ÂTIL-BÂTIL BİR YOL DEĞİL!

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Hâce Musa TOPBAŞ -kuddise sirruh-, 1917’de (h. 1333) Konya / Kadınhanı’nda dünyaya geldi. Pederinin ticaretle uğraşması sebebi ile ailesi önce İstanbul Lâleli’ye sonra da Erenköy’e yerleşti. Elmalılı M. Hamdi YAZIR’dan Kur’ân, Mustafa Âsım YÖRÜK’ten Arapça okudu. Kitap tercüme edecek derecede Fransızca bilirdi. Musa Efendi, ticarî hayatta kardeşleri ile tekstil sanayiine yöneldi.

Hüsn-i hatta alâkasıyla bilinen Musa Efendi, Hattat Hâmid AYTAÇ’tan hat dersleri aldı. Zengin hat koleksiyonunu, tasavvufa girince; «Kalbimi meşgul eder.» düşüncesiyle hat meraklılarına dağıttı.

Topbaş ailesi; âlimlere destek olmak maksadıyla onlara maaş tahsis etmenin yanında birçok hizmet müessesesinin kuruluşunda sergilediği gayretlerle tanınır.

Musa Efendi, üstâdı Mahmud Sâmi RAMAZANOĞLU -kuddise sirruh- ile 1950 yılında Bursa’da tanıştı. Bu tanışmadan sonra hayatını tamamen Hakk’a, Hak dostuna, halka ve mahlûkāta hizmete adadı. Sâmi Efendi Hazretleri’nin icâzetiyle, irşad vazifesini sürdürdü. Sâdık Dânâ müstear ismiyle neşrettiği çok sayıda eseri vardır.

Dünya hayatının son üç yılında sıhhî ibtilâ ve sıkıntılara sabreden Sâhibü’l-Vefâ Musa TOPBAŞ Hazretleri, 16 Temmuz 1999 Cuma günü Cuma ezanları okunurken rahmet-i Rahmân’a kavuştu. Kabri, Sahrayıcedit kabristanındadır.

***

Musa Efendi -kuddise sirruh-, hizmeti Hak sevgisine bağlar;

“Kulda Allah sevgisi arttıkça O’nun mahlûkātına karşı şefkati de artar.” buyururlardı. Şu cümleler mâneviyat talipleri için ne güzel mesajlardır:

“Bizim yolumuz, âtıl-bâtıl bir kenara çekilme yolu değildir. Bilâkis ashâb-ı kiram hazerâtının yoludur. Ashâb-ı kiram; yemedi, içmedi, gazaya giderken gezmeye gider gibi seve seve gittiler. Bilâ istisnâ hepsi, mallarını Allah ve Rasûlü’nün yoluna serdiler. Bizim yolumuz onların yoludur. Gece-gündüz hep hizmet yoludur. Biz de seve seve hem evrâdımızı yürütürüz, hem sohbetlerimizi yaparız, hem de cemiyete hizmet hususunda elimizden gelen gayreti gösteririz. Çalışacağız, gayretli olacağız, hayatımızı cennet hayatına benzeteceğiz. Cenâb-ı Hak; bakarsınız bir avuç müslümana, koca bir kütleye karşı zafer kazandırır. Cenâb-ı Hak her şeye kādirdir. Fakat bizler elimizden geldiği kadar yardım edeceğiz. İster yarım hurma ile olsun, ister daha ziyade olsun.”

***

Yine Musa Efendi, tasavvufun özünü şu sözleriyle ifade eder:

“Evet, asr-ı saâdette tasavvuf yoktu. Ama adı yoktu, yaşantısı zaten hayata hâkimdi. Şimdi adı var ama yaşayan çok az!..” (Bkz. Sâdık DÂNÂ, Altınoluk Sohbetleri, V, 38, 40, 67-68; Allah Dostunun Dünyasından Hacı Mûsâ Topbaş Efendi ile Sohbetler, s. 97)

YUSUF PEYGAMBER MİSALİ

Sultan Baybars, 1223 yılında Karadeniz’in kuzeyinde doğdu. 14 yaşında iken Moğolların Kıpçak bölgesini istîlâ etmeleri üzerine, esir alınıp Bizans tüccarlarına satıldı. Baybars, satın alındıktan bir süre sonra, Eyyûbî Devleti Sultanı Melikü’s-Sâlih tarafından bahriyeye dâhil edildi. Kısa zamanda askerî eğitimini tamamlayan Baybars; birçok savaşa katılıp, haçlılara karşı mücadele etti. Askerî alandaki kabiliyeti; onu, Memlûk Devleti’nin bahriye sınıfında emirliğe yükseltti.

Ayn-ı Câlût Savaşı’nda Moğollara galip gelen Memlûkler, bu galibiyet ile devletlerini tehdit eden en büyük tehlikeyi durdurdu. Moğollara ilk mağlûbiyeti tattıran bu savaş, bu yıkıcı istîlâ hareketi için, sonun başlangıcını teşkil eder.

Bu galibiyette büyük katkısı olan Baybars, Memlûk Sultanı Seyfeddin Kutuz’dan savaş öncesi kendisine va‘dettiği Halep nâibliğini istedi. Ancak Kutuz, bu görevi kendine yakın başka birine verdi. Baybars, Kutuz’u bertaraf ederek 26 Ekim 1260 tarihinde Kahire’de tahta geçti. Moğolların Bağdat işgaliyle sona erdirdiği hilâfeti diriltti.

Kölelikten sultanlığa uzanan hayatı Yusuf -aleyhisselâm-’ı hatırlatmaktadır.

Haçlıları ve Moğolları bertaraf edip, i‘lâ-yı kelimetullah için kıta kıta koşturmasından dolayı devrindeki bir şair onun için;

«Bir gün Mısır’da, bir gün Hicaz’da, bir gün Şam’da, bir gün Halep’in köylerinde» ifadesini kullanır.

Yine kaynaklarda, seferde olmadığı zaman, otağında yaşlı-genç, zengin-fakir tüm halkının şikâyetlerini dinlediği, ihtiyaçlarını karşılamak için var gücüyle gayret sarf ettiği naklolunur.

Baybars, 1 Temmuz 1277 tarihinde Şam’da vefat etti.

***

Sultan, 6 Haziran 1271 tarihinde Kureyn’i kuşattı. Mancınıklar hazırlanırken Akka elçileri geldiler. Bu sırada Sultan; kaleye ok yağdırırken havada bir kuş gördü, bir ok atıp onu yere düşürdü. Kuşun kendi ordusundaki bir Frenk casusu tarafından yazılan bir pusula taşıdığını gördü. Kuşu elçiye verip;

“Taşıdığı pusulayı sizin casuslar yazmış, götür, Frenkler okusunlar.” dedi.

Hücuma devam eden Sultan, kısa süre sonra kaleyi fethetti. (Bkz. Haçlılar önünde Sultan Baybars-Ramazan ŞEŞEN)

HEBÂ OLAN FIRSAT

Şeyhülislâm Mustafa Hayri Efendi, 1867 yılında Ürgüp’te doğdu. Ailesi ilmiyye sınıfındandı. Kayseri Yağmurlu ve Fatih Başkurşunlu Medresesi’nde okudu. «Hukuk Mektebi»ni de bitirerek Bursa’da müderris oldu.

İlk vazifesinden sonra adliyeye geçerek II. Meşrutiyet’e kadar sırasıyla Maraş, Trablus ve Lâzkiye’de çeşitli görevlerde bulundu. Meşrutiyet’in ilânından sonra Niğde mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a girdi. Bu arada Darülfünûn’da müderrislik yaptı. 16 Mart 1914’te Şeyhülislâm oldu. 7 Temmuz 1921’de Ürgüp’te vefat etti. Kabri, Ürgüp’tedir.

Japon İmparatoru; Sultan Reşad’a, Japonya’da hıristiyan misyonerlerin geniş faaliyetleri dolayısıyla dünya dinlerini tetkik ettirdiğini ve Japon milletinin mizaç ve geleneklerine en uygun dînin İslâmiyet olduğunu, fakat bunun bir devlet hareketi ile değil de, milletin sağduyusuna dayanan bir gelişme hâlinde olmasını tercih ettiğini söyledi. Bu sebeple Osmanlı Devleti’nden salâhiyetli bir ilim heyetinin Japonya’ya gelerek Müslümanlığı izah ile teklif etmesinin muvâfık olacağını bildirdi.

Sultan Reşad, Japon İmparatoru’nun bu teklifini sevinçle karşıladı ve hemen Şeyhülislâm Hayri Efendi’yi davet ederek gelen teklifi ona anlattı. Mesele Said Halim Paşa’nın köşkünde Şeyhülislâm ve beraberindeki kimselerce tetkik edildi. Bu toplantıda Şeyhülislâm Hayri Efendi;

“Japonya’nın İslâmiyet’i resmen kabulünün dünya üzerindeki tesiri, tasavvur edildiğinden daha muazzam olacaktır. Bu ihtimal, bizi çok esaslı hazırlıklara sevk etmelidir.” diyerek mevzudaki görüşünü bildirdi. Uzun müzakerelerden sonra, Bâbanzade Ahmed Naim Bey ve Mehmed Âkif ‘in de aralarında bulunduğu bir heyetin Japonya’ya gönderilmesine karar verildi.

Takip eden günlerde Talât Paşa subay mübâdelesi fikrini ortaya attı. Bu gaye ile Pertev Paşa riyâsetinde üç kişilik bir heyet Japonya’ya gönderildi. Heyet Japonya’ya vardı ve İslâmiyet’in Japonya’da neşri mevzuunda büyük başarı kazanacağı yolundaki ilk şifre-telgrafı İstanbul’a ulaştığında, I. Dünya Savaşı’nın tezâhürleri de görülmeye başlandı. Kısa bir müddet sonra da, Harb-i Umumî patlak verdi ve böylece hayırlı bir iş acele edilmediği için hebâ olup gitti. (Bkz. Mustafa ARMAĞAN, Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı)

PEYGAMBER EMÂNETİ

Osmanlı İmparatorluğu’nun Mısır’a gönderdiği son Hidiv II. Abbas Hilmi Paşa, 14 Temmuz 1874 tarihinde İskenderiye’de doğdu. Mısır Saray Okulunda ve Viyana Harp Akademisinde eğitim aldı. 1892’de yine Hidiv olan babasının vefatı üzerine 18 yaşında iken Mısır Hidivliğine getirildi. Yaşının küçük olması sebebiyle Ahmed Muhtar Paşa, yanında baş danışman olarak vazife aldı. Mısır’daki vazifesi müddetince İngilizlerle mücadele etti. 1893 yılında İstanbul’a gelerek Sultan Abdülhamîd-i Sânî ile görüşen Abbas Hilmi Paşa, buradan Avrupa’ya geçti. Bu boşluğu fırsat bilen İngilizler; Mısır’da karışıklık çıkararak Osmanlıların Mısır’daki otoritesini azalttı. 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması ile Abbas Hilmi Paşa’nın Hidivliği resmen sona erdi.

Abbas Hilmi Paşa, 20 Aralık 1944’te Cenevre’de vefat etti. Na‘şı Kahire’ye getirilerek Afîfî Türbesi’ne defnedildi.

***

Abbas Hilmi Paşa, bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördü. Kendisine;

“Medîne-i Münevvere’de bulunan Hâfız Ömer’i himayene al, getir.” dendi.

Üç gece üst üste aynı rüyayı gören Abbas Hilmi Paşa; maiyetiyle yola çıkıp Medîne-i Münevvere’ye varınca, Ömer Ziyâüddîn Efendi’yi bulup denildiği gibi onu himayesine aldı. Birlikte Mısır’a döndüler. Ömer Ziyâüddîn Efendi; Mısır’da Müntezeh Sarayı’na yerleştirilip sarayın hocalığını ve imamlığını yapmaya başladı. Abbas Hilmi Paşa, Ömer Ziyâüddîn Efendi’yi misafir ettiği yaklaşık 10 yıllık zaman zarfında; «Sen bana Peygamberim’in emanetisin.» diyerek o muhterem zâta, tazim ve hürmet gösterirdi.