MÜBÂREK AĞIZLARI VE KONUŞMALARI*

ŞAİR : SEYRÎ (M. ALİ EŞMELİ)

Ne büyüktür ne küçük ağzı O’nun,
En güzel, en yücedir lâfzı O’nun.

Mîme benzerdi, asil goncaydı,
Leb-i deryâsı da hoş bir yaydı.

Oradan yaydı mübârek dîni,
Oradan saçtı kelâm incisini.

Hiç beyânında O’nun yoktu hevâ,
Her ne söylerse Nebî, oldu devâ.

Çekti Allah yüce tuğrâ, özüne,
Ve «hadis» dendi O’nun her sözüne.

Kimi sarmışsa O’nun söz dokusu,
Onu kaplardı Nebî’nin kokusu.

O güzel mis koku, günlerce kalır,
Gönlü eylerdi ferahnâk o ıtır.

Her kelâmında özellik vardı,
Tatlılık vardı, güzellik vardı.

Dinleyen kul köle olmuştu O’na,
Cân u dilden dediler: «Âmennâ!»

Kîl ü kãl yoktu derûnunda bile,
Hoş sadâlar ile hükmetti dile.

Bir defâ etmedi mâlâyâni,
Tüm konuşmuşluğu, Allah vezni.

O ağız, müşriğe ettikte nidâ,
Müslümân eyledi kavlinde edâ.

Tâne tâneydi hitâb eylemesi,
Öyle tatlıydı ki söz söylemesi,

Başta kuş var gibi dinlerdi duyan,
Oldu ashâb O’na cân içre uyan…

Görse bir gönlü, yanarken korusu,
Sözü serperdi hemen kevser-su.

Itr-ı reyhandı muhâtaplarına,
Sundu gül çâreyi bîtaplarına.

Bin bir âsî nice müşrikler ile,
Mesti etmişti Ebû Cehl’i bile…

Çünkü Allah’la konuşmuştu dili,
Ayrı bir mûcizedir her kavli.

Dinleyen kimse gönülden sözünü,
Hemen ezberledi, nûr etti günü.

Sözü her yangına rahmet saçtı,
Çölde, cennetteki güller açtı…

Ne kelâm eylese hep hikmetti,
Yüce ashâba neler öğretti..

Bir ekip biçti O, binlerce başak,
Sözünün hâli, pamuktan yumuşak.

Ne zaman çıksa fakat hutbesine,
Orda yüklerdi mehâbet sesine,

Titretip minberi sarsardı sözü,
Dosta hoş, düşmana müthişti özü!

Özden eylerdi O, coşkuyla kelâm,
Aynı coşkuyla da eylerdi tamam.
vezni: feilâtün / feilâtün / feilün
(fâilâtün) (fa‘lün)

*Hilye-i Şerîfe’den bir bölüm.