Cemiyetin Saâdeti İçin; MESUT AİLE YUVASI

YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Aile; Allah Teâlâ’nın emrine uymak, rızâsını kazanmak ve cemiyete sâlih nesiller kazandırmak niyetiyle kurulur. Buradaki niyet, şimdi yaygınlaştığı şekilde; “Hele bir evlenelim de, geçinemezsek boşanırız.” gibi gayr-i ciddî değil; «Ebedî hayata da beraber başlamak» şeklinde hâlis bir düşüncenin tezâhürüdür. Bu yönüyle aile; cemiyeti rahmet meltemleriyle huzura kavuşturacak, farklı kuşaktan nesillerin eğitim gördükleri bir mekteptir. Bununla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de;

“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (et-Tahrîm, 6);

“(Rahmân’ın has kulları) «Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!» derler.” (el-Furkān, 74) buyuruluyor.

Ailenin saâdeti, nesillerin sağlığı ve cemiyetin huzuru için en büyük felâket; zinâ ve fuhuştur. Dînimizde; değil bu fiillerin irtikâb edilmesi, onlara yaklaşılması bile men edilmiştir. En ağır, caydırıcı cezalar bu suçlar için takdir buyurularak; insan haysiyet ve şerefinin korunmasının her şeyden önce geldiği vurgulanmıştır. Bu sebepledir ki; ilk halîfe Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- bir hutbesinde; “Fuhuş yayıldığı takdirde, belâların umumîleşeceği…” hususunu ikaz buyuruyor. Onun için İslâm cemiyetlerinde «mahremiyet» mevzuuna âzamî dikkat gösterilmiş; bu yüz karası fiillerin yolunun tamamen tıkanması hedeflenmiştir.

Osmanlı cemiyetinde; evlerin avlu kapılarına bir hanımlar, bir de erkekler için, farklı ses veren büyük ve küçük iki kapı tokmağının konulması, bu husustaki hassâsiyetin zarif bir örneğidir.

Osmanlı’daki aile saâdeti ile ilgili, birçok Avrupalı edibin gıpta ile kaydettikleri müşâhedeleri vardır. Bunlardan Dr. A. Brayer’in bir tesbiti şöyledir:

“Osmanlı’da çocuklar, yetişip olgunluk çağına geldikleri zaman; ana ve babalarının yanlarında bulunmakla iftihar ederler. Oysa diğer memleketlerde çok defa çocuklar; olgunluk çağına girer girmez, ana ve babalarından ayrılırlar.”

Bir diğer edip Pierre Loti de şunları kaydediyor:

“Dünyanın hiçbir evinde, bir erkek hanımına bu derece saygılı ve hayran olamaz. Bu gerçeğin sırrı; Türk evinin, kadını tarafından hazırlanışındadır. Kadın; evine o kadar düşkün, temizliğine o kadar meraklı, kocasının ev hasretini giderecek öylesine bir zekâ ve eğitime sahiptir ki; evin erkeği akşam üzeri büyük bir hasretle kapıdan girer. O kadın; içki, kumar ve dış dünyayı bilmez. Dış dünyayı bilmeyen Osmanlı kadını, tecessüs illetinden de kurtulmuş olur. Evinde mesut bir hayat yaşar. Kavga-gürültü nedir bilmez. Gönlünü Allâh’a, kocasına, çocuklarına bağlar. Zihnini fuzûlî şeylerden koruduğu için rahat ve huzurludur. Dolayısıyla ahlâklıdır.” (M. Oruç, Türkiye gazetesi, 8. 12. 2001)

Ancak şurası bir gerçektir ki; İslâm âlemi, son asırlardaki «mağlûbiyet» hâlet-i rûhiyesi ile, İbn-i Haldun’un tesbitinde de olduğu üzere, «galiplerin taklidi» illetine dûçâr oldu. Dünyevî (seküler) cereyanlar, müslüman cemiyetlerin içtimâî bünyelerinde, çılgın sellerin arazide yaptığı tahribat misâli, fevkalâde derin aşınmalara sebebiyet verdi. Avrupa’ya olan bu perestiş, millî değerleri tamiri zor şekilde yozlaştırdı. Gerçi bağımsızlık kazanıldı ama; Cemil MERİÇ’in «müstemleke komiserleri» diye adlandırdığı, yerleştikleri veya yerleştirildikleri mevkîlerde batı adına icraat yapan, onlar gibi düşünen nesiller türedi. Artık, kadın dernekleri, siyasî parti mensupları, sivil toplum kuruluşları… gibi bazı kesimlerin temsilcileri; zinâ fiiline sembolik bir ceza gündeme gelse, kürtaj cinayetine bir sınırlama düşünülse, alkol kullanılmasına batı standartlarında bir düzenleme bahis mevzuu olsa… yollara dökülüp protesto ediyorlar; sapık cinsî temâyüllere bile hoşgörü talebinde bulunuyorlar. Televizyonlar için yapılan film ve dizilerde, batı tipi hayat tarzı âdeta dayatılıyor. Hususiyle genç beyinlere hitap eden okul dizilerinin muhtevâsı; cinsî yakınlıklar ve havâîlikten ibaret.

Yakın zamanların kontrolsüz gücü hâline gelen internet ise, aileler için ayrı bir tuzak. Hüviyetin ve şahsiyetin maskelenerek temasların yürütüldüğü bu haberleşme vasıtası ile; birçok aile ferdinin kandırılarak tuzağa düşürüldüğü; hattâ birbirleriyle randevulaşan bazı kişilerin, karşılarında eşlerini ve çocuklarını buldukları, kan donduran hâdiseler cümlesinden.

Ziya Paşa’nın;

Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde!

demesi misâli; bu menfî gidişâtın neticesinde, aile müessesesi de büyük yaralar aldı. Bu cümleden olarak; boşanma nisbetleri gittikçe artıyor, evlenme yaşı yükseliyor, bazı mihraklarca da teşvik edilen gayr-i meşrû hayat yaygınlaşıyor, yaşlılar şefkat ve sevgiye en muhtaç oldukları bir zamanda huzurevlerine terk ediliyor, çeşitli sebeplere bağlı aile fâciaları haber bültenlerinde daha sık yer alıyor…

Mâneviyat boşluğuna bağlı olarak; batıda boşanma hâdiseleri, tabiî daha fazla. Bu nisbetler ABD’de % 52, Avrupa’da % 30-50 civarında. Hızla bu seviyelere doğru yol alan ülkemizde; 2007’de 94.219 olan boşanma rakamı, 2012’de 123.325’e yükselmiş. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın tesbitlerine göre; son 10 yılda boşanma nisbeti % 63 artmış. 2005-2011 yılları arasında 3 milyon 700 bin evlenme, 604 bin boşanma hâdisesi vukû bulmuş. Yılda 500-600 bin evlilik, 100-200 bin boşanma oluyor.

Çöken bir aile müessesesinde, enkaz altında kalan yaralı-bereli fertlerin her birisi bir meçhûle savruluyor; kısacık ömrün kıymetli yılları hebâ oluyor. Bunların, aralarındaki meseleleri halletmeleri; beraber geçirdikleri zamanı unutup yeni, mesut bir hayata başlayabilmeleri oldukça zayıf bir ihtimal. Hele de bu hâdisede hiçbir dahli olmayan, fakat mağdûriyetten en büyük pay da hissesine düşen masum çocuklar… Babalarının sevgisini veya analarının sıcacık kucağını tatlı bir hâtıra olarak hayal edebilmek saâdetinden mahrum bırakılan çocuklar… Bunların âkıbeti, kendileri ve cemiyet için çok daha önemli. Geleceğin çeşitli problemlerle kararmasını önlemek için, çok gayret gösterilmesi gerekiyor.

Kur’ân-ı Kerim’de; «hanımlarla güzel geçinilmesi» (en-Nisâ, 19) tavsiye edilerek, boşanma hususunda şöyle buyuruluyor:

“Şayet sizinle iyi geçinmeyi kabul ederlerse, onların aleyhine yol aramayın, boşama yoluna gitmeyin.” (en-Nisâ, 34)

Hanefî fakihlerinden İbnü’l-Hümâm -rahmetullâhi aleyh- ve İbn-i Âbidin -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri gibi bazı âlimler de; “Boşanmada asıl olanın «yasaklık» olduğunu kabul ederek, sebepsiz yere boşanmanın günah olacağını, ancak ihtiyaç ve zaruret hâlinde mubah olabileceğini söylemişlerdir.”

İbn-i Âbidin Hazretleri;

“Sebepsiz yere boşanmak ahmaklıktır, basîretsizliktir, nimete nankörlüktür, aile fertlerine işkencedir.” buyurarak, bu fiilden uzak durulması gerektiğini belirtir.

Çatırdayan aile yapımız, milletimizin geleceğini tehdit eder bir boyuta ulaşma sinyalleri vermektedir. Bu felâketi önlemenin yolu; millî değerlerdeki süratli aşınmayı durdurmak ve tersine çevirmektir. Bu cümleden olarak; dünyevî cereyanların insanımızın gönlünü kurutarak, müktesebâtındaki yüksek değerleri dumûra uğratmasını önlemek; şanlı mâzîmizden tevârüs edilen sevgi, saygı, tevâzu, sabır, müsâmaha… gibi fazîletlerle donanmak gerekiyor. Mesut aile yuvaları, cemiyetin saâdete kavuşmasının da bir teminatıdır. Bu hususta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve selef-i sâlihîn hazerâtının aile hayatları, bütün nezâhetiyle nümûne-i imtisâl olarak gözler önündedir.