«Türkleri, Müslümanlık nâmına harekete geçirin!» BÂBANZÂDE AHMED NAİM
YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com
Bu ayki yazımızda sizlere;
“Irkçılık dâvâsı dînimizce reddedilmiştir. Şer’î tabirle bu bir «dâvâ-yı câhiliyye»dir. İslâm’ın varlığı ve devamına, müslümanların refah ve saâdetine indirilen müthiş bir darbedir. Hele ki, bütün İslâm diyarları elden çıkmış, diyâr-ı küfr olmuş iken, buradaki bir avuç müslümanın; «Türk’üm, Kürt’üm, Lâz’ım, Çerkez’im» tarzında yeni heveslerle birbirleriyle olan bağlarını gevşetmeleri nasıl doğru olabilir? Düşmanların, tecavüzlerini tâ kalbimize kadar uzattıkları bir sırada, bu cinnet değildir de nedir?” diyerek; ırkçılığın, İslâm varlığı için kanser kadar tehlikeli, yabancı bir bid‘at olduğunu vurgulayan bir ilim adamımızı, İstiklâl Marşı şairimiz Mehmed Âkif Beyin gönül dostu bir Hak âşığını, Bâbanzâde Ahmed Naim Beyi tanıtmaya çalışacağım.
***
1872’de Bağdat’ta dünyaya gelen Ahmed Naim; ilk tahsilini Bağdat İbtidâîsi’nde tamamladıktan sonra, Bağdat Rüşdiyesi’ne girmiş, ardından Galatasaray Sultânîsi’ni bitirmişti. 22 yaşında iken Mülkiye Mektebi’nden mezun olduktan sonra, ayrıca Arapça ve ulûm-i dîniyye ile ilgili hususî dersler almış, aynı yıl Hâriciye Nezâreti Tercüme Dairesinde vazifeye başlamıştı. Babası Mustafa Zihni Paşa, Mithat Paşa’nın Bağdat valiliği sırasında, onun mühürdarı ve mektupçusuydu.
1909’dan sonra Maârif Nezâreti kadrosuna geçerek Edebiyat Fakültesi’nde felsefe dersleri hocalığına başlayan Ahmed Naim Bey, aynı yıl Fatih dersiâmlarından Hasan Sırrı Efendi’nin kızı Emine Avniye Hanımla evlendi, fakat çocuğu olmadı.
Fransızcası ve Arapçası mükemmeldi. Galatasaray Sultânîsi’nde Fransız asıllı lisan hocasından on üzerinden dokuz alan tek öğrenciydi. Can dostu Mehmed Âkif ve Darülfünun Müdürü Mehmed Şevket Beylerle birlikte, döneminde Arap edebiyatı alanındaki üç büyük isimden biriydi. 1919’da İstanbul Dârulfünûnu’na umum müdür (yani Rektör) tayin edilmişti.
ÇOCUKLARI DİNSİZ
YAPAN SİZSİNİZ!
Rektör tayin edildiği 1919 yılı başlarında gazete ve dergilerde, aydınlar (!) arasında, üniversitelerde kız ve erkek öğrencilerin birlikte okuyup okuyamayacaklarına dair hararetli bir tartışma başlamıştı. Üniversitenin bağlı bulunduğu Maârif Nezâreti karma eğitim yapılmasını istiyor, fakat Rektör Ahmed Naim Bey, bu uygulamaya karşı çıkıyordu. Sonunda Maârif Nâzırı Ali Kemal; rektörlüğe resmî yazı göndererek, İnâs (Hanımlar) Darülfünûnu’nun kaldırıldığını, burada okuyan hanımlardan fen kısmına devam edenlerin Fen Fakültesi’nin, edebiyat kısmına devam edenlerin ise Edebiyat Fakültesi’nin erkek talebeleriyle beraber okuyacakları talimatını vermişti. Bu kararı, İslâm dînine aykırı bulan Ahmed Naim;
“Ben bunu tatbik edemem, kız ve erkek çocukların zânû be zânû (diz dize) oturmalarına râzı olamam. Bu benim dînime muhaliftir!” diyerek, bu düşüncesini Maârif Nezâreti’ne bildirmişti.
O sırada uygulamayı savunanlardan, Edebiyat Fakültesi Müdürü M. Emin ERİŞİRGİL’i de azarlayan Ahmed Naim;
“Zaten bu çocukları dinsiz ve şımarık yapan sizlersiniz. Ben burada kaldıkça kız-erkek talebenin birlikte okumasına asla muvâfakat etmem, eğer ısrar edilirse yapacağımı bilirim!” diyerek istifasının sinyalini vermişti. Ancak Dârulfünun Senatosu’nda oylanan karar, tek muhalif oya karşı (Ahmed Naim Bey’in oyu!) kesin bir çoğunlukla kabul edildiğinden, Ahmed Naim Bey birkaç gün sonra istifa etti.
TER KOKUSU DUYULMUYOR!
Ahmed Naim Beyin, bürokrasi ve Dârulfünun çevrelerinden, edebî ve ilmî çevrelerden pek çok dostu vardı. Ancak, Mehmed Âkif’le olan dostluğu çok farklıydı. Onunla, Sultan Abdülhamid döneminde Melâmî Şeyhi Mustafa Efendi’nin çay bahçesinde tanışmışlardı. Bu mekânda sık sık bir araya gelir; başta siyaset ve edebiyat olmak üzere pek çok mesele konuşurlardı. Ahmed Naim’in, Âkif’i en çok etkileyen yönü, batı düşüncesine vâkıf olmasına rağmen, dînî konulardaki sağlam inancıydı. Mithat Cemal KUNTAY, Ahmed Naim’in bu inancını şöyle tasvir ediyordu:
“Başı iki kısımdı: Şark ve garp. İkisi birbirine karışmayarak yan yana duruyordu. Naim’i, Avrupa filozofları da değiştiremediler; hattâ Naim, bu filozoflara şaşılacak bir kudretle nüfuz ediyordu.”
Ayrıca Ahmed Naim Bey o kadar çok susuyor, en basit şeyi bile o kadar dikkatle dinliyordu ki, Âkif Bey onun bu tarafını da çok beğeniyor;
“Naim; sormazsan malûmatını söylemeyen, dinlemeyi bilen adamdır.” diyordu. Âkif, şairliğini bile bir ölçüde Naim Bey’e borçluydu. Bir ara şairliğini beğenmeyip şiir yazmaktan vazgeçen Âkif’le, şiirlerini çok beğendiğini söyleyen Ahmed Naim Bey arasında şöyle bir konuşma geçmişti:
“–Naim, mademki sen beğeniyorsun, demek yazdıklarım fena değil.”
“–Fena değil de söz mü? Çok güzel, hele o kolaylık!”
“–Fakat yazarken bilsen ne kadar terliyorum!”
“–Ama okurken ter kokusu duyulmuyor!”
***
Ahmed Naim’in vefat haberini Mısır’da öğrenen Âkif Bey’in tepkisini Eşref Edip Bey şöyle aktarmıştı:
“Ah! Zavallı Naim, o ne büyük insandı, ne fazîletli adamdı! Cihan yıkıldı da altında kaldım zannettim! Onun vefatından sonra hayatın bir neşesi kalmadı. Meğer ben Naim’i ne kadar severmişim!”
KİMİN ELİNE DÜŞTÜĞÜMÜZÜ BİLİYORUZ!
Ahmed Naim, yaşadığı Mutlâkiyet, Meşrûtiyet ve Cumhuriyet gibi farklı dönemlerde de iktidarlara muhalif tavır içinde olmuştu. Sultan Abdülhamid döneminde İkdam’da yazdığı bir yazı dolayısıyla takibata uğramış, bu yüzden adı geçen gazetenin savunması alınmıştı. Meşrûtiyet’in ardından İttihad ve Terakkî hükûmetinin yanında yer almış, Cemiyet kendisini Anadolu’ya müfettiş olarak göndermişti. Fakat Naim Bey; Cemiyet mensuplarının vali ve kaymakamlar üzerinde baskı yaptığını görmüş, genel merkeze yazdığı raporda, bu baskıların önlenmesi gerektiğini söylemişti. Genel merkez, raporlara aldırmayınca, Mehmed Âkif Bey’le birlikte Cemiyet’ten ayrılmış, Sebilürreşad’da Meşrûtiyet’e karşı tavır koymuştu.
Fikirlerinden hiç taviz vermezdi. Muhalif tavrını cumhuriyet döneminde de sürdürmüş, devrimin önemli alâmetlerinden olan şapkayı takmamış, derste başına siyah takke koymuştu. Hattâ Mehmed Âkif Beyin yazdığı İstiklâl Marşı’na bile sevinememiş, cumhuriyeti kuran kadro hakkındaki duygularını;
“Biz, kimlerin eline düştüğümüzü biliyoruz!” diyerek, ifade etmişti. Bu muhalif şahsiyeti yüzünden, üniversitede ders vermesine izin verilmemiş, kısa süre sonra açığa alınmıştı. Üniversiteden ilişiğinin kesilişinden, vefatına kadar geçen yaklaşık bir yıllık süre zarfında maaş alamamıştı.
AÇIKÇA SÖYLEMEYİN!
Ahmed Naim, sağlam bir şerîat ve fıkıh bilgisine sahipti. «vahdet-i vücud» gibi derin tasavvufî meselelerin, cahil kimseler arasında yayılmaya çalışılması kendisini korkutuyor, bu fikirlerin uluorta söylenişinden İslâm dîninin zarar göreceği endişesini taşıyor, bunların özel meclislerde bile tartışılmasını istemiyordu. Bu tür tasavvufî hakikatleri, Abdülaziz Mecdî Bey söylediğinde bile;
“Allah aşkına, bunları böyle açıktan söyleme!” diyerek, bu tür metafizik hakikatlerin gelişigüzel ortaya atılmasından İslâm âlemine zarar geleceğini söylüyordu.
13 Ağustos 1934 günü, öğle namazını kılarken, ikinci rekâtın secdesinde Hakk’ın rahmetine kavuşan Ahmed Naim, Edirnekapı Şehitliği’nde can dostu Mehmed Âkif’le yanyana yatmaktadır.