YILDIZLAR GÖĞÜ KAPLAMADAN

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@hotmail.com

Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd el-Ensârî -radıyallâhu anh-, Hazrec kabîlesinin Neccaroğulları kolundandır. Hicretten iki yıl önce hanımı Ümmü Eyyûb ile birlikte İslâm’a girerek Medineli müslümanların ilklerinden oldu. Hicretten sonra Efendimiz’i evinde ağırlama şerefine erdi ve muâhât uygulamasında muhâcirlerden Mus‘ab bin Umeyr ile kardeş oldu. Hazret-i Peygamber’in vahiy kâtiplerinden olan Eyüp Sultan Hazretleri, bütün gazvelerde Peygamberimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in civarında harp eden fedâîlerden oldu. Hazret-i Hâlid bin Zeyd, ömrünün ilerleyen kısmında da cihâdı asla bırakmadı. Yaşlı ve hasta olmasına rağmen Şam’dan İstanbul’a fetih için sefer düzenlendiğini duyunca orduya dâhil oldu. Durumu ağırlaşınca, naaşının mümkün olan en ileri noktaya defnedilmesini vasiyet etti. İstanbul’un mânevî fatihinin bu arzusu 4 Mayıs 672 tarihinde gerçekleşti. Eyüp Sultan’ın kabri, fethin ardından Akşemseddin Hazretleri tarafından keşfen tespit edildi. Fatih Sultan Mehmet Han da kabrine türbe ve kabrin yanına da bir cami inşa ettirdi.

***

Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh- bir ara Mısır’a gitti. Bir akşam, vali Ukbe bin Âmir; namaza geç kaldı. Namazı vakti içinde fakat geç kıldırdı. Ebû Eyyûb Hazretleri namazdan sonra valiye şöyle seslendi:

“–Ey Ukbe! Sevgili Peygamberimiz;

«Akşam namazını, yıldızların gökyüzünü kaplamasına kadar geciktirmeyiniz.» buyurdukları hâlde namazı niçin bu kadar geciktirdin?”

Ukbe, meşguliyeti sebebiyle bu gecikmenin olduğunu söyleyince Ebû Eyyûb Hazretleri;

“–Yemin ederim ki, senin bu yaptığını görerek, halkın, Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in de böyle yaptığını zannetmesinden endişe ederim.” buyurarak valiyi ikaz etti. Sünnete sarılmanın önemini göstermiş oldu.

BU GÖMLEĞİ GİYMEK DE ATEŞ, GİYMEMEK DE…

I. Alâaddin Keykûbat 1192’de doğdu. Doğum yeri tam olarak bilinmemektedir. Türk-İslâm geleneğine göre fevkalâde bir şekilde yetiştirilen Selçuklu Sultanı, İslâmî ilimlerin yanında astronomi ilmini de tahsil etti. 1205’te Tokat valiliğine tayin edilerek devlet idaresinde tecrübe kazandı. Ağabeyi I. İzzeddin Keykâvus’un ardından tahta geçti. Ermenilerin elindeki Kalonoros Kalesi’ni alarak fethettiği şehre, ismine izâfeten Alâiyye (bugünkü Alanya) ismi verildi. Bunun yanında Anadolu’nun çeşitli yerlerine seferler düzenleyerek buralarda kaleler inşa ettirmek sûretiyle Anadolu’yu Moğol İstîlâsı’ndan korudu.

Onun bu muvaffakıyetlerinin sırrını izah sadedinde; atabeyi Celâleddin Karatay, Sultan’ın 18 sene hizmetinde bulunduğunu ve Sultan’ı, daima gecelerin üçte birinde istirahat edip geri kalan zamanda Kur’ân, namaz, duâ veya çalışmakla meşgul gördüğünü anlatır.

I. Alâaddin Keykûbat; ilim erbâbına daima hürmet eder, onları kendi memleketine davet ederdi. Nitekim Mevlânâ Hazretleri’nin babası Bahâeddin Veled de Belh’ten Sultan’ın davetiyle gelen ulemâdandır.

Saltanatı boyunca inşa ettirdiği, idarî ve askerî bakımdan büyük önem arz eden birçok eser, günümüzde hâlen ayaktadır. Alâaddin Keykûbat, 30 Mayıs 1237 tarihinde Kayseri’de verdiği bir ziyafette zehirlenmek sûretiyle şehid edildi. Kabri, Konya Alâaddin Tepesi’ndeki türbesindedir.

***

Alâaddin Keykûbat bir gece geç vakitte sarayın gizli bir kapısından kimseye görünmeden çıkıp şöyle kenar mahallelerde dolaşmak ister. Bir koyun ağılına gözü ilişir. Çobana selâm verip oturur.

Çoban;

“–Hoş geldiniz!” diyerek padişahın elini öper, hâl-hatırdan sonra süt ve azığından ikram eder. Sultan; devlet idaresinin zorluğundan, devletin düşmanlarının çokluğundan bahsedip, imkânı olsa sultanlığı bırakacağını söyleyince çoban;

“–Sultanım, sizin gibi dirâyetli bir hükümdar nerede bulunur? Anadolu yeniden Türk vatanı olacak, Orta Asya’dan bu kadar Türkmen geliyor, onların iskân edilmesi, onlara yurt ve yuva verilmesi gibi Selçuklu’nun o kadar işi varken nereye gideceksiniz? Eğer bırakırsanız ehil olmayan birisi gelir. Yarın âhirette Allah sizi sorumlu tutar.” der. Bu sözler Sultan’ın çok hoşuna gider, bir çobandan böyle vatanperverâne sözler duyduğuna çok sevinir ve zaman zaman onu ziyaret eder. (Mehmet EMİROĞLU – «Geçmişin Penceresinden», s. 26-27)

İHSAN KABUL EDEMEM!

Son Osmanlı padişahı Sultan Mehmed Vahîdeddin Han 2 Şubat 1861’de İstanbul’da doğdu.

4 Temmuz 1918’de ağabeyi Sultan Reşad’ın vefat ettiği gün padişah ve İslâm halîfesi oldu.

4 Temmuz 1918’de, I. Dünya Savaşı biterken tahta çıktı. İstanbul, 16 Mart 1920’de İtilâf Devletleri tarafından işgal edildi. İstiklâl Harbi’nden sonra TBMM hükûmeti 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırıldığını bir kanun ile ilân edince Sultan Vahîdeddin, 17 Kasım 1922 Cuma günü Dolmabahçe Sarayı’ndan Malaya adlı harp gemisiyle Malta’ya gitti. Hacca gittikten sonra İtalya’da yaşamak mecburiyetinde kaldı.

Sultan Vahîdeddin, 16 Mayıs 1926’da İtalya’da vefat etti. Borçlardan dolayı hacze mâruz kalan cenazesi Şam’a getirilerek Sultan Selim Camii kabristanına defnedildi.

***

Sultan Vahîdeddin Han, İtalya’ya sürgün gittiği zaman, San Remo’da kiralık bir villâda kalmaya başladı. Oradayken Kral Emanuel, Vahîdeddin Han’a bir yaver gönderip;

“Ülkenin muhtelif yerlerinde saraylarım vardır. Nerede oturmak istiyorsa emrine âmâdedir. Kendisine aylık belli bir miktar liret tahsis edilmiştir.” diye haber gönderdi.

Sultan Vahîdeddin bunların hiçbirisini kabul etmedi.

Yaveri Miralay Fahri ENGİN o sırada tercümanlık yapıyordu;

“–Efendim bu kadar ikramı reddediyorsunuz. Herhâlde mutfağınızda kuru soğan bile olmadığını bilmiyorsunuz?!.” dedi.

Bunun üzerine Sultan Vahîdeddin;

“–Fahri Bey, maiyyetimde bulunmaya mecbur değilsiniz. Zor geliyorsa ayrılınız. Ben müslümanların halîfesi sıfatıyla bir gayr-i müslim hükümdarın ihsanını kabul edemem!” dedi.

TEŞVÎŞ-İ HUZÛR ETME!

İbnülemin Mahmud Kemal İNAL, 17 Kasım 1870 tarihinde İstanbul Beyazıt’ta dünyaya geldi. Soyu baba tarafından Hazret-i Hüseyin’e dayanır. İbnülemin, ilk eğitimine Mercan Ağa Sıbyan Mektebinde başladı ve 1885’te Şeyhzâde Rüşdiyesinden mezun oldu. Daha sonra Mekteb-i Mülkiyenin yatılı kısmına kaydoldu. Ancak buradan öğrenimini bitirmeden ayrılıp dinleyici olarak Mekteb-i Hukuk derslerine devam etti. İnal, küçük yaşta önce babasından daha sonra da konaklarına gelen dönemin tanınmış hocalarından özel dersler aldı. Bunlar arasında Mehmed Âkif’in babası Fatih müderrisi İpekli Mehmed Tâhir Efendi de bulunmaktadır. Bunun yanında tefsir, hadis ve Fars edebiyatı okudu. Hattat Hasan Tahsin Efendi’den hüsn-i hat meşk etti ve icâzet almaya muvaffak oldu. İbnülemin, devlet kademelerinde çeşitli memuriyetlerde bulundu. 1914’te vakıflara ait sanat eserlerini koruma amacıyla Süleymaniye Camii İmâreti içinde Evkâf-ı İslâmiyye Müzesini kurdu. 1922 yılında Dîvân-ı Hümâyun beylikçiliğine, 1923’te Târîh-i Osmânî Encümeni üyeliğine, 1925’te tekrar Evkâf-ı İslâmiyye Müzesi başkanlığına getirildi. 1927’de atandığı Türk ve İslâm Eserleri Müzesi müdürlüğünden 1935 yılında emekliye ayrıldı. İbnülemin, 24 Mayıs 1957 tarihinde vefat etti. Kabri, Merkez Efendi Kabristanı’ndadır.

***

Şair Florinalı Nazım, onu her gün ziyaret ediyordu. Ardı arkası kesilmeyen bu ziyaretlerden sıkılan Mahmud Kemal Bey, ziyaretçisini kırmamak için bir şey demeyip, sabrediyordu. Fakat bir gün dayanamayıp, şu dörtlüğü söylemek zorunda kaldı:

Birtakım lâf ile teşvîş-i huzur
Etme ey şâir-i bî şi‘r u şuur!
Her dakîka bana gelmektense;
Yılda bir kendine gelsen ne olur?!.