HAZRET-İ TULEYB -1-

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

İslâm güneşi, en kuytu yerlere kadar sirâyet ederek nasiplileri aydınlatıyordu…

Aydınlanma süreci başlamıştı. Ama herkes kendi yapısına göre bir tavır takınıyordu.

İslâm güneşine karşı ilgisiz olanlar olduğu gibi, kör ve idraksiz olanlar da vardı. Kimisi ayaklarına kadar gelen bu büyük ihsânın farkında değildi. Kimileri ise nelerin olup bittiğini görüp anladıkları halde, inâdî bir küfür ile şirkte ısrar ediyorlardı.

Bunlar hakikate kendilerini kapattıkları gibi, Allah ve Rasûlü’ne de sırt çevirmişlerdi. Her şeyleri ile kararmış bu nasipsizler; karanlık kuytularda, karanlık hesaplar yapıp duruyorlardı.

Diğer tarafta da İslâm güneşine yüzünü, gözünü, özünü, gönlünü çevirenler yepyeni bir aydınlığa kapı aralıyorlardı. Öyle bir aydınlanma ve aydınlatma sürecine girmişlerdi ki; aydınlandıkları an, hemen aydınlatmaya başlıyorlardı.

Bu seçkinlerden biri de Tuleyb bin Umeyr idi…

Umeyr bin Vehb ile Ervâ binti Abdulmuttalib’in oğlu olan Tuleyb, 599 yılında Mekke’de doğmuştu. Yani o, İslâm güneşi doğduğunda daha 11 yaşında bir çocuktu. Tuleyb’in annesi Ervâ Hanım, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın halalarından biriydi. Bu durumda Peygamberimiz ile Tuleyb, dayı-hala çocukları oluyorlardı.1

Tuleyb daha çok küçükken babası vefat edince, annesi de Kelde bin Hâşim ya da Ertât bin Şurahbil ile evlenmek durumunda kalmıştı. Bu evliliğinden de Fâtıma adlı bir kızı olmuştu.2

Ervâ Hala; çok küçük yaşta babasını kaybeden ve üvey baba himayesi altında yetişen sevgili oğluna kendini adamış, onu güzel yetiştirmek için elinden geleni yapmıştı.

Tuleyb de sevgili annesini hiç üzmemiş, bir dediğini iki ettirmeden ona itaat etmiş, sözlerini dinlemişti. Küçük kız kardeşi Fâtıma ile öyle güzel anlaşıp geçiniyorlardı ki, bunları gören öz-üvey ayıramazdı. Biri erkek biri kız, iki çocuklu bu aile; Mekke’de herkes tarafından tanınıp bilinirdi. Bu günlere kadar hiçbir problem yaşamadan gelmişlerdi…

İslâm güneşinin doğuşu, her şeyin değişmesi demekti. İslâm, yepyeni bir hayat getiriyordu çünkü.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- ile dayı-hala çocukları olan Tuleyb; içinde bulunduğu toplumu ile iç içe yaşamış, hayatının hiçbir döneminde toplumundan kopmamıştı. Yakın akraba olmaları sebebiyle Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ı çok iyi tanıyan Tuleyb, İslâm’ın doğuşu ile beraber başlayan değişim süreci içine daha ilk yıllarda can atmıştı.

Dâru’l-Erkam’da şereflerin en yücesine ererek, yüzüne yansıyan nur ile evinin yolunu tutmuştu.3

Putçuluk dikenliğinden sıyrılıp, İslâm gülistanına girmeleri için; sevgili annesine anlatacakları vardı. Kız kardeşi henüz küçük olduğundan onu ikinci plâna bırakmıştı.

Ama nereden başlayacağını bilemiyordu bir türlü. Sevgili annesini çok sevdiği için, onu kırmak ya da incitmek istemiyordu.

Bu yüzden bir süre müslüman olduğunu onlara söylemedi. Fakat oğlundaki güzel gelişme ve değişiklikleri gören annesi, bir şeyler sezmeye başlamıştı. Daha doğrusu Hazret-i Tuleyb, bilerek sezdirmişti bunu.

Annesinin olumlu yaklaşımı Hazret-i Tuleyb’i ümitlendirdi. İslâm’ı anlatmanın ve onu da İslâm’a davet etmenin zamanının geldiğini anladı. Evde uygun ortamı görünce içinden «besmele» çekip tatlı bir dille konuya girdi:4

–Sana bir şey söylemek istiyorum anneciğim.

–Söyle yavrum.

–Seni üzüp kırmak istemem, bilirsin.

–Sen beni ne zaman üzüp kırdın ki, şimdi böyle bir şey yapasın oğlum?

–Söyler misin anneciğim, yeğenlerin arasında en çok sevdiğin kimdir?

–Bu da sorulur mu, tabiî ki Muhammedü’l-Emîn -sallâllâhu aleyhi ve sellem-!

–Seni en çok seven yeğenin kim peki?

–O da Muhammedü’l-Emîn -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tabiî ki.

–O’nu çok seviyorsun değil mi?

–O, sevilmeyecek biri mi oğlum?

–Bu kadar sevdiğin sevgili yeğenin, yalan söyler mi anne?

–O ne biçim söz öyle oğlum!

–Yalan söyler mi söylemez mi?

–Sadece biz değil, sen de biliyorsun ki bütün herkes; «Muhammedü’l-Emîn» -sallâllâhu aleyhi ve sellem- der O’na, bilmez misin?

–O ne söylerse doğru söyler, değil mi anneciğim?

–Sen sözü nereye getirmek istiyorsun, onu söyle oğlum?

–“Ben Allâh’ın Rasûlü’yüm!” dediğini duymadın mı hiç?

–Duymayan mı kaldı!

–“Allah ve Rasûlü’ne îmân ederek, kendinizi kurtarın!” dediğini de duydun mu?

–Herkesin dilinde oğlum!

–Ya senin?

–Sen diyeceğini de hele!

–Müslüman oldum ben anneciğim?

–Müslüman mı oldun?

–Evet anneciğim, Allah ve Rasûlü’ne îmân ettim!

–Ne zamandan beri?

–Çok oluyor!

–Bana niye bir şey söylemedin peki?

–Korktum!

–Evlât annesinden korkar mı oğlum?

–Korkmaz elbet, korkmamalı!

–Sen niye korktun peki?

–Rasûlullah -aleyhisselâm-’a îmân etmeyip karşı gelerek, dünya ve âhiretini batırırsın diye korktum!

–Bunun için de müslüman olduğunu benden gizledin!

–Kızdın mı anne?

–Senin gibi akıllı bir çocuğa kızılır mı oğlum?

–Öyleyse?

–Ne öyleyse?

–Öyleyse sen de Allah ve Rasûlü’ne îmân ederek müslüman olacaksın, değil mi sevgili anneciğim?

–Ben mi, şey…

–Tereddüt mü ediyorsun annem?

–Bilmem, düşünmem lâzım biraz!

–Rasûlullah -aleyhisselâm-’a tâbî olup, O’nun yoluna girdim ben!

–Oğlum, hiç şüphesiz ki O senin dayının oğludur. Yine şüphesiz ki, O’na inanman herkesten önce senin vazifendir!

–Ya senin?

–Ben düşüneceğim!

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın halalarından biri olan Ervâ Hala, düşüneceğini söylüyordu. Oysa daha çocuk yaşında olan Tuleyb, îmân ile şereflenerek müslüman olmuştu.

Sevgili annesinin de müslüman olmasını çok isteyen Hazret-i Tuleyb, üzerine fazla varmadı. Ama bu ilk denemesi başarılı sayılırdı. Ne olursa olsun anlatacaktı annesine.5

Peygamber Efendimiz’in nelere davet ettiğini anlatacaktı.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_________________

1 Zübeyrî, Kitâbu Nesebi Kureyş, s. 19.
2 Belâzûrî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 4, s. 424.
3 İbn-i Hacer Askalānî, el-İsâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, c. 4, 2413.
4 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, c. 5, s. 6.
5 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Megāzî ve’s-Siyer, c. 2, 389.