Dîni Anlatmada SAMİMİYET, HİKMET VE HASBÎLİK

YAZAR : Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

Günümüzde her şeye olduğu gibi dînî bilgilere de ulaşmak artık çok kolay. Çocukların psikolojik gelişimleri de düşünülerek, her yaş grubu için farklı farklı hazırlanmış cicili bicili sayısız dînî neşriyat var. Onların dînî gelişimlerine katkı sağlasın diye; grup oyunları, mukaddes yerlere geziler, hediyeli yarışmalar düzenleniyor. Dîni tanımaya ve anlamaya yönelik benzer imkânlar, yetişkinler için de söz konusu. Yazılı ve görüntülü medyada, internette, Kur’ân kurslarında, camilerde, çeşitli vakıf ve derneklerde her türlü imkânı bulmak mümkün. Fakat son yıllarda bu kadar imkâna rağmen; dînî pratikleri (dînin vecîbelerini, ibâdetleri) uygulayanların sayısı, artmak yerine düşüşe geçti!

Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Vakfı’nın desteğiyle Prof. Dr. Hakan YILMAZ’ın yöneticiliğinde gerçekleştirilen «Türkiye’de Muhafazakârlık: Aile, Cinsellik, Din» konulu ikinci araştırmanın sonuçları, Kasım 2012’de açıklandı. Araştırmaya göre kendini dindar görenlerin oranı hafif bir şekilde düştü, ancak hâlâ yüzde 88,9 gibi yüksek bir oranda. Öte yandan ibâdetlerde dikkate değer bir gerileme söz konusu.

“Hiç namaz kılmam.” diyenlerin oranı, altı yılda yüzde 18,7’den yüzde 20,5’e çıkarken;

“Her gün beş vakit kılarım.” diyenlerin oranı, yüzde 33,5’tan yüzde 28,2’ye;

“Ramazan boyunca oruç tutarım.” diyenlerin oranı da yüzde 60,4’ten yüzde 53,1’e geriledi.

İbâdet etmeyenlerden duyulan rahatsızlıkta da ciddî bir gerileme var.

Son altı yılda;

Oruç tutmayanlardan rahatsız olanların oranı, yüzde 33,3’ten yüzde 25,4’e;

Namaz kılmayanlardan rahatsız olanların oranı da yüzde 26,4’ten yüzde 18,6’ya;

Başını örtmeyenlerden rahatsız olanların oranı, yüzde 21,9’dan yüzde 14,1’e düştü.1

Bir de daha eski bir araştırma var. Tarhan ERDEM yönetimindeki KONDA’nın Milliyet Gazetesi için yaptığı; «Gündelik Yaşamda Din, Lâiklik ve Türban» araştırması, örtünme ve türban konularında ilginç veriler ortaya koyuyor. Son dört yılda (2003-2007) başını örtenlerin oranı yüzde 64,2’den 69,4’e yükselmiş. Namaz kılma alışkanlığı sorulduğunda; başörtüsü kullananların yüzde 56,6’sı, türban kullananların yüzde 66,4’ü, çarşaf kullananların yüzde 83,9’u düzenli olarak namaz kıldığını söylemiş. Kur’ân okuma alışkanlığı sorulduğunda; başörtüsü kullananların yüzde 30,2’si, türban kullananların yüzde 41,5’i, çarşaf kullananların yüzde 69,4’ü düzenli Kur’ân okuduğunu söylemiş. Oruç sorulduğunda ise başörtüsü kullananların yüzde 90,3’ü, türban kullananların yüzde 95,8’i, çarşaf kullananların yüzde 96,8’i düzenli oruç tuttuğunu söylemiş.2

Elbette namaz, oruç, örtü gibi dînî pratikler Allah ile kul arasındaki konulardır. Fakat bu ibâdetlerin bir de dünya hayatına dönük faydaları vardır ki bunlar arasında; namazın kötülüklerden alıkoyması; orucun merhamet, yardım duygularını canlandırması; örtünün kadını kötülerden ve kötü bakışlardan koruması; toplum âsâyişini korumada etkili olanlardan birkaçıdır. Son yıllarda şahsa ve mala karşı işlenen suçlardaki artış da dikkate değerdir!

Araştırma sonuçlarına göre daha fazla özgürlük, demokrasi, hoşgörü, diyalog çabaları sonuç vermiş gibi görünüyor; lâkin dînî pratikleri uygulamadaki sonuç, hem şaşırtıyor hem de üzüyor. Bu kadar imkâna rağmen nerede hata yapılıyor? Hele hele başını örtmesine, kendini dindar görmesine rağmen; kötülüklerden alıkoyan namaz ve sabrı, empatiyi, yardımlaşmayı öğreten oruç ibâdetlerinde insanların bu kadar gevşek olmasındaki sebep nedir? Dîni nasıl anlatmalı, neler yapmalı ki iki dünya saâdetini de temine muktedir olan dînin -ibâdetiyle, muâmelâtıyla- daha iyi ve yoğun yaşanması mümkün olsun?

Dîni anlatmanın biricik yolu elbette ki öncelikle Hazret-i Peygamber’i anlatmaktan geçer. O’nu anlatarak, sevdirmeye çalışarak dîni öğretmek hem kolaydır hem de etkili. Zira küçüklerin olduğu kadar büyüklerin de şimdiki kişilik gelişimcilerin; «role model» dedikleri örnek şahsiyetlere ihtiyaçları vardır. Öğretmen, imam, ebeveyn, abla-ağabey, dede-nine, komşu ya da arkadaş olarak O’nu ve O’nun şahsında dîni anlatabilmemiz için; kendimizdeki samimiyet-ihlâs, hasbîlik ve hikmet ayarlarını iyi yapmamız gerekir.

Günümüzde erişilen imkânlar; iyiyi, doğruyu, güzeli tercihte olduğu kadar; maalesef kötüyü, yanlışı, çirkini, nefse hoş gelen yanlışları tercihte de etkili olmaktadır. Fakat ibâdetten muâmelâta dîni öğretememenin önünde başka sebepler de aramak gerekir. Bunların başında samimiyetsizlik ve ihlâs yoksunluğu vardır. İletişim teknikleri, beden dilini kullanma, etkili söz söyleme ve benzeri konularda verilen yüzlerce seminer ve konferansın kazandırmaya çalıştığı başarıyı elde etmeye aslında şu iki haslet yeterlidir: Dinde ihlâs ve samimiyet.

Gruba, partiye, cemaate, okula, kuruma taraftar-müşteri bulma sevdasıyla değil de; gerçekten insanların iyiliğini isteyerek, Allâh’ın sevgisini kazanmaktan başka bir karşılık gözetilmeden sarf edilen tüm gayretler, samimiyet ve ihlâsın göstergesidir. Tıpkı Hazret-i Peygamber’in dîni tebliğ ederken;

“Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allâh’a aittir.” (eş-Şuarâ, 109) demesi gibi.

Sonra iyiyi, doğruyu, güzeli, erdemi anlatmak ek görev olarak telâkki edilmemelidir; o mesaisi, hafta sonu, yılsonu tatili olmayan biricik vazifedir.

“–Arkadaşım / Hocam, bir meselem var seninle konuşmam gereken…” diye telefonla arayan iş arkadaşımıza / öğrencimize;

“–Şimdi mesai bitti” diyebilir miyiz?

“–Anne/baba bugün okulda arkadaşımla kavga ettim biraz!” diyen çocuğumuza;

“–Ben şimdi dinleniyorum çok yorgunum, sonra konuşuruz…” diyebilir miyiz?

“–Namazı cemaatle mi kılsak!” diyen eşimize;

“–Şimdi yorgunum sonraa…” edâsıyla karşılık verebilir miyiz?

Doğruyu, gerçeği, hakkı ve sabrı öğretmek/tavsiye etmek asla «ek görev» değil, ömür boyu sürecek aslî vazifedir. Tıpkı Hazret-i Peygamber gibi; camide, evde, çarşıda, yolculukta kesintisiz şekilde doğruyu anlatma görevimiz vardır.

Mal-mülk, makam-mevki, kariyer sevgisi, dünyada rahat etme arzusu; O’nu ve O’nun şahsında dîni anlatma, sevdirme arzumuzun önüne geçiyorsa o zaman da etkili olmaktan çok uzak oluruz.

Çağa göre yaşama gerekçesinin arkasına sığınarak; dünya sevgisine gark olma, ebedî olanı unutturmada çok etkilidir. Unutmamalı ki zevk, sefâ, gösteriş içinde yaşayan Bizans’ın kayserleri de Hazret-i Peygamber’in çağdaşıydı!

Dünyayı geri plâna atmak ya da «en azından» dünyalık olarak sahip olduğumuz ne varsa onları doğru yolda kullanmak için sahip olmayı istemek de, etkili olmanın bir şartıdır.

Hikmete gerekli önemi vermemek; günümüzde dînî öğretimde etkili olamamanın sebeplerinden belki de en önemlisidir. Rabbimiz, Hazret-i Peygamber’e hitâben;

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et!” (en-Nahl, 125) buyurur.

Hikmet için değişik tariflerden birkaçı şöyledir:

“İşleri en doğru ve en uygun biçimde yapmak.”

“Eşyanın hakikatinden bahseden ilim.”

“Eşyada gizli ilâhî sırlar ve gayeler.”

“Amelle beraber ilim.”

“Faydalı ilim ve sâlih amel.”

“İnsandaki akıl kuvvesinin istikamet üzere ve aşırılıklardan uzak olma mertebesi.”

İslâm âlimleri; yalnız başına ilmi, hikmet kabul etmezler. İlimle amel edilmesini, bu ilmin uygulama sahasına konulmasını ve faydalı sonuçlar vermesini şart koşarlar. Elmalılı Hamdi YAZIR; “Hikmet: İlim ve onunla ameldir. Her ikisini cem edemeyene hakîm denmez.” der. (Prof. Alâaddin BAŞAR)

Kur’ân’da Rabbimiz;

“Ey îmân edenler! Yapmayacağınız işi neden söylersiniz?” (es-Saff, 2) buyurarak söz ve davranış bütünlüğüne vurgu yapar. Yahudi bilginlerine;

“Siz insanlara iyi ve hayırlı olanı emreder de kendinizi unutur musunuz?” (el-Bakara, 44) şeklinde buyururken de aynı bütünlük vurgulanır. Günümüzde; “Çocuklarınız sizin işaret parmağınıza değil, ayak uçlarınıza bakar.” sözü örnek şahsiyet olmanın yani hikmetle anlatmanın önemine vurgu yapar.

Rabbimiz’in yoluna çağırırken, Hazret-i Peygamber’i üsve-i hasene olarak anlatmaya çalışırken, insanların dünya-âhiret iyiliği için çabalarken, hikmetli olmaya ne kadar dikkat ediyoruz?

Başkalarından öğrendiklerimizi şöyle bir gözden geçirelim; kimlerden öğrendiklerimiz mıh gibi kalmış aklımızda? Etkili söz söylemenin, etkili olmanın sanatı falan yokmuş değil mi? İhlâs ve samimiyetle kalbimize ve aklımıza giren her şey, kesintisiz bir şekilde hikmetle dışarıya çıktığı sürece etkili sonuçlar almak mümkün olacaktır Allâh’ın izniyle.
_______________
1 http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/pdf/muhafazakarlik/04.pdf
2 http://www.milliyet.com.tr/2007/12/03/guncel/agun.html