ticaretle iştigal eden Hacı Teberrük Efendi’ydi. İlk dînî bilgileri babasından almış, onun ölümünden sonra ticaretle uğraşmaya başlamıştı. Bu sırada gördüğü bir rüyada kendisinden; Batı Anadolu’nun tarihî şehirlerinden Uşak’ta bulunan Halvetî şeyhlerinden Emir Ahmed-i Semerkandî’nin mânevî terbiyesine girmesi, ona intisâb etmesi istenmişti. Bunun üzerine miras payını kardeşi Mehmed Çelebi’ye bağışlayarak Uşak’a yöneldi. Orada, adı geçen mürşide bağlanan Hüsâmeddin Efendi; Semerkandî’nin vefatı üzerine, 1524-1525 yılları civarında Halvetî dergâhına postnişîn olarak, irşad vazifesini devralmıştı. Sahip olduğu ilmî kudreti ve mânevî şahsiyetiyle; şöhreti Uşak sınırlarını aşarak civardaki yerleşim alanlarına da yayılmış, bölgede aralıksız 50 yıl halka hizmette bulunmuştu.

«TAHTA ŞU GÜN GEÇECEKSİN!»

1574 yılı sonlarıydı… Şeyhin yaşı yüze dayanmış, pîr-i fânî olmuştu. O tarihte Osmanlı tahtında Sultan II. Selim oturuyor, oğlu Şehzade Murad ise Manisa’da sancakbeyi olarak bulunuyordu. Şehzade; bir gün Uşşâkî Hazretleri’ne bir haberci göndererek, Cenâb-ı Hakk’ın tahtı kendisine nasip etmesi için duâ etmesi ricasında bulundu. Hazret’in huzûruna kabul edilen haberci, henüz şehzadenin mektubunu kendisine vermeden, şöyle buyurdular:

“Murad İstanbul’a hareket etsin. Aralık ayının filân günü saltanat tahtına oturacak!”

Haberci Manisa’ya dönüp, şehzadeye vakit geçirmeden Dersaâdet’e hareket etmesi gerektiğini söyleyince, yol hazırlıklarına hemen başlandı. Şehzade aynı saatlerde, -acele kaydıyla- İstanbul’dan da çağrılmıştı. Balıkesir’e gelindiğinde, Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın gönderdiği elçilerle karşılaştı. Elçilerin mektubunda; babası II. Selim’in vefat ettiğini, ölüm haberinin halktan gizlendiğini, kendisinin tahta çıkarılmak üzere davet edildiğini öğrendi. Bir-iki gün içinde İstanbul’a gelen şehzade, Uşşâkî Hazretleri’nin haber verdiği zamanda (Aralık 1574) Sultan III. Murad nâmıyla tahta geçmişti.
***
Bu sözün gerçekleşmesi üzerine, padişah tarafından İstanbul’a davet edilen Uşşâkî Hazretleri; Dersaâdet’e geldi ve Aksaray’da kendisine tahsis edilen bir konağa yerleşti. Fakat bir süre sonra ziyaretçilerinin çoğalması üzerine, Sultan’dan izin isteyerek Uşak’a dönmeyi talep ettiyse de bu arzusu kabul edilmedi. III. Murad, şeyhe Kasımpaşa’da bir tekke yaptırarak, kendisinin bu sakin semtte ikāmetini sağladı. Hüsâmeddin Uşşâkî Hazretleri; sonraki yıllarda Uşşâkiye tarîkatının âsitânesi olan bu tekkede, ölümüne kadar irşad görevinde bulundu.

KOCAMI ÇIPLAK GÖRDÜM!

Uşşâkî Hazretleri’nin dervişlerinden biri; Eyüp Sultan Hazretleri türbesinin yakınlarında, vîrâne bir evde kalıyormuş… O yıllarda Eyüp Sultan Camii’nin imamı olan bir zât da onun mânevî makamına vâkıf olmuş, her gün yiyeceğini temin ediyor, ona bakıyormuş. Bir gün derviş;

“Hocaefendi, senin bana çok hakkın geçiyor; bu gece yatsıdan sonra, seni mânevî bir cemaate götürsem, gelir misin?” deyince, hoca bu daveti hiç tereddüt etmeden kabul etmiş. Yatsıdan sonra birlikte Uşşâkî Hazretleri’nin Kasımpaşa’daki dergâhına gelmiş, gecenin geç saatlerine kadar Hazret-i Pîr’in zikir meclisine katılmışlar. Bir ara malûm derviş;

“–Efendim, bu hoca bana çok hizmette bulunuyor, zât-ı âlîniz bu zâta bir himmet etseniz…” ricasında bulunmuşlar. Hazret-i Pîr, kısa bir murakabenin sonunda;

“–Rüya tabiri makamını, hocaya vermek istiyorum!” demiş, ardından hocaya dönerek;

“Size rüya tabiri makamı verildi!” buyurmuş…

İki arkadaş, sabaha yakın dergâhtan çıkarak Eyüp Sultan’a yetişmişler. Namaz sonrası evine dönen hocaya, tam kuşluk üzeri bir hanım gelmiş ve rüyasının tabirini istemiş. Kadın, rüyasında kocasını çırılçıplak gördüğünden söz edince, Hoca;

“Başın sağ olsun, el-hükmü lillâh!”1 cevabını vermiş, kadın da gitmiş…

Meğerse kadının kocası, bir gün önce bir iş seyahatine çıkmışmış… Birkaç gün sonra da vefat haberi alınmış… Hoca’ya, bu hükme nasıl vardığı sorulunca şu cevabı vermiş:

“Allah -celle celâlühû-, yüce Kur’ân’da;

«…Onlar sizlerin örtüleri, sizler de onların örtülerisiniz…» (el-Bakara, 187) buyuruyor. Kadının kocasını çıplak görmesi, kadının örtüsünden sıyrılmasına, yani kocanın fânî âlemden göç edeceğine işaretti!

CEHENNEM İÇİNDE CENNET!

Bir gece âsitâne; yatıya kalan konuklarla dolup taşmış, öyle ki dergâhın kahve nakîbi Sefer Dede’ye bile yatacak yer kalmamıştı. Bu durumdan sıkılan dede, şeyhin huzûruna çıkıp, misafirin çokluğundan kinâye şöyle sormuştu:

“–Ben nereye yatacağım, nereye gideceğim efendim?”

Şeyhin tepkisi sert olmuştu:

“–Cehenneme git!”

Hâle rızânın kemâline can atan Sefer Dede hiç itiraz etmeden;

“–Eyvallah efendim!” demiş ve tekkeden çıkarak sokağın yolunu tutmuştu.

“Pîr sözü boşlukta kalmaz!” diye düşünmüş ve;

“Yâ nâru kûnî berden ve selâmâ!”2 âyetini okuyarak, Kasımpaşa’daki bir hamama girmiş, tellâkların şaşkın bakışları altında külhana dalıvermişti… O kızgın ateşlerin arasında âdeta gül banyosu yapan Sefer Dede’den o gün şu sır zâhir olmuştu:

“Eğer Allâh’a, Rasûlü’ne ve O’nun gerçek vârislerine tam teslim olabilirseniz, size cehennem bile cennet olur!”

SIKINTIYI YOK ET!

1593’te hacca niyet eden, fakat hac dönüşü Konya’da hastalanıp, 118 yaşında orada âlem-i rahmete hicret eden Uşşâkî Hazretleri’nin cenaze namazı; bu mübârek şehirde kılınıp, vasiyeti üzerine İstanbul’a getirilmiş ve Kasımpaşa’daki âsitânesinde sırlanmıştı.

Aradan üç asır geçmiş, bir deprem yüzünden Hazret’in türbe ve dergâhı harap olup çökmüş, kabir sokak zemininden çok aşağıya kaymış, makberine yağmur suları dolmaya başlamış. Dönemin hükümdarı Sultan II. Abdülhamid Han, bir gece rüyasında Uşşâkî Hazretleri’ni görmüş. Hazret rüyada Sultan’a şöyle seslenmiş:

“Kabrimdeki mahzûru izâle et!”

Sultan uyanınca, hemen yakını Hacı Ali Paşa’yı huzûruna çağırmış ve rüyasını ona anlatarak, dergâh ve türbenin yerini bulmasını istemiş. Dergâhın yeri bulunmuş, deprem ve su baskınından sonra vaziyetinin yıkık dökük bir durumda olduğu kendisine bildirilmiş. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid Han, türbe ve dergâhın yeniden yaptırılmasını emretmiş… Ancak, Cumhuriyet döneminde; türbe, hazîre ve cümle kapısı dışında kalan bölümler yeniden harap olmuş, bir müddet sonra da tekkenin tevhidhâne, selâmlık ve harem bölümlerinin enkazı ortadan kaldırılarak, üzerine bir ilkokul inşa edilmiş!

***

Âsitâne, tasavvuf mûsıkîsi açısından da önemli bir merkezdi. Tekkenin son zâkirbaşısı, dönemin ileri gelen mûsıkîşinaslarından Kasımpaşalı Cemâleddin Efendi’nin talebeleri arasında; Hâfız Kemal, Sadettin KAYNAK, Sadi HOŞSES ve Kemal BATANAY gibi ünlü bestekârlar bulunmaktadır.

_______________

1 Allâh’ın hükmüne râzı ol!
2 Ey ateş serin ve selâmet ol! (el-Enbiyâ, 69)