ALLÂH’IN ASIL SEVGİLİSİ KİM?

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@hotmail.com

Bahâüddîn Muhammed bin Muhammed Buhârî, hicrî 718’de Buhârâ’nın Kasr-ı Hinduvân köyünde doğdu. Nesebi, baba tarafından Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e dayanır. Küçüklüğünde babası ile birlikte nakışçılık yaptığı için «nakşibend» lâkabını aldı. Küçük yaşta Semâsî Hazretleri’nin yanına gidip feyz ve sohbetinden istifade etti. Semâsî Hazretleri vefat edince dedesi onu Semerkand’a götürüp orada ilim ve irfan öğrenmesini temin etti. Emir Külâl Hazretleri’nin hizmetinde bulunmakla da müşerref olan Nakşibend Hazretleri, bir taraftan tekkedeki hizmetleri görürken diğer taraftan Dîggerânî Hazretleri’nden tefsir ve hadis dersleri aldı. İlk haccından döndüğü gün, şeyhi Emir Külâl -kuddise sirruh- vefat etti. Vefatından evvel müridlerine Hâce Bahâüddîn’e tâbî olmalarını emir buyurdu. Hayatı boyunca ölümü çokça anan Şâh-ı Nakşibend, bilhassa hayatının son demlerinde; «Dostların gittiği o âhiret âlemi ne güzeldir!» buyururdu. Bahâüddîn Nakşibend, 1 Mart 1389 Pazartesi gecesi Yâsin-i şerîf okunurken kelime-i tevhid getirerek âhiret diyarına göçtü.

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in;

“Çalışıp kazanan, Allâh’ın sevgilisidir.” hadîs-i şerîfini Şâh-ı Nakşibend Hazretleri şöyle yorumlar:

“Çalışıp Allâh’ın hoşnutluğunu kazanan Allâh’ın sevgilisidir; dünya malını biriktirmek için çalışıp kazanan değil…”

Yine Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, helâle riâyet hususuna çok ihtimam gösterir, şüpheli şeylerden kaçınmakta büyük bir hassâsiyet sergilerdi. Sohbetlerinde devamlı:

“İbâdet on kısımdır; dokuzu helâl rızık talep etmek, biri ise diğer amellerdir.” hadîs-i şerîfini okur ve muhtevâsıyla amel etmeyi emir buyururdu.

İHYÂ EDEN ÎKAZ

Sultan I. Bâyezid Han, 1354 yılında Akşehir’de doğdu. Küçük yaşta zamanın seçkin âlimlerinden İslâmî eğitim; muktedir kumandanlarından askerlik, sevk ve idare dersleri aldı. 1381 yılında devlet idaresinde yetişmesi için Sultanönü ve Germiyan (Eskişehir-Kütahya) sancak beyliklerine vazifelendirildi. Askerleriyle Anadolu ve Rumeli yakalarındaki savaşlarda babasının ordusunda yer aldı. Yıldırım Bâyezid, I. Kosova Savaşı’nda (1389) babasının bir Sırp tarafından şehid edilmesi üzerine tahta geçti. Saltanatının ilk yıllarında Rumeli meseleleriyle ve Sırbistan’la ilgilendi. 1391’de İstanbul’u yedi ay muhasara altına aldıktan sonra, şehirde bir Türk mahallesi kurulması, bir cami inşa edilmesi ve yıllık verginin artırılması şartıyla Bizans’la antlaşma imzaladı.

Yıldırım Bâyezîd’in 1395’te İstanbul’u ikinci defa muhasarası yeni bir haçlı hareketine yol açtı. Bütün Avrupa milletlerinden meydana gelen haçlılar, Osmanlılara ait Niğbolu Kalesi’ni kuşatmışlardı. Ordusuyla beraber süratle Niğbolu’ya intikal eden Sultan, 23 Eylül 1396’da Haçlı ordusuna karşı Niğbolu’da büyük bir zafer kazandı.

Timur’un Sivas’ı alması neticesinde iki ordu 22 Temmuz 1402 tarihinde Çubuk Ovası’nda karşı karşıya geldi. Çetin geçen muharebe sonunda Osmanlı ordusu mağlûbiyete uğrarken, Padişah da esir düştü. Padişah, 8 ay kadar esir olarak kaldıktan sonra hastalanıp 8 Mart 1403 tarihinde rahmet-i Rahmân’a kavuştu. Kabri, Bursa Yıldırım Camii’ndeki türbesindedir.

***

Osmanlı Sultanları tarafından kendisine çok hürmet gösterilen Molla Fenârî, Bursa’da müderrislik ve kadılık yaptı. Yıldırım Bâyezîd’in teveccüh ve iltifatına nâil oldu. Devlet işlerinde fikir ve görüşlerinden istifade edildi.

Yıldırım Bâyezid bir dâvâda; “Ben bu işi biliyorum, bu böyledir.” dediğinde, Molla Fenârî; “Siz cemaatle namaza devam etmiyorsunuz, ben sizin şahitliğinizi kabul edemem.” der. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid kendi köşkünün önünde bir cami yaptırır. Bu ikazdan sonra da namazlarını camide cemaatle kıldığı ve özrü olmadıkça da cemaati terk etmediği kaynaklarda anlatılır.

(Hoca Sâdeddin, a.g.e., V, 20-21; Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, haz. Mahir İZ, Ankara 1985, VI, 356; Âşık Paşazâde, a.g.e., s. 200-201; Akgündüz-Öztürk, a.g.e., s. 59)

BİZ, ÎMANLA HARBEDERİZ

Cevat Paşa, 14 Eylül 1871 tarihinde İstanbul’da doğdu.

Galatasaray Lisesini bitirip aile mesleği olan askerliğe yönelerek, 1894’te Harp Akademisi’ni birincilikle bitirerek Kurmay Yüzbaşı oldu. 1906’da ferik (tümgeneral) mertebesine yükseldi. 10 Ağustos 1914’te Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı’na getirildi. Nusret Mayın Gemisi’ne tarihî görevi olan; «26 mayını kıyıya paralel olarak döşeme» emrini vererek düşman donanmasına ağır darbe vurdu. 18 Mart akşamı boğazdan geri çekilen düşmanı seyrederken dilinden; “Gittiler, geçemediler, geçemeyecekler…” sözleri döküldü. 1918’de önce Genelkurmay Başkanlığı’na, ardından Harbiye Nâzırlığına atandı. Mart 1920’de İstanbul’u işgal eden İngiliz kuvvetleri tarafından tutuklanıp sürgün edildiği Malta’dan Kasım 1921’de dönebildi.

1923’te Elazığ Milletvekilliği de yapan Cevat Paşa, iyi derecede Fransızca ve Almanca bilirdi. Cevat ÇOBANLI Paşa, 1938 yılında Mart’ın on üçüncü günü Kadıköy’de vefat etti. Kabri, Erenköy Sahrâ-yı Cedit kabristanındadır.

***

Bir gün Çanakkale’ye gelen bir Alman topçu müfettişi, bazı kalelere atış yaptırdı. Neticeleri beğenmeyen müfettiş, sonra bütün kumandanları toplayarak tenkitler yağdırmaya başladı. Salim Bey bu günü şöyle anlatıyor:

“Hamîdiye’nin talimhane meydanında toplanmış tenkitleri dinliyoruz. Ben tercümanlık yaptığım için Almanların arasındayım. Alman müfettiş; boyuna topları, batarya kumandanlarını yerip duruyor. Cevat Paşa’ya bakıyorum. Neşesiz, hattâ sinirli. Alman askerin;

«–…Kumandanın bu topların bir işe yaramadığını bildirmesi lâzımdı…» demesi üzerine Cevat Paşa, hiddetten boğulur gibi bir sesle müfettişe Almanca bağırdı:

«–Yeter!.. Kesiniz!..»

Sonra bir makine süratiyle ve gayet fasih bir Almanca ile;

«–Tenkitleriniz bizce senelerden beri bilinen şeylerdir ve sizin istediğiniz gibi olmasına da imkân yoktur… Biz silâh ve malzemeden ziyade îmanla harbederiz. Bu bir…

İkincisi: Siz bir erkân-ı harp değilsiniz. Rütbeniz mevki-i müstah­kemi tenkide müsait değildir.

Bana gelince: Ben önce bizim askerî mektebi pekiyi derece ile bi­tirdikten sonra sizin harp akademinize de de­vam ederek Berlin’deki bu en yüksek askerî mektebinizden ikincilikle mezun oldum. Bu hâle göre Türk olduğu kadar bir Alman erkân-ı har­binin ve sizden rütbece yüksek bir generalin karşısında olduğunuzu unutuyorsunuz…» deyince, paşayı büyük bir dikkatle dinleyen Alman albayı son cümle üzerine olduğu yerde esas vazi­yet alarak ve selâm vererek;

«–Özür dilerim… Bilmiyordum. Rica ederim, özür dilerim.» dedi.

Cevat Paşa sözlerini bitirdikten sonra oradan ayrıldı. Oradaki komutanlar da Cevat Paşa’yı takip ettiler.” (Bkz. Ahmet YURTTAKAL Arşivi, www.cevatpasa.com)

ÇEKMEZ KÜRENİN SIRTI

Mithat Cemal KUNTAY, 1885 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Aksaray’daki Mekteb-i Osmaniye Rüştiyesini tamamladıktan sonra Vefa Lisesini bitirdi. Mekteb-i Hukuktan birincilikle mezun oldu. İlk şiirlerini dergi ve gazetelerde yayımladı. İleride yakın dost olacağı ve biyografisini yazacağı M. Âkif ERSOY ile 1903 yılında tanıştı. Mithat Cemal, Sırât-ı Müstakim Dergisi ve Tercümân-ı Hakîkat gazetesinde yayımlanan şiirleri ile adını duyurdu. Şiirlerinde aruzu maharetle kullanan şair, ileriki yıllarda «Türk’ün Şehnâmesi» adlı şiir kitabını ve «Üç İstanbul» adlı romanını kaleme aldı. I. Dünya Savaşı sırasında hükûmetin Çanakkale Cephesi’ne gönderdiği kırk kadar şair arasında Mithat Cemal de vardı. Millî Mücadele yıllarında; «Harp Mecmûası» isimli dergide hamâsî şiirlerini yayımladı. 30 Ağustos Zaferi’nden sonra yazdığı «Vatan Hisleri» adlı şiirinin sonunda yer alan;

Ölmez bu vatan farz-ı muhal ölse de hattâ
Çekmez kürenin sırtı bu tâbût-ı cesîmi…

mısraları şairin tanınmasın katkı sağladı. Kuntay, akciğer kanseri sebebiyle 30 Mart 1956’da İstanbul’da vefat etti. Kabri, Karacaahmet Mezarlığı’ndadır.

***

Mithat Cemal, Merhum Âkif’i şöyle dile getirir;

Toprak, ona sen kol-kanat ol, öyle kucakla
Bilmezsin, o gökten de adından da temizdi.
Ey yeryüzü! Mâbed kesilip Tanrı’ya yüksel!
Koynunda yatan gölge bizim Âkif’imizdi.