Kur’ân-ı Kerim’de HUDÛDULLAH

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

Hudut, aslında Arapça «had» kelimesinin çoğuludur. Had, iki şeyi birbirinden ayırıp karışmalarını engelleyen çizgidir.1 Meselâ; iki ülkenin hâkimiyet alanlarının birbirinden ayrıldığı sınır veya iki komşu tarlayı birbirinden ayıran çizgi, haddir. Kelimenin hem tekil hem de çoğulu Türkçemize mâl olmakla birlikte, bir dilden bir dile geçen kelimelerin anlam ve ses değişikliğine mâruz kalmasının tabiî bir neticesi olarak, her ikisi de tekil anlamda kullanılmaktadır.

Had kelimesi, yukarıdaki iki örnekte olduğu üzere hakikî ve mücessem bir mânâda kullanıldığı gibi mecazî ve mücerret bir mânâda da kullanılabilir. Meselâ Kur’ân-ı Kerim’de Allâh’ın vaz ettiği yasaklar anlamında; «hudûdullah / Allâh’ın sınırları» şeklinde kullanılmaktadır. Böylece nehyedilen davranışlar, bir sahanın çizgi çekilip yasaklanmış kısmına benzetilmektedir.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir hadîs-i şerîfinde aynı benzetmeyi «hudûd» kelimesiyle değil ama Arapların hayatında çok yer tutan «hımâ: Mera / koruluk» kelimesiyle yapmaktadır:

“Dikkat edin! Her kralın bir merası vardır. Allâh’ın yeryüzündeki merası ise yasakladığı davranışlardır (mehârimdir).” (Buhârî, Îmân, 37)

İslâm öncesinde bilhassa Yemen’de kendisine; «Melik: Kral» lakabı veren birçok kabîle şefi, kendisine ait olduğunu ilân ettiği meralara kimseyi sokmazdı. Bu meralara başkalarının sürülerinin girmesi savaş sebebi olurdu. Câhiliyye devrinde bu yüzden çıkmış savaşlar vardır. İşte Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, mesajını muhataplarının çok iyi bildiği bu hususla ilgili bir benzetme yaparak anlatmıştır.

Ancak hadisteki ifadede benzeyen (müşebbeh) unsur olan «yasaklar» ve kendisine benzetilen (müşebbeh bih) unsur olan «mera»nın her ikisi de yer almaktadır. Teşbihin iki ana unsurunu ihtivâ eden böyle teşbihlere; «teşbih-i beliğ» denilir.

Âyette ise yalnızca müşebbeh bih olan «hudûd» kelimesine yer verildiği için teşbih değil, mecaz vardır. Yalnızca müşebbeh bihe yer verilen böyle mecazlara istiâre-i musarraha / açık istiâre adı verilir.

Hudûd kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de 14 âyette zikredilmiştir. Bunların 12’sinde bizzat «Allah» kelimesiyle tamlama hâlinde; «Hudûdullah: Allâh’ın sınırları» şeklinde kullanılmış, birinde «Allah» kelimesinin yerini tutan zamirle, birinde de «Allâh’ın indirdiği» ifadesi ile isim tamlaması hâlinde kullanılmıştır.

Cenâb-ı Hak, oruç ve itikâfla ilgili hükümleri beyan ettikten sonra;

“Bunlar «hudûdullah»tır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın!” (el-Bakara, 2/187) buyurmaktadır. Bundan anlaşılmaktadır ki, bu ifadenin öncesinde yer alan orucu ve itikâfı bozacak davranışlar «hudûdullah»tır. Bunları bozmaya teşebbüs de Allâh’ın yasakladığı sınırı ihlâl etmektir.

Yine talâkla ilgili bir pasajda şöyle buyurulmaktadır:

“Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak karı-kocanın Allâh’ın hudûdunu tam yerine getiremeyeceklerinden kaygılanmaları müstesnâdır. Onların Allâh’ın hudûdunu tam yerine getiremeyeceklerinden endişelenirseniz kadının (erkeğe) fidye ver(ip böylece boşan)mesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bunlar «hudûdullah»tır. Sakın onları aşmayın. Kim «hudûdullâh»ı çiğneyip geçerse işte gerçek zalimler onlardır.” (el-Bakara, 2/229)

Daha sonra fıkıhta «hul‘» terimiyle açıklanacak olan bu âyetteki «hudûdullâh»ın kapsamına, bütün emir ve yasaklar girmekle birlikte; öncelikle kastedilenin karı ve kocanın birbirine karşı vazifeleri olduğu açıktır. Nitekim bu tamlama, talâktan bahseden bir sonraki âyette ve câhiliyye devrinde bir talâk çeşidi olan «zıhar» hakkındaki âyette de kullanılmaktadır.2

Hudûdullah, iddet ahkâmından bahsedilen bir âyette de şöyle kullanılır:

“Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah’tan korkun. Apaçık bir hayâsızlık yapmadıkça onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar.

Bunlar «hudûdullah»tır. Kim «hudûdullâh»ı çiğner geçerse şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin; olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir.” (et-Talâk, 65/1)

Demek ki; kadının iddet içerisinde, yani âdetten temizlendikten sonra onunla ilişkiye girmeksizin boşanması ve üç âdet dönemi olan iddetini kocasının evinde tamamlaması Allâh’ın hükmüdür. Bu hükümlere muhalefet, Allâh’ın hudûdunu ihlâldir ve zulümdür.

Buradaki zulmün kişinin kendine zulmü olarak nitelenmesi oldukça dikkat çekicidir. Çünkü iddete riâyetsizlik ve kadının evden çık(arıl)ması, o süre içerisinde karı ve koca arasında tekrar oluşabilecek muhabbet ortamını ortadan kaldırmakta ve buna engel olmaktadır. “Bilemezsin; olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir.” (et-Talâk, 65/1) cümlesi buna işaret etmektedir. Esasen talâkın üç adet oluşunun ve iddetin üç âdet dönemini kapsamasının, talâkın cinsî münasebetin helâl hâle geldiği âdet sonrasında verilişinin hikmetleri de ailenin yıkılmasını engelleyecek yeni bir muhabbetin doğması ihtimalidir. Ne var ki, sonradan toplumda yaygınlaştığı şekliyle üç talâkın üçünün de birden verilmesi durumunda Kur’ân’ın hedeflediği bu maksatların hiçbiri gerçekleşmiş olmamakta, aileler dağıldıktan sonra insanlar da pişman olmakta, fakat son pişmanlık fayda vermemektedir. Böylece «hudûdullâh»a riâyetsizlik, Kur’ân’ın buyurduğu gibi kişinin kendine zulmü olarak tahakkuk etmektedir.

Hudûdullah tamlaması, Nisâ Sûresi’nde miras hisselerinin belirlendiği âyetlerin akabinde de yer alır. Hem de günümüzde sanki onları Allâh’ın ahkâmını tatbikten engelleyen bir durum varmış gibi; “Ben payımı eşit isterim, günahımı kanun çeksin!” diyen bazı müslümanların (!) kulağına küpe etmesi gereken çok keskin ve net ifadelerle:

“Bunlar «hudûdullah»tır. Kim Allâh’a ve Peygamberi’ne itaat ederse; Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Orada devamlı kalıcıdırlar. İşte büyük kurtuluş budur.

Kim Allâh’a ve Peygamberi’ne karşı isyan eder ve O’nun koyduğu hudûdu çiğneyip geçerse; Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (en-Nisâ, 4/13-14)

Hudûd kelimesinin, sonradan fıkıhta ortaya çıkan ve Kur’ân’da tayin edilen el kesme ve celde gibi cezaları ifade eden dar bir anlamı da vardır. Ancak verdiğimiz örneklerden anlaşıldığı üzere hudûdullah, Allâh’ın belirlediği bütün emir ve yasakları içermektedir. Kur’ân, bunları ihlâl etmekten sakınan, böylece uhrevî azaptan korunan kişileri; «müttakî» olarak nitelemektedir.

Allah hepimizi onlardan eylesin!
_____________
1 Râgıb, el-Müfredât, had md.
2 Bkz. el-Bakara 2/230; el-Mücâdile 58/4.