«Meclis-i hümâyuna varmayışım, gayret-i ilmiyemin iktizâsıdır!» MOLLA HÜSREV EFENDİ

YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

“Kâfirler daha önce îmân etmemişlerse, kıyâmet günü îmân etmeleri ve amel-i sâlih işlemeleri kendilerine fayda vermez. Aynı şekilde âsî bir mü’min de kıyâmet gününden önce tevbe etmemiş ve pişmanlık duymamışsa, o gün pişmanlık duyup tevbe etmesi kendisine bir fayda temin etmez. Bundan maksat, o günkü îmânın ve o îmanla yapılan amel-i sâlihin fayda vermemesidir. Bu hüküm, kıyâmet gününe ait oluşu ve îmânın o günde edilmiş olması sebebiyledir!”

***

Bu ay sizlere, Mir‘atü’l-Usûl ve Gurerü’l-Ahkâm isimli eserleri ve bunların şerh ve hâşiyeleri uzun yıllar Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan; Dürerü’l-Hükkâm’ı, kadıların şer‘î hukuk alanında düştükleri ihtilâfları çözerken başvurdukları yarı resmî hukuk kaynağı olan bir büyük âlimimizi, Molla Hüsrev Mehmed Efendi’yi anlatmaya çalışacağım.

MERT OLAN, DOSTUNU TERK ETMEZ!

Molla Hüsrev; 1400 yılı civarında Sivas-Tokat bölgesinde bir köyde, rivâyete göre, babasının tekkesinin bulunduğu Yozgat/Yerköy’e bağlı, Kargın Köyü’nde dünyaya geldi. Asıl adı Mehmed’di. Babası, bir Türkmen boyu olan Varsak aşireti beylerinden Ferâmuz Bey’di.

Babasının vefatı üzerine, kendisini büyüten eniştesi (ablasının eşi) Hüsrev Bey’e nisbet ediliyor, kendisine; «Hüsrev’in kaynı» deniliyordu. Zaman içinde «kayın» sözü de unutulmuş, adı Hüsrev’e çıkmıştı! Küçük Mehmed, Halebî Medresesinde müderrislik yapan ağabeyinin teşvik ve yardımıyla Edirne’ye geldi. Sâdeddin Taftâzânî’nin talebelerinden olan Burhaneddin Haydar Herevî’den, Molla Yegân ve Şeyh Hamza gibi âlimlerden ders gördü. Daha sonra Bursa’ya geçti; Molla Fenârî’nin oğlu Bursa Kadısı Yûsuf Bâlî’den ders okuyup, icâzet aldı. Bir süre sonra, Edirne Şah Melek Medresesinde müderris olarak vazifeye başladı.

Sultan II. Mehmed; birinci defa tahta geçtiği zaman (1444) kendisini kazaskerliğe getirmiş, iki yıl sonra 1446’da saltanattan çekildiğinde, Molla Hüsrev dışında bütün bürokratlar kendisini terk etmişti. Şehzade Mehmed, kendisinin de onlarla beraber gitmesini tavsiye edince;

“–Hayır gitmem; zira mürüvvet, kişinin hem iktidarı zamanında, hem de iktidardan düşme döneminde dostunun yanında yer almaktır!” diye cevap vermişti. Fakat Sultan II. Murad, tahta yeniden cülûs edince onu Edirne kadısı tayin etmişti.

ÇAĞIN EBÛ HANÎFESİ!

Molla Hüsrev; Şehzade Mehmed yeniden tahta çıktığında (1451) padişah nezdinde büyük itibar sahibi olmuş, ayrıca fetih süresince, Fatih’i fethe teşvik eden kişiler arasında yer almıştı.

Fatih; fetihten sonra geleneklere göre hareket etmiş, ilk iş olarak şehrin en büyük kilisesi olan Ayasofya’yı camiye çevirmiş, ardından çevresindeki keşiş odalarının tahliyesini emretmiş, orasını medreseye çevirmişti. Bu geçici medresenin müderrisliğine getirilen Molla Hüsrev; 1459’da Hızır Bey’in vefatı üzerine İstanbul kadısı tayin edilecek, Eyüp, Galata ve Üsküdar kadılıkları da kendisine bağlanacaktı. Kadı efendi, bu bölgeleri vekilleri (nâibleri) vasıtasıyla idare edecekti.

Caminin yanı başında inşa edilen Ayasofya Medresesinin yeni binası, fetihten on üç yıl sonra 1466’da tamamlanıp hizmete girmiş, böylece İstanbul’un ilk medresesi (ya da dârülfünûnu) olmuştu. Bu ilim yuvası, asırlarca cemiyete hizmet verdikten sonra 1924’te belediye tarafından öksüzler yurdu hâline getirilecek, 1934’te -caminin müzeye çevrilmesinden sonra- eski eser özelliği taşımadığı gerekçesiyle (!) Müzeler Müdürlüğü tarafından yıktırılacaktı.

Molla Hüsrev’in talebeleri; sabah topluca hocalarının evine gider, kahvaltılarını onunla birlikte yaparlardı. Daha sonra hoca, atına biner ve talebeleri onun etrafında yaya olarak Ayasofya Medresesine gelirlerdi. Ders tamamlandığında, talebeleri yine aynı şekilde hocalarını evlerine kadar teşyî ederlerdi. Molla Hüsrev, Cuma günleri Ayasofya Camii’ne geldiğinde camide bulunan herkes ayağa kalkar, onun mihraba ulaşması için yol açardı. Fatih Sultan Mehmed ise, camide bulunduğu yerden ayağa kalkarak Molla Hüsrev’i seyreder ve onunla iftihar ederek, vezirlerine;

“–Molla Hüsrev, zamanın «Ebû Hanîfesi»dir!” derdi.

İLMİN HAYSİYETİ ADINA!

Fatih, bir sünnet düğünü sebebiyle ziyafet veriyordu. Molla Gûrânî’ye de bir haberci göndererek, kendisine ziyafette nereye oturmak istediğini sordurdu. Molla Gûrânî ise gönderilen kişiye şöyle dedi:

“Sizin bulunduğunuz mecliste bize düşen, sağınız ya da solunuzda oturmak gibi bir tercihte bulunmak değil, her an kıyamda (ayakta durup) emrinizi beklemektir.”

Bu cevap Fatih’e ulaşınca, sağına Molla Gûrânî’nin, soluna Molla Hüsrev’in oturacağını ifade buyurdu. Lâkin Molla Hüsrev bu duruma râzı olamadı, Hünkâr’a bir mektup göndererek, memnuniyetsizliğini şöyle açıkladı:

“Benim ol meclis-i hümâyûna varmayışım, gayret-i ilmiyemin iktizâsıdır!”

İstanbul Kadısı Molla Hüsrev; bu protokol krizi sonrası şehri terk ederek, hocası Yûsuf Bâlî’den ders aldığı Bursa’ya yerleşti, Emir Sultan yakınında Zeyniler’de bir arsa satın alarak, kendi adına bir medrese inşa ettirmeye başladı.

İnşa ettirdiği mütevâzı medresesinde talebe yetiştirmeye dönen Molla Hüsrev, ilmin haysiyetini muhafazada hassasiyet göstermiş, gerektiğinde bu yolda her makam ve mevkiin reddolunabileceği iradesini ortaya koymuştu.

REÎSÜ’L-ULEMÂ İDİ…

1469 yılıydı… Aradan yedi yıl geçmişti. Fatih Sultan Mehmed; bu haysiyetine düşkün fakîhinin sert davranışına rağmen, onu tekrar İstanbul’a davet etti, devletin en yüksek dînî otoritesi olan fetvâ makamına yani şeyhülislâmlık makamına getirdi. Böylece kendisinin, sadece Bizans surlarını yıkarak İstanbul’u fetheden değil, hassas kalpleri de fetheden asil bir sultan olduğunu gösterdi. Molla Hüsrev, vefatına kadar (1480) on bir yıl bu makamda kaldı.

Molla Hüsrev, maddî imkânları iyi olmasına rağmen mütevâzı bir hayat yaşamıştı. Vakur ve hayırseverdi, sûfî bir kişiliğe sahipti. Şeyh Vefâ Hazretleri dahî, zaman zaman kendisini ziyaret ederdi. Bursa’daki medresesini Zeyniler dergâhının yakınına yaptırmıştı.

İlmî araştırmalar yapmayı, idarî görevlere tercih ediyordu. Kadılık görevini dahî isteksiz kabul etmişti. Bu işleri boşuna zaman harcamak olarak görüyordu. Ancak, hukuk tatbikatının içine girmesinin kendisini bu sahada ihtiyaç duyulan ilmî çalışmalara sevk ettiğini, bunun kendisi için hayırlı bir imtihan olduğunu söylemeyi de ihmal etmiyordu. Başta fıkıh, usûl-i fıkıh olmak üzere tefsir, Arap edebiyatı, hüsn-i hat ve şiir alanında eserler verdi. Selefin kitaplarından her gün iki yaprak yazı istinsah etmeyi kendisine vazife edinmişti.* Sultan’ın huzûrunda yapılan ilmî tartışmalara «Reîsü’l-Ulemâ» sıfatıyla hakemlik ediyordu.

KAPALIÇARŞI’DA 160 DÜKKÂN!

Fatih, kendi adıyla anılan camisinin etrafında yaptırdığı Sahn-ı Seman Medresesinin eğitim ve öğretim programını hazırlamak üzere, Mahmud Paşa ve Ali Kuşçu ile birlikte Molla Hüsrev’i de davet etmişti.

Nice hayırlı hizmetlerle dolu bir ömrün sonunda; 1480 yılında 80 yaşlarında iken vefat eden Molla Hüsrev’in na‘şı, vasiyeti üzerine Bursa’ya götürülmüş ve şimdi yerinde yeller esen Hüsrev Medresesinin hazîresine defnedilmişti. Bu ünlü hukukçumuzun İstanbul’da yaptırdığı üç cami de Fatih ilçesi sınırları içindedir. Vefâ’da bulunan camiye ait çeşme, 1465’ten önce inşa edildiğinden, İstanbul’un günümüze ulaşan en eski çeşmesidir. Bundan başka Küçük Mustafa Paşa ve Sofular’da birer cami yaptırmıştı. Molla Hüsrev, bu hayır eserleri için 160’ı Kapalıçarşı’da olmak üzere 179 dükkân vakfetmişti.
____________

* Cürcânî’nin, Şerhü’l-Mevâkıf isimli eseri onun istinsâhıdır.