ERBİLLİ ES‘AD EFENDİ -kaddesallâhu sirrahu-

YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

«Duânın kabulü için birtakım şartlar var!»

ERBİLLİ ES‘AD EFENDİ -kaddesallâhu sirrahu-

Bir gün Efendi Hazretleri’ne «İttihad ve Terakkî» taraftarı biri gelip;

“–Allah; «Duâ ediniz, kabul edeyim.» (el-Bakara, 186) buyuruyor. Hâlbuki biz duâ ediyoruz, bir şey vermiyor, duâmızı kabul etmiyor. Acaba âyete yanlış mânâ mı veriliyor?” diye sormuştu. Hazret, şöyle cevap verdi:

“–Duânın kabulü için birtakım şartlar vardır. Şartlar yerine gelmeyince, şarta bağlı hüküm de gerçekleşmez. Duânın kabul olunmayışında, birtakım hikmetler gizlidir. Bazen duânın beklenen ve istenen şekilde kabul edilmeyişinde, kul için büyük bir hayır olabilir. Meselâ; sıtma hastasının canı bal istese, hemen verilmez. Çünkü bal, sıtmalı için zehir mesâbesindedir!”

***

Bu ay sizlere, «Kenzü’l-İrfân» isimli eserinde;

“Ümmetimin şereflileri, Kur’ân hâmilleridir.” (Taberânî, Beyhakî) hadîs-i şerîfini;

“O şerefliler, sadece Kur’ân hâfızları değil; Kur’ân tilâvetine devam eden, ahkâmıyla amel eden, teheccüd namazını kılan ve gecelerini zikirle ihyâ eden kimselerdir!” şeklinde şerh eden bir Allah dostundan, Erbilli Muhammed Es‘ad Efendi’den söz edeceğim.

MECLİS-İ MEŞÂYİH ÂZÂSI!

Muhammed Es‘ad Efendi, 1847’de Musul’un Erbil kasabasında dünyaya geldi. Babası, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin Erbil’de yaptırdığı Hâlidî Tekkesi’nin Şeyhi, Muhammed Said Efendi’ydi. Tahsilini Erbil ve Deyr’de tamamlayan Es‘ad Efendi; 23 yaşında iken Nakşî-Hâlidî Şeyhi Tâhâ el-Harîrî’ye intisâb etmiş, beşinci yılın sonunda sülûkunu tamamlayarak hilâfet almış, ardından aynı yıl hac farîzasını yerine getirmişti. Şeyhinin vefatı üzerine İstanbul’a gelen ve Beşir Ağa Dergâhı’nda misafir edilen Es‘ad Efendi, daha sonra Çarşıkapı’daki Molla Pîrî Camii’nin müezzin odasına yerleşti. Fatih Camii’nde Hâfız Dîvânı ve Molla Câmî’nin «Lüccetü’l-Esrâr» adlı eserini okutuyordu.

Bu arada Sultan II. Abdülhamid’in damadı, kendisini saraya davet ederek sohbetlerinden istifade etmeye başladı. Ardından Meclis-i Meşâyih âzâlığına getirildi. Aynı yıl, Şehremini Odabaşı’ndaki Kādirî meşâyihine ait Kelâmî Dergâhı’na şeyh tayin edildi ve «Kenzü’l-İrfân» isimli eserini telife başladı. 1900’de Sultan Abdülhamid tarafından Erbil’e gönderildi, orada kendisi için inşa edilen tekkede yıllarca hizmet etti. 1908’de İstanbul’daki Kelâmî Dergâhı’na yeniden dönerek, irşad hizmetine devam eden Es‘ad Efendi; cemiyet meselelerine de uzak kalmadı. Cemiyet-i Sûfiyye’ye ikinci reis seçildi. «Tasavvuf» ve «Beyânü’l-Hak» isimli mecmûalarda tasavvufî yazılar yazdı.

YAĞ ERİYİP KAYBOLMUŞTU!

Ekmekçi Mehmed Efendi, başından geçen bir hâtırayı şöyle naklediyor:

Konya’nın meşhur fennî fırınında ekmekçilik yapıyordum. Şeyh Efendimiz’e yeni intisâb etmiş, lâkin mübârek yüzünü görmemiştim. Bir gün Konyalı bir ihvânımız yanıma gelip hâl-hatır sorduktan sonra;

“Ben İstanbul’a, Üstâdımız Hazretleri’ni ziyarete gitmiştim. Bana;

«Konya’daki Ekmekçi Efendi’yi tanır mısın?» diyerek, seni sordu. Tanıdığımı söyleyince de;

«Ona selâm söyle, bize somun göndersin!» dedi.” Anladım ki Hazret beni istiyor. Hemen işimi bıraktım, pişirdiğim taze somunları bir heybeye doldurdum ve kara trene bindiğim gibi İstanbul’a vardım. O zaman tren Dersaâdet’e üç günde giderdi. Tabiî ki ekmeklerimin hepsi kurumuştu… Ben daha dergâha varmadan Üstâdımız;

“–Konya’dan Ekmekçi Mehmed Efendi geliyor, karşılayın!” buyurmuşlar… Dergâhın kapısına varınca ihvanlar koşup geldiler;

“–Efendi Hazretleri sizi istiyor!” diyerek, sofaya aldılar. Ekmek heybemi bir kenara koymuş beklerken, mübârek Sultanım teşrif buyurdular. Selâm verip;

“–Hoş geldin!” dediler. Mübârek ellerini öptükten sonra, gösterdiği yere oturdum.

“Somun ekmek göndersin, diye haber göndermiştim, getirmedin mi?” dediler.

“–Getirdim, ama kuruyup gittiler!” diye cevap verdim. Hemen beyaz bir muşamba getirip açtılar, bir tabak da tereyağı getirdiler. Heybeden ekmekleri çıkarmamı söyleyince, kurumuş somunları usulca sofraya dizdim. Mübârek elleriyle ekmekleri yarıp aralarını tereyağı ile doldurdular. Sonra da üzerlerini kapattılar. İhvanlar sofraya dizilince;

“–Buyurunuz!” dediler. Elimi ekmeğe dokundurduğumda fırından yeni çıkmış gibi sıcacıktı ve tereyağı, içinde eriyip kaybolmuştu! Ağlamaya başladım… Üstâdım ise hem yiyor hem de bana bakarak gülümsüyordu!

AL EVLÂDIM, AL!

1914’te yeniden Meclis-i Meşâyih âzâlığına getirilen Es‘ad Efendi, aynı yıl Sultan Mehmed Reşad tarafından Surre Emîni olarak hacca gönderilmişti. Hazret, Kelâmî Dergâhı’ndaki görevinin yanı sıra zaman zaman Üsküdar’daki Selîmiye Dergâhı’na da gidiyor, irşad faaliyetini sürdürüyordu. Bu faaliyet, tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar böyle devam etti.

***

1925 sonrasıydı. Es‘ad Efendi, Erenköy’deki beyaz köşke yerleşmişti. O sırada şehrin varlıklı esnaflarından biri, Efendi Hazretleri’nin adını duymuş, ziyaretine gelmek istemişti. Sorup soruşturmuş köşkün yerini öğrenmişti. Fakat köşkü görünce;

“–Bu nasıl şeyh böyle, ne kadar şâşaalı köşkü var?” diye düşünmüştü. İzin alıp Hazret’in huzûruna çıktı. İçeriye girince hayreti bir kat daha artmıştı. Çünkü zemin, nâdîde halılarla; odalar, değerli mobilyalarla donatılmıştı. Hazret’in sırtında ise pek ender rastlanan samur bir kürk görünüyordu. Zengin ziyaretçi; «Bu ne konfor böyle, sırtında da samur kürk!» diye mırıldanmaktan kendini alamamıştı.

Şeyhin elini usulca öptükten sonra gösterilen yere oturdu. Hazret;

“–Hoş geldiniz!” diyerek, tebessüm etmişti. Başka bir şey konuşmalarına fırsat kalmadan kapı açılmış, içeriye derviş kılıklı fukarâ bir adam girmişti. Selâm verdikten sonra;

“–Efendi Hazretleri, güz geldi, havalar soğumaya başladı. Eski bir pardösü veya palto gibi bir şeyiniz varsa istemeye geldim.” dedi. Es‘ad Efendi, hiç tereddüt etmeden sırtındaki samur kürkü çıkardı ve;

“–Al evlâdım!” diyerek, dervişe uzattı. Az sonra derviş izin alıp, sevinerek huzurdan ayrıldı.

ARADA VASITAYIZ!

O sırada Hazret’i ziyarete gelen zengin bir ihvan, yolda fakir dervişle karşılaşmış ve elindeki samur kürkü fark etmişti. «Eğer satarsa; ondan bu değerli kürkü alayım, Efendime hediye edeyim, o bütün güzelliklere lâyıktır.» diye düşünüyordu. Dervişle selâmlaştıktan sonra sordu:

“–Arkadaş, bu kürkü satar mısın?”

“–Satarım!”

“–Ne istersin?”

“–100 lira!”

“–Al sana 300 lira!”

İhvan kürkü almış ve köşke doğru yönelmiş, fukarâ da kazandığı çok paraya sevinerek hanesinin yolunu tutmuştu. Kürkün yeni sahibi köşke geldi ve elindeki samur kürkle şeyhinin huzûruna vardı. Selâm verdikten sonra;

“–Efendime lâyık küçük bir hediye getirdim, lütfen kabul buyurun.” dedi.

Ziyarete gelen varlıklı esnaf hâlâ oradaydı. Es‘ad Efendi;

“–Ört evlâdım, ört!” diyerek sırtını işaret etmişti. Kürk sırtına konulduktan sonra, huzûrunda hayretle vaziyeti seyreden esnafa döndü ve;

“İşte bizim işimiz böyle… Biri götürür, öbürü getirir, biz arada vasıtayız… Bu gördüğün şeylerin hepsi emânettir. Sizi meşgul ettiği kadar bizi meşgul etmez… Rabbimizle aramıza girmez.” buyurdu. Zengin esnaf özür dileyerek, Hazret’e mürid olmak istediğini söyledi…

***

Es‘ad Efendi; tekkeler kapatıldıktan sonra uzun süre inzivâya çekildiği evinde, sürekli polis gözetimi altında tutuluyordu. Sonunda, 1930 yılı Aralık ayında Menemen Hâdisesi’yle ilgili olduğu iddiasıyla evinden alınarak, oğlu Mehmed Ali Efendi ile birlikte Menemen’e götürüldü ve orada idam talebiyle yargılandı. Hakkında verilen idam cezası, yaşlılığı sebebiyle müebbet hapse çevrildi, oğlu ise idam edildi!

Es‘ad Efendi birkaç ay sonra, 3 Mart 1931’de Menemen Askerî Hastahânesi’nde tedavi edildiği sırada, (84 yaşında iken) vefat etti. Hastahânede zehirlendiği şeklindeki rivâyet, canlılığını hâlâ korumaktadır. Nur içinde yatsın!