ELDE ETTİKLERİMİZ VE KAYBETTİKLERİMİZ
YAZAR : Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com
Zaman hızla ilerliyor, toplumların hayatı değişiyor. Köylü topraktan kopuyor, şehirlere göç ediyor. Tarım, eski değerini gün geçtikçe kaybediyor. Bankerlik, fâizcilik, ekonomide insafsız bir zorbalık, haksız kazanç, lüks ve israfın içinde yeni bir hayat tarzı… İletişim ağlarıyla, sanal ağlarda insanların birbiriyle yakınlaşması, hâkim kültürün yok olması yolundaki şikâyetler… Anneler, babalar, öğretmenler şaşkın; siyasî alanda tartışmalar yapılırken, kendi kültüründen kopan insanımızın geçirdiği sarsıntı, kimsenin umurunda değil. Bizim dediğimiz kültürümüz, bizden uzaklaşmış…
Köyden kaçıp şehre sığınanlar, şehirlerdeki hayatın da dışına çıkarak; televizyonlardaki, reklâmlardaki hayata özenenler…
Büyük sermayenin arasına; «Ben inancımı yaşıyorum.» diyen insanlar da girmeye çalışırken, bazı iş adamları bu telâş içinde fark etmeden kendi benliğinden koparken, yaşadığı mekânlarla, aldığı marka araba ve eşyalarla övünürken, helâller ve haramlar yavaş yavaş birbirine karışırken, konuşmalardaki ses tonları ve bakışlar değişirken, iftarlarda bile Ramazân’ın rûhuna uymayan konuşmalar yapılırken… bu ortam içinde yetişecek gençlerimize ve çocuklarımıza Müslümanlığı ve Peygamber sevgisini anlatırken zorlanmadan kendi yaşamadığımız hayatı onlara anlatmamız mümkün mü?
En muhafazakâr semtlerde bile lokantaların önüne atılan masalarda muhafazakâr hanımların iftar yapması, sokaklarda yapılan iftarlar…
Kültürümüzün içinde var olan; edep, hayâ, ayıp, günah, yazık, merhamet, helâl kazanç gibi yüzlerce kültür kavramının içinin boşaltılması ve kültür savunucularının da bu hayat karşısında susması… Tehlike kapıya gelince annelerin, babaların veya öğretmenlerin feryat etmesi… Yangının bizim evimize de uğrayacağını fark edememiştik.
Çok saygın ve muhafazakâr bir ailenin çocuğu, yurt dışından gelen bir topluluğun (İslâmî rock) konserine bilet bulamayınca (biletler çok pahalı) günlerce üzülür. Bir başka liseli hanım kızımız babasına;
“O konserlerden birine muhakkak gitmeliyim.” der. Baba, kızını yalnız göndermemek için bir bilet de kendine alır. Baba ilâhiyatçıdır ve bir belediyenin kültür işleri müdürüdür. Konsere giderler. Ayakta coşan gençler kendilerinden geçmiştir. Söylenenleri tekrar ederek aynı hareketlere ortak olurlar. Kızımız babasına;
“Baba, benim yaptığım hareketleri sen de yap. Yoksa buradan dışarı çıkman mümkün olmaz!” der.
Müzik, şiir, hikâye, roman, film, tiyatro kendi kültür kaynaklarından beslenir. Bu kaynaklardan beslenip de bu kaynakları rûhunda yaşatmayan büyüklerin çocukları, dayatılan kültürün etkisi altında kalacak; onlar da anneleri, babaları, öğretmenleri, siyasîleri, aydınları gibi olacaklardır. Bütün bunları söylerken, kültürümüzden uzaklaşanları anlatmaya çalışıyorum. Ne yazık ki, sayılar her geçen gün artıyor. Bütün bu yaşananların sebebi, okullarda mûsıkî ve sanat eğitiminin çocukluktan başlayarak bütün eğitim boyunca verilmemesidir. Kendi milletinin, memleketinin, türkülerini, marşlarını, şarkılarını bilmeyen çocuğun yeni akımların peşinde olmasını nasıl yadırgarız?
Biz; «Müslüman, zengin olmalı!» dedik. Olanların sayısı, gün geçtikçe çoğaldı. Eksiğimiz;
«Müslüman parayı müslümanca kazanıp, müslümanca harcamalı!» diye duâ etmeyişimizdir.
Gazetemiz, televizyonumuz, bankamız, şirketlerimiz, siyasîlerimiz hepsi oldu…
Ancak çocuklar ve gençler için projelerimiz var mı?
Belediyelerimizin yaptırdığı
gençlik evleri, bilgi evleri var. Sayıları çoğalıyor. Binalar çok güzel, ancak oralara gidenlerin sayısı ne kadar? Bu sayıyı artırmak için projelerimiz var mı? Belediyeler, ideal öğretmenlerin projelerinden faydalanıyor mu?