BİR DUÂ BİR BEDDUÂ

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

Bir sahâbî, Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’a;

“–Hicret ve cihâd etmek üzere Sana bey‘at ediyorum. Bunların sevabını Allah’tan dilerim.” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise;

“–Anne ve babandan hayatta olan var mı?” diye sordu.

O kişi;

“–Evet, her ikisi de hayatta.” dedi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Allah’tan sevap kazanmak istiyorsun değil mi?” diye sordu.

Sahâbî;

“–Evet.” deyince Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–(O hâlde) ana ve babanın yanına dön. Onlara iyi bak!” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 138, Edeb, 3; Müslim, Birr, 6)

Ana-baba hakkı o kadar mühimdir ki, Cenâb-ı Hak, kendi rızâsını onların rızâsına bağlamıştır. Bu hakikati Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle haber verir:

“Allah Teâlâ’nın rızâsı, anne ve babayı hoşnut ederek kazanılır. Allah Teâlâ’nın gazabı da anne ve babayı öfkelendirmek sûretiyle celbedilir.” (Tirmizî, Birr, 3/1899)

Ana-babasını hoşnut edenler, Peygamber Efendimiz’i de râzı ederler. O’nun şu duâsına lâyık hâle gelirler:

“Ana-babasına iyilik edene ne mutlu! Allah Teâlâ onun ömrünü ziyâdeleştirsin!” (Heysemî, VIII, 137)

Ana-babasını hoşnut edemeyen, onları üzenler ise, Peygamberimiz’in şu bedduâsına müstehak olurlar:

“Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de cennete giremeyen kimse perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun!” (Müslim, Birr, 9, 10)

Ey kardeş! Anan hayatta ise, eve koş. Ayağının altından öp. Eğer rahmete kavuşmuş ise, onu Kur’ân’dan ve hayırdan eksik etme ki, rızâsını alasın.

Ana ve babaya itaatsizlik, onlara hürmet etmemek, insanın son nefesinde îmansız çene kapamasına sebep olabilir. Evlât, îmanla dahî ölse kabrinde azap göreceği ve mahşerde, Allah önünde hesap verdiğinde; Allah Teâlâ’yı gazaplı bulup, nâra atılacağı… haberlerde gelmiştir.

Ana-baba hakkı evlâdın yapacağı hiçbir hizmetle ödenmez. Hadîs-i şerifte buna şöyle bir teşbihle dikkat çekilmektedir:

“Hiçbir evlât, babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve satın alıp âzâd ederse, babalık hakkını (ancak o zaman) ödemiş olur.” (Müslim, Itk, 25; Ebû Dâvûd, Edeb, 119-120; Tirmizî, Birr, 8/1906)

Bu hakikati şu kıssa ne güzel anlatır:

Hasan-ı Basrî Hazretleri; bir gün Kâbe’yi tavaf ederken, arkasında zembil bulunan bir delikanlıya rast gelip, zembilinde ne olduğunu sual eyledi. O delikanlı;

“–Yâ İmam! Zembilde anam var.” dedi ve devam etti:

“Biz fakiriz. Senelerdir anam Kâbe’yi ziyaret etmek ister. Fakat bizim malî durumumuz müsait olmadığı için Kâbe’ye gelemezdik. Anamın bu arzusu bence malûm idi. Kendisi ihtiyarladı, gelmesine hiç imkân kalmadı. Daima Kâbe’den aşkla bahseder, Kâbe aklına geldikçe gözyaşlarını tutamazdı. Anamın bu hâline tahammülüm kalmadı. Anamı işte bu zembille arkama alıp, memleketimiz olan Şam’dan Kâbe’ye getirdim. İşte şimdi Kâbe’yi tavaf ettiriyorum. «Ana ve babanın hakkı büyüktür.» derler.

Yâ İmam!

Anamın hakkını, bu yaptığımla ödeyebildim mi?” dediğinde;

Hasan-ı Basrî Hazretleri;

“–Kābil olsa da yetmiş defa ananı sırtında Şam’dan Kâbe’ye getirip böylece tavaf ettirsen; ananın karnında iken bir defa attığın tekmeye karşılık, hakkını ödeyemezsin!” buyurdular.

Bir kimsede şu dört sıfat bulunursa Allah -celle celâlühû-; o kulun başına rahmetini saçar ve o kulunu, sevdiği kimseler zümresine ithal eder:

1. Şu kimse ki, fakiri evinde misafir eder yahut fukarâya misafir olur.

2. Hastalara ve gözsüzlere, kötürümlere ve emsali sakat ve alîl kimselere merhamet eder.

3. Kölesine, işçisine, uşağına kötü söz söyleyip, onları dili ve eli ile incitmez ve onlara yardımcı olur.

4. Ana ve babasına şefkatli olup, onların dünyada hizmetlerini yapar ve onların affı için Allâh’a duâ eder. Allah da onun duâsını kabul eder.

Ey kardeş! Ana ve babalarımızı hayır ile yâd edelim. Onları kapımızdan boş çevirmeyelim. Mahzun ve mükedder etmeyelim. Yaptığımız ve yapacağımız hayırlarla onları sevindirelim ve ruhlarını şâd edelim. Ölüye hürmet, insanlara mahsus bir haslettir. Hayvanda bu vasıf yoktur. Düşünelim ve akıldan çıkarmayalım ki, çok yakın bir gelecekte bizler de ölümü tadacağız. Bizler de ana ve babalarımız gibi bu fânî dünyadan el ve etek çekeceğiz. Biz, onları hayırla yâd edersek, çocuklarımız da bizleri hayırla yâd edeceklerdir. İnsanoğlu ne ekerse onu biçer. Cuma geceleri, kapımıza gelen ana ve babalarımızın ruhlarını şâd edersek, öldükten sonra bizler de evlâtlarımızın kapısından boş dönmeyiz. Bunu muhakkak olarak bilmek lâzımdır. Âkıbet ölümdür. Bu gerçeği, şimdiden düşünerek; o günler için, hazırlıklı, tedârikli bulunmalıyız. Bu tedârike, çocuklarımızı da hazırlamamız gerekir. Bizler ana ve babalarımızı, ikram ve ihsan ile şâd edersek; yaptığımız ve yapacağımız hayır ve hasenat evlâtlarımıza da bir ibret dersi, bir talim olacak ve onlar da bizden sonra bizi taklide çalışarak, gördüklerini tatbik edeceklerdir.

Ana ve babaya itaat ve ihsanın, hürmet ve muhabbetin azalması; bazı haberlere göre kıyâmetin yakın olduğuna apaçık bir delildir. Kıyâmet alâmetlerinden en mühiminin, ana ve babaya itaatsizlik olduğu âşikârdır. Bilmem şimdi ana ve babaya itaat ve ihsan oluyor mu? Ana ve baba kadri biliniyor mu?

Rivâyete göre Cebrâil -aleyhisselâm-’a Peygamber Efendimiz’e vahiy getirme vazifesi bittikten sonra dünyaya bir daha inip inmeyeceği sorulmuş o da şöyle cevap vermiş:

“Birinci inişimde, dünyadan bereketi kaldırırım.

İkinci inişimde, kalplerden merhameti kaldırırım.

Üçüncü inişimde; mahlûkattan muhabbeti, ana ve babaya itaati ve ihsanı kaldırırım.

Dördüncü inişimde; utanmayı, hayâyı kaldırırım.

Beşinci inişimde, kalplerden Allah korkusunu kaldırırım.

Altıncı inişimde, fukarâdan sabrı kaldırırım.

Yedinci inişimde; zenginlerden sehâveti, cömertliği kaldırırım.

Sekizinci inişimde, emirlerden ve ümerâdan adâleti kaldırırım.

Dokuzuncu inişimde, Kur’ân-ı Kerîm’i ve ahkâmını kaldırırım.

Onuncu ve son inişimde de, kalplerden îmânı kaldırırım.”

Tabiî bu kaldırışlar, insanların günahları ve bu vasıfları terk edişleri sebebiyledir.

Cibril hadîsinde Rasûl-i Sakaleyn Efendimiz’e kıyâmet alâmetlerinden sorulduğunda;

“Köleler, efendilerini doğurduğu zaman.” cevabını vermişlerdi. Kıyâmete yakın bir zamanda, ana ve babaya hiç hürmet edilmeyeceği, hattâ evlâtların efendi gibi, ana ve babaların da köle gibi olacakları haber verilmiştir.

Dünyada bilemedik,
Ebeveyn kıymetini,
Yüklendik sırtımıza,
Âhiret zilletini. (Gülzâr-ı İrfan)