MEHMED ÂKİF’İN ŞİİRİNDE AİLE

YAZAR : Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

XVIII. asırda askerî sahada başlayan batılılaşma; XIX. asrın sonu ve XX. asrın başlarında giderek genişleyerek fikir, kültür ve yaşayış tarzını da içine alacak şekilde ivme kazanmış, sonunda kadın ve aile konularına kadar dayanmıştı. Dâru’l-muallimâtların (Kız Öğretmen Okulları) kurulması vb. gibi müsbet gelişmeler de olmakla birlikte, kadın ve aile konusunda benimsenen prensiplerin ve yapılan işlerin çoğu özentiye dönük ve faydadan uzaktı. Meşrutiyetin getirdiği hürriyet atmosferinde; gazete ve mecmûalarda kadının tesettürü, dekolte giyinmesi, haremlik-selâmlık gibi konular gündeme taşınır, bunlarla ilgili değişik teklifler sunulup aile inkılâbı yapılması vb. teklif edilir olmuştu. Millî şairimiz Mehmed Âkif’in şiirlerinde de bu tartışma ve tekliflerin akislerini buluruz. Şiirlerinin yanı sıra, hattâ -bana göre- şiirlerinden önce; karakteri, hayatı ve mücadelesiyle örnek bir şahsiyet olan Mehmed Âkif merhum, Balkan Harbi’nin ve Rumeli’nin kaybedildiği fecî günler vesilesiyle neşrettiği «Hakk’ın Sesleri»nde yer alan bir şiirinde şöyle der:

Biz ki her mevcûdu yıktık gāyesiz bir fikr ile,
Yıkmadık bir şey bıraktık, sâde bir şey: Âile.

Hangi bir bünyânı mahvettik de ıslāh eyledik?
İşte vîran memleket! Her yer delik, her yer deşik!

Bunların tâmîri kābil olsa ciddiyyet, sebât,
Lâkin, Allâh etmesin, bir düşse şâyet âilât.

En kavî kollarla hattâ kalkamaz, imkânı yok!
Kim ki; «Kalkar» der, onun hayvan kadar iz‘ânı yok!

“Âilî bir inkılâb olsun!” diyen me’yûs olur,
Başka hiçbir şey kazanmaz, sâde bir deyyûs olur!

Çünkü çıplak inkılâbâtın rezâlettir sonu,
Ey denî kundakçılar! Biz sizde çok gördük onu!

Mehmed Âkif; aile inkılâbı yapılmasını teklif eden kimselerin bilgi ve salâhiyetine de (!) değinerek, bulundukları hâlin «pek muhtasar» bir tasvirini yapmayı ve böylece onlar hakkında milleti uyarmayı da ihmal etmez:

Düşme ey âvâre millet bunların hizlânına!
Vâkıfız biz hepsinin pek muhtasar irfânına.

Şarka bakmaz, garbı bilmez, görgüden yok vâyesi,
Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi!

Mehmed Âkif’in şiirlerinde, aile inkılâbı isteyenlerle girdiği polemikler de vardır. Kadının toplum içinde dekolte giyinip, serbest tavırlarla salonlarda yerini almasının; onu elde etmek isteyen erkeklerin kendini ispat duygusuyla rekabet etmelerine zemin hazırlayacağını, bunun ise başarı ve ilerlemeyi getireceğini (!) dile getiren inkılâpçıların görüşlerinin aktarılıp yerildiği kısımlar Safahât’ın sonraki baskılarına alınmamıştır. Şairimizin bu sonraki kararına hürmeten bu şiirlere biz de temas etmeyelim.

Dînî düşünce ve hayat daima şu iki gruptan gelecek tehlike ile karşı karşıyadır:

Biri dînin temel ilke ve prensiplerinden kopup onu gelenek hâline getirerek geleneği din diye dayatan câhil yobazlar.

Diğeri de genellikle buna bir tepki olarak gelişip dînin bir efsâne, uygulamalarının ise yobazlık ve gerilik olduğunu iddia eden -sözüm ona- çağdaş ilericiler!

Aslında bunların ikisi de yobazdır. Biri, dînin kaynaklarına bakmadan atalarından görüp duyduğu şeyleri din diye benimseyerek, Kur’ân’ın en çok tenkit ettiği yanlışlardan birine düşüyor; diğeri ise duyu organlarının algılamadığı her şeyi reddederek, hakikati, mücessem olan eşyaya hasrediyor. Hulâsa ikisi de, görüp duyduğu şeylere itibar ediyor. İlki atalarından görüp duyduklarına, ikincisi göz ve kulaklarının algıladığına…

Mehmed Âkif merhum, yukarıdaki şiirinden anlaşılacağı üzere bu sözde çağdaşlarla mücadele ettiği kadar yobazlarla da mücadele eder şiirlerinde. Onlarla mücadelesinin yer aldığı şiirlerinden biri «Köse İmam»dır. Kadına dilediği gibi muamele etme hakkına sahip olduğunu, onu isterse sevip isterse döveceğini, üstüne dörde kadar kuma getirebileceğini, keyfi yeterse onu bir kenara atıp boşayabileceğini; bütün bunları da şerîat adına yapacağını söyleyen ve hâlâ kökü kurutulamayan bu müfterî yobazlara ne büyük derstir o şiir, değerli okuyucularım, ne büyük ders! Onun nasıl bir ders olduğunu anlatmaya çalışmaktansa en iyisi o dersin kendisini okumak. Üzerine kuma getirmesini istemedi; diye karısını hem dövüp hem de boşamak isteyen, bunu da şerîatın emri (!) diye yapan «İhsan Bey» adındaki karaktere karşı Köse İmam’ı şöyle konuşturur Mehmed Âkif:

Dara geldin mi, şerîat! Sus ulan iz‘ansız!

Ne zaman câmiye girdin? Hani tek bir hayrın?
Bir kızılbaşla senin var mıdır ayrın, gayrın?

Ağzı meyhâneye rahmet okuturken, hele bak,
Bana gelmiş de şerîatçi kesilmiş avanak!

Hangi bir seyyie yok defter-i a‘mâlinde?
Seni dünyâda gören var mı ayık hâlinde?

Müslümanlıkta şerîat bunu emretmiş imiş:
Hem alır, hem de boşarmış! Ne kadar sâde bir iş!

Karı tatlîki için bak ne diyor peygamber:
“Bir talâk oldu mu dünyâda, semâlar titrer!”

İki evlense ne varmış? Bu yenir herze midir?
Vâkıâ bâzen olur dörde kadar evlenilir.

Bu kimin harcı, a sersem, hele bir kerre düşün!
Tek kadın çok sana emsâl olan erkekler içün!

Hani servet? Hani sıhhat? Ne ararsan mefkûd!
Tamtakır bir kese var ortada, bir sıska vücûd!

Sen duâ et ki; «Şerîat!» demiyor evde karın!
Yoksa boynunda bugün zorca gezerdin yuların!

Karı iş görmeyecek, varsa piçin bakmayacak,
Çamaşır, tahta, yemek nerde? Ateş yakmayacak!

Bunların hepsini yapmak sana âit şer‘an!
Çocuk emzirmeye hattâ olacak bir süt anan!

Boşarım, evlenirim bahsini artık kapa da,
Hak ne verdiyse yiyip geçinin bir arada!

Atalarından görüp duyduğunu din zannedip onu çevresindeki insanlara zulmetme aracı hâline getirerek Allâh’a ve O’nun dînine en büyük iftirayı yapan böyle yobazlara bu dersin verilmesi hâlâ ne büyük ihtiyaç!