ORTA ÇAĞ’DA RUSLAR

YAZAR : Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com

KARADENİZ’İN KUZEYİNDE HÂKİMİYET

Milâttan önceki yüzyıllardan itibaren aralarında Türk boylarının da olduğu çeşitli kavimler, Orta Asya’dan; Karadeniz’in kuzeyindeki Don-Volga ve Dinyeper Nehirlerinin bulunduğu topraklara göç etmişler, buralarda değişik aralıklarla hükümranlıklar oluşturmuşlardı. Zamanla bu topluluklar, batıdan gelen Slav kabîleleriyle kaynaşarak günümüz Rus toplumunun atalarını oluşturdu.

Rusların ilk siyasî organizasyonu gerçekleştirdikleri yerler, Kiev ve Novograd’dı. 862 yılında İlmen ve Ladoga Gölleri civarında Novograd’da (yeni şehir) devlet yapılaşmasını gerçekleştiren İskandinav kökenli Rurik; Rusların ilk siyasî kişiliği olarak bilinmektedir. Prens Rurik’in vârisi olan Oleg, 882 yılında Kiev’in kontrolünü de ele geçirerek Rus hâkimiyetinin temellerini atmış oldu.

Ruslar, 13. asırdaki Moğol işgaline kadar, bölgede kendi hâlinde prenslikler (knezlikler) şeklinde yaşamakta ve kürk ticaretiyle geçinmekteydiler.

Bizans’la ticarî ilişkiler; ekonomik, sosyal ve dînî açıdan etkileşimi beraberinde getiriyordu. Bizans’ın başkenti İstanbul’a ticaret için gönderilen heyetler ve güvenliklerini sağlayan askerler; Bizans kültüründen hattâ Ortodoksluktan etkilenmekteydi. Hazar Denizi ve Kafkaslarda etkili bir diğer güç de Hazarlardı. Hazarlar; bir yandan Rus knezlikleriyle, öte yandan İtil Bulgarlarıyla yoğun bir ticarî münasebet içindeydi. Hazar Kağanlığı, kuzey ve doğu ticaret yolları üzerinde bulunmakta ve ticaretten kaynaklanan sosyal ve kültürel etkileşimin yoğun yaşandığı bir bölgeyi denetim altında tutmaktaydı. Hazarlar, Hazret-i Osman’dan itibaren Orta Avrupa güzergâhında ticarî ve askerî faaliyetler içerisindeki müslümanlara karşı set vazifesi görmekteydi. Tüm engelleme çabalarına rağmen Volga kıyılarına hâkim olan İtil (Volga) Bulgarlarının yoğun olarak yaşadığı bölgelerde 9. asırdan itibaren güçlü İslâm toplulukları oluşmuştu. Hattâ 921-922 yıllarında Bulgarlar ile Abbâsî Halîfesi arasında karşılıklı elçiler gönderilmişti. Bunun sonucunda İslâm âleminin en kuzeyinde yeni müslüman devleti olarak İtil Bulgar Devleti resmen tanınmış oluyordu. Bulgar Devleti’nin yöneticileri gerçekte Hazar Kağanlığı’ndan bağımsızlığını kazanmışlar ancak belirli zamana kadar formalite icabı onların iktidarı yörüngesinde görünmeyi tercih etmişlerdi.1

İtil Bulgar Devleti, Rus Kiev Knezi Vladimir ile 985 yılında barış antlaşması imzalayarak otoritesini daha da pekiştirdi. Böylece İtil Bulgarları, Ruslar tarafından da resmen tanınmış oldu. Ruslarla bir barış antlaşması imzalanması, İtil Bulgar Devleti’nin artık tamamen bağımsız bir devlet konumuna yükseldiğini ispatlamaktadır. Bundan sonra 10. yüzyılın sonlarında Bulgarlar Sura Nehri çevresindeki Burtasları hâkimiyetleri altına almış ve Doğu Avrupa’nın önemli bir devletini meydana getirmişlerdir. Bu sıralarda İslâmiyet bütün İtil Bulgar topraklarında tam olarak kabul edilmiştir.

RUSLARIN ORTODOKSLUĞU BENİMSEMESİ

Ruslar önceleri putperest bir toplumdu. İslâmiyet’in; doğuşundan itibaren başta Suriye, Mısır ve Anadolu’da etkili bir biçimde süratle yayılması ve bu topraklarda yaşayanların da kitleler hâlinde müslüman olması, Bizans İmparatorluğu’nu endişeye sevk etmişti. Kaybettikleri kitleleri kazanmak ve yeni topluluklara açılmak amacıyla Bizans, başta Balkanlar olmak üzere Slav toplulukları üzerinde Ortodoksluğu yaymak istiyor ve bu yönde çeşitli faaliyetlerde bulunuyordu. Nitekim 10. asrın son çeyreğinde Balkan Bulgarlarının Ortodoksluğu benimsemesi, Bizans’ın Ruslar üzerindeki misyonerlik faaliyetlerini artırma isteğini kamçıladı. Bu misyonerlik faaliyetleri sırasında Bizanslı rahipler; İslâmiyet’le ilgili son derece olumsuz ve yanıltıcı yorumlar yaparak, Rusya topraklarında zaten şehirlerde etkili olan İslâmiyet’in kır bölgelerine de yayılmasını önlemekteydiler. Bizanslı misyonerler; asırların verdiği eziklik ve intikam duyguları ile, temas kurdukları Rus topluluklarına, İslâm düşmanlığını aşıladıkları gibi Hıristiyanlığı da benimsetmekteydiler. Bu çabalar sonucunda başlayan hıristiyanlaştırma süreci giderek hız kazandı. Moskova Prensi Vladimir Svyatoslaviç’in (956-1015) Hıristiyanlığı resmen kabul etmesi ise Rusya tarihinin dönüm noktasını teşkil etti. Rusya’nın Hıristiyanlığı benimsemesi; sadece Slavlar arasında dînî birliği sağlamakla kalmamış, aynı zamanda Rus topluluklarını yeni bir hedef etrafında da birleştirmişti. Kendilerini Bizans’ın vârisleri olarak gören Rus prensleri ve çarlar; daima kiliseyi kontrol altında tutmuş, kiliseden güç almış ve geniş Rusya topraklarına ve yakın komşularına karşı Ortodoksluğu yayma ve koruma adına, yaygın faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Bizans’ın çabaları sonucu Rusların Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebini benimsemesi, Rus kültür hayatında canlılık meydana getirdi. Yine Bizans’ın etkisiyle Kiril alfabesini kullanmaya başlayan Ruslar, yazı diline de sahip oldular.2

Esasen putperestlikten Ortodoksluğa geçişle birlikte Rusların ve diğer Slav topluluklarının karakterlerinde bir yumuşama meydana gelmiş, birçok barbar âdetler de bu sayede bırakılmıştı. Bu arada Macar krallarının müdahaleleri ve etkileriyle; Ukrayna’da Ortodoks Ruslardan ayrı, bir de Katoliklik etkisinde ayrı bir Slav topluluğu meydana gelmişti.

Dünyada Rusya kadar yayılan ve yayıldığı bölgelerde hâkimiyetini ve nüfuzunu her şartta sürdüren bir başka sömürge imparatorluğu olmamıştır.

MOĞOLLARIN RUSYA’YI İŞGAL ETMELERİ VE ALTINORDA HANLIĞI’NIN KURULMASI

Moğol Hükümdarı Cengiz Han (1167-1227) başarılı geçen Türkistan Seferi’nin ardından, kumandanlarından Cebe Noyan ve Sübidey Batur’a; Kuzey Kafkasya ve Kumanların memleketine yönelmelerini emretmişti. Bu durum karşısında Kumanlar, Rus prensliklerinden yardım istediler. Fakat prensliklerin yardım etmeleri de Kumanların yenilmesini önleyemedi. Böylelikle Ruslar dolaylı olarak ilk büyük Moğol darbesini yemiş oldular. Nihayet 1237 yılında Batu Han kesin istîlâ hareketlerine girişerek Ruslara ikinci büyük darbeyi indirdi ve Kiev’deki son direnci de kırarak Rusları, Moğol hâkimiyeti altına aldı. Moğollar, Rusları kontrol altına almalarına rağmen iç işlerine karışmadılar. Rus knezleri, Moğol Hanı’na bağlılık göstererek iç işlerinde serbest, genelde barış içerisinde hayatlarını sürdürdüler.3

___________________

1 Dinçer KOÇ, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Rus Kaynaklarına Göre İlk Müslüman-Türk Devleti: İtil Bulgar Devleti, Doktora Tezi.

2 Akdes Nimet KURAT, Rusya Tarihi, TTK Basımevi, 1987, s. 32.

3 Mehmet SARAY, Başlangıcından Petro’ya Kadar Türk-Rus Münasebetlerine Genel Bir Bakış, İst. Üniv. Tarih Dergisi, 1994, s. 194.