AYRILIK AH AYRILIK!

YAZAR : Mehmet Ali VAR varoglu5@gmail.com

Cenâb-ı Allah; insanı erkek ve kadın olarak yaratıp, onları elmanın iki yarısı gibi bir bütün ve birbirine muhtaç eylemiş, ikisini İslâmî usullere göre bir araya getirip aile yapmıştır. Onlardan çocuklar, torunlar daha sonra cemiyet oluşturmuştur.

Aile, anne, baba ve çocuklardan oluşan toplumun en küçük birimi; dînimizin mukaddes saydığı bir müessesedir. Aile; kişinin huzur bulduğu bir çevre, neslin devamının vesilesi, Yaratan’ın bizlere rahmetinin eseridir. Kur’ân-ı Kerim’de;

“İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve rahmet var etmesi Allâh’ın varlığının belgelerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır.” (er-Rûm, 21) buyurulur.

İnsanlar evlilikle huzura kavuşur. “Bekârlık sultanlıktır.” dense de aslında yarımlıktır, fıtrata aykırıdır. Dînimizde evlilik bilhassa teşvik edilir. Efendimiz -aleyhisselâm-;

“Evleniniz ve çoğalınız. Ben kıyâmet günü öbür ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övünürüm.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 4) buyurur.

Yıllar önce fakültede okurken Hayrettin KARAMAN Hocaya bu hadîsi sormuştum. O da;

“Evet doğrudur, ama; «Ümmetimin çokluğu ile övünürüm.» buyuruluyor. Ümmet yetiştirmek lâzım.” demişti.

Hocanın şöyle bir sözü daha vardı:

“Her ailenin en az üç çocuğu olmalı. Biri annesi, biri babası, biri de memleket için.” Anlaşıldığı gibi ümmet olabilecek altın nesiller yetiştirmek lâzım. Onun için de evlâda iyi terbiye verip, devrin çeşitli tuzaklarından korumaya gayret gösterilmelidir. Yine bu konuda Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmuş olamaz.” (Tirmizî, Birr, 33) diye öğüt verir.

Dînimizin bizden istediği sağlam ve huzurlu bir aile yapısı. Ancak bugün bu kutlu ocakta hazan var. Gül gibi çocuklarla gülistan olması gereken yuvalarda; güz mevsimi yaşarcasına ana-baba bir yana, yavrular başka bir yana savruluyor. Cemiyetin temel taşı her geçen gün eriyor. Huzur mekânları ıstırap merkezi olmuş, herkes kendini düşünür bir hâle gelmiştir. Peki bu güzel müessese neden bu hâle geldi?

İlk önce insanımızda ailenin kutsiyeti inancı zayıfladı. Takvâdan uzak, modern ve maddeci anlayış inançlı-inançsız herkesi etkisi altına aldı. Eskilerin ifadesiyle; “Nikâhta kerâmet vardır.” fikri zedelendi. Nikâhsız hayatın insan rûhu ve cemiyet için hüsran ve çöküş olduğu unutuldu.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in;

“Allâh’ın, helâl kıldıkları arasında en sevmediği şey talâktır.” Diğer rivâyete göre;

“Allâh’ın en sevmediği helâl, talâktır.” (Ebû Dâvud, Talâk, 3) tavsiyesi sanki müslümanlarca önemini kaybetti. Başka bir hadiste de;

“Evleniniz, boşanmayınız!.. Zira boşanma dolayısıyla Arş titrer…” (Ali el-Müttakî, IX, 1161/27874) buyurulmaktadır. Hâl böyle iken milletimizin son zamanlardaki durumu ürküntü veriyor. Yapılan istatistiklerde ülkemizde boşanma oranlarının evlenme oranlarını geçtiği üzülerek görülüyor. TÜİK’in 2012 yılında yaptığı araştırmaya göre evlenme oranı bir önceki yıla göre % 1,9 artarken, boşanma oranı bir önceki yıla göre % 2,7 artmıştır. (Bkz. www.tuik.gov.tr)

Basınla, dizilerle, romanlarla hep kadın hakları öne çıkarılıp, daha hür ve modern olma anlayışı dayatılırken vazifeleri unutturuldu. İslâm’da kocanın; hanımıyla güzel geçinmek, onu korumak, yiyecek ve giyeceklerini karşılamak, evin sırlarını gizlemek, eşinin ailesine karşı iyi davranmak gibi vazifeleri varken; hanımın kocasına karşı; beyinin hoşlanmadığı kimseyi eve almamak, kocasından başkasına süslenip dışarı çıkmamak, ona işlerinde yardımcı olmak, meşrû emirlerinde itaat etmek, malını korumak, akrabalarına saygı, sırrını, namusunu, haysiyetini koruyup kanaatkâr olmak gibi vazifeleri vardır.*

Yetkililer «kadına pozitif ayrımcılık yapayım» derken erkeği ezdiler. Bazı kadınlar bunu psikolojik baskı olarak kullandı. Bu durum erkeği daha da hırçınlaştırdı. Aynı zamanda aile reisi olan erkek -eskiden öyleydi- aileye karşı olan sorumluluklarını unutup, sabırsız ve şiddet yanlısı olup çıkıverdi. Her evde olabilecek tartışmaları kavgaya, hattâ yaralama ve ölüme varan fâciaya dönüştürdü. İnsanımız yıllarca bir yastığa baş koyduğu eşini; çocuklarının gözü önünde öldürecek kadar nasıl gaddarlaştı?

“…Siz kadınları, Allâh’ın emâneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz!” (Müslim, Hac, 147) hadîsi gün gibi ortada dururken.

Ailenin huzurlu ve dâim olması için daha temeli atılırken denklik, dindar olması gibi özellikler göz ardı edilmemeli. Varlık ve güzelliğin ehemmiyetinin bir yere kadar olduğu unutulmamalı. Düğünlerimiz zarâfet ve nezâket içinde, her türlü israf, gösteriş ve âlâyişten uzak, mütevâzı bir merasim olmalıdır. Ağır borçlar altında kurulan hânelerin ileride sarsıntılar geçireceği âşikârdır.

Ayrılık sebepleri arasında; eşler arası geçimsizlik, kötü alışkanlıklar, aşırı kıskançlık, müzmin hastalıklar, anne-babaların evli çocuklara müdahalesi, bitmeyen istekler, uyumsuzluk, eğitimsizlik, maddî sıkıntılar gibi şeyler sayılabilir. Ancak aile müessesesi öyle ulvî bir müessesedir ki, olumsuzlukları bazen sabırla aşmak gerekir. Çocukların yuvasız, sevgisiz, ilgisiz kalmaması için bazı çilelere göğüs gerilmeli; eşler bencilliği, hazcılığı, ferdiyetçiliği bırakıp bu kurumu ayakta tutmaya gayret göstermelidir.

Sağlam milletler; sağlam aile yapısı, örf-âdetleri, saygı-sevgi ve değerleri ile ayakta dururlar. Milletimizin aile yapısını bozmadan onu alt edemeyeceğini bilen şer güçler devamlı bu kutsî yuvaya saldırmakta, onu yıkmak için uğraşmaktadırlar. Müslüman şuurlu olup Hazret-i Peygamber ve O’nun ashâbının aile yapısını kendine örnek almalı. Kanaatkâr, mütevâzı, sabırlı ve merhametli olmalıdır. Eşler birbirinin hoşa gitmeyen huylarına karşı güzel huylarını göz önünde bulundurmalı, dışarıdan esen menfî rüzgârlardan etkilenmeden hayatını devam ettirmeye çalışmalıdır. Bütün ümitlerini anne-babaya bağlamış çocukların dünyasını karartmaya vicdan sahibi olanın hakkı bulunamaz. İnsan olarak hiç birimizin yalnız yaşamaya tahammülü yok ve hepimiz birbirimize muhtacız. Tıpkı şairin dediği gibi:

Zen merde, civan pîre, kemân tîrine muhtaç,
Ebnâ-yı beşer hâsılı birbirine muhtaç.

“Kadın erkeğe, genç yaşlıya, yay oka; hâsılı bütün insanlar birbirine muhtaç.”

___________________

* Ömer Nasuhi BİLMEN, Büyük İslâm İlmihâli, Ailevî Vazifeler, s. 465; Seçme Hadisler, DİB Yay., Ankara 1979, s. 171-194 .