Aile Hayatımızda Kaybolmaya Yüz Tutan HİZMET VE CÖMERTLİK AHLÂKI

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Modern zamanlarda müslüman olmanın en temel zorluğu; hiç şüphesiz İslâmî-tasavvufî nefs terbiyesi anlayışıyla, modern zamanların benmerkezcilik anlayışı arasındaki tezattan kaynaklanıyor.

Özellikle az çok ailevî bağlar içinde yetişmiş olan bizim nesil; okul ortamında, seminerlerle, kitaplarla yetişen çocuklarına kendi değerlerimizi anlatırken büyük zorluk çekiyor.

Bunu bir vakıftaki sohbetimizin ardından yanıma gelip kızlarıyla münasebetlerinde yaşadığı sıkıntıları şikâyet eden bir hanımı dinledikten sonra daha net bir şekilde fark ettim.

“«Kendini ezdirme!» diyorlar bana…” diyordu bu anne. “Kızlarım benim vakfa gelip iş yapmama karşı çıkıyor. «Hizmetçi misin sen, ne diye kendini kullandırıyorsun?!.» diyorlar.”

Biraz konuştuk, bu kızlar bir işte çalışıyorlarmış.

Sordum:

“Patronları onlara bir iş verince yapmıyorlar mıymış?”

Bir iş, maaş karşılığında yapılınca hizmetçilik olmuyormuş. Ama maaşsız, gönüllülükle, karşılığını ebedî âlemde, Cenâb-ı Hak’tan almak için iş yapılınca; kendini kullandırmak oluyormuş!

Hâlbuki benim bildiğim tam tersidir:

Üç kuruş maaş için inandığın-inanmadığın, sevdiğin-sevmediğin her ne iş olursa olsun yapmak, hizmetçiliktir.

O da ayıp değildir, helâl dairesinde rızkını kazanmak ve çoluk çocuğunu kimseye muhtaç etmemek için buna katlanan kişinin de mükâfatı Allâh’a aittir.

Ama hele hiçbir dünyevî karşılık beklemeden, sırf inandığın ve destek vermek istediğin için hizmet etmek, kendini kullandırmak değil bilâkis «kendini yetiştirmek»tir.

Tasavvuf tarihine baktığımız zaman büyük Allah dostlarının, kimisinin müderris seviyesine yükseldikten sonra, mânevî terakkî için dergâha giderek nefsini kıran ayak işleri yaptığını, kimisinin ise ümmî bir şahıs iken bir dergâhta hizmet ede ede yetişip ledünnî bir ilme, anlayışa kavuştuğunu okuyoruz.

Yani tasavvuf yolunda nefsi, zâhiren basit, değersiz işlerde yormak, meşgul etmek; böylece, hem kalbe istekler ve vesveseler fısıldamasından biraz olsun alıkoymak, hem gerçek yerini ve değerini, yani aklın ve kalbin emrinde bir hizmetçi olduğunu öğretmek, itaat altına almak gibi çok önemli hikmetleri var.

İşin özü: Hizmet etmek, mânevî eğitimin bir parçası…

Fakat öyle bir nesil yetiştiriyoruz ki; yüksek puanlar alıp, tahsil yapıp, parlak kariyer elde edip, ayak işlerini başkalarına gördürmeyi hayatın esas gayesi olarak görüyor. Kendisine hizmet edenlere minnet duyacağına tepeden bakıyor.

Parkta birbirleriyle dertleşen iki hanımın konuşması, kulağıma çalınıyor:

“Kızım çalıştığı için torunuma ben bakıyorum. O da benim faturalarımı filân ödeyiveriyor. Ama artık çok zoruma gidiyor. Damadımla kızım bir olup beni horluyorlar:

«Şunu yedir bunu yedirme, şunu öğretme, buna alıştırma!..» diye emredercesine konuşuyorlar.” diyor.

Ne hâle gelmişiz?

Annesine hizmet etmek, duâsını almak için çırpınması gerekenler, ona hizmetçi muamelesi yapıyor. Bu yalnız evli kızların yaptığı bir hareket de değil, iyi niyetli bir hatayla;

“Aman kızım okusun, tahsil yapsın, iyi bir meslek edinsin. Dünyanın bin bir türlü hâli var, kötü bir kocaya düşerse elinde diploması olsun…” diye kızının kıyafetlerini ütüleyip eline veren, çayını doldurup masasına getiren anneler, ahmaklığından dolayı bunu yapıyormuş veya cahilliğinden ötürü buna mecburmuş gibi muamele görüyor.

Annesine böyle davranan, bir başkasına ne yapmaz?

Kendisine hizmet edene böyle muameleyi revâ gören; elbette bir başkasına hizmet etmez, hizmet etmeyi ar sayar.

Peki, İslâm ahlâkı bu mudur?

Psikolog bir arkadaşım dert yanıyor:

“İnsanlar dert diye öyle saçma şeyler anlatıyorlar ki, bazen azarlamamak için kendimi zor tutuyorum.

Meselâ birisi, eşi ondan bir şey istemiş diye bunu hakaret sayıyor, hemen cevabını yapıştırıyor. Sonra aramızda sevgi yok, mutluluk yok diye şikâyet ediyor.

Hâlbuki «hizmet dili» modern psikoloji ilmine göre de beş temel sevgi dilinden biridir. Yani sevginizi göstermenin, ifade etmenin, sevgi bağlarını kuvvetlendirmenin en temel yollarından biri de hizmet etmektir.”

Evet, modern psikoloji dahî, hizmet etmenin sevgi bağını kuvvetlendirdiğini söylüyor. Şimdilerde ise; “Herkes kendi çalışsın kendi kazansın, kendi işini kendi görsün.” deniyor ama o zaman sevgi bağları nasıl kurulacak?

Burada sadece hanımları suçladığım zannedilmesin, asıl erkekler bu modern anlayışın lokomotifliğini yapıyorlar. Bir arkadaşımın kızı, tesettürsüz bir şekilde tahsil görüyordu;

“Babası istiyor.” dedi. “Bu zamanda erkekler; resmî bir tahsili olmayan, ev kadını bir hanım istemiyor.” diyormuş.

Doğrusu yalan da değil, duyduğumuza göre şimdiki delikanlılar;

“Aman hanımım erkeklere görünmesin, evde otursun ben her ihtiyacını karşılarım.” demiyorlar da annelerinden illâki çalışan gelin istiyorlarmış.

Belki de kadınların isteklerine yetişemeyeceklerinden korkuyorlar, kendi isteklerini kendisi alacak kadar bir maaşı olsun istiyorlar. Ama ondan da önemlisi, cömertlik ve kerem ahlâkının kalmaması…

Zaman zaman tesettür modası aleyhine konuşuluyor, yazılıp çiziliyor. Ama meselenin görünmeyen yanları var. Meselâ bir hanım anlatıyor:

“Evliliğimin ilk yıllarında ben kendi diktiğim kıyafetleri giyiyordum ama beyim illâki prestijli, gösterişli takımlar giyiniyordu. Benim de ahlâkım bozuldu, onun kıyafeti yanında benimki çok basit kalıyordu. Hattâ beni yanında taşımak istemez gibi bir hâli vardı. Ben de onunki gibi pahalı kıyafetler isteyince zoruna gitmesin mi? Neredeyse; «İşe girip çalışayım.» desem; «Olur.» diyecek…”

Maddiyatçılaşma, bencilleşme, makam, kariyer, prestij vs. düşkünlüğü; müslümanları esir almış. Ev işi gibi hizmetler ve onları yerine getirenler küçük görülür olmuş. Aile bağları şiddetli bir tehdit altında…

Öyle bir zamana doğru gidiyoruz ki; insanlar işçi karıncalar gibi, cinsiyetsizcesine robotlaşacak, çalış-kazan-harca kısır döngüsü içinde tektipleşecek… Aile bağları kalmayacak, evler, sanki bekâr evleri gibi birbirine yabancı fertlerin zoraki paylaştığı ve en ufak problemde yollarını ayırıverdiği mekânlara dönüşecek…

Şimdiden işaretlerini görüyoruz; münasebetler, samimî hislerden mahrum… Dayanışma ve yardımlaşma en düşük seviyede ve pek zoraki…

Reklâmlarda telkin edilen maddiyatçı/tüketimi körükleyici anlayış, birçok kişinin sorgulamadan kabullendiği bir düşünce biçimi hâline gelmiş. Şimdilerde insanlar; sevgiyi, parıltılı hediyelerle ifade edilmesi zorunlu, olağandışı bir his olarak görme eğilimine girmiş.

Evet, doğrusu sevgi ifadelerinden biri de «hediye»dir ama hediyenin illâki çiçekçiden veya kuyumcudan alınması gerekmez. Evin masrafını kazanıp, ihtiyaç maddelerini alan bir erkeğin yaptığı harcama da bir sevgi bağı oluşturmaya kâfîdir. Eski hanımlar, beylerinin eve getirdiği bir kilo meyve için teşekkür ederdi.

Memleketimizdeki bir hanımın övgüsünü işitmiştim, beyi eve yeşil fasulye bile getirmiş olsa;

“Ne kadar güzel fasulye almışsın, hiç kılçık çıkmadı. Allah râzı olsun…” dermiş. Beyi evden dönünce mutlaka hanımının karşılamasını ister, gelini veya kızı kapıyı açınca;

“Hani anneniz?” diye o gelmeden paketleri teslim etmezmiş. İllâki hanımı gelsin, paketleri açıp alınan şeyler için sevinsin, diye ayaküstü beklermiş.

Bunu yapan güya okumamış, cahil bir hanım. Ama şimdiki çokbilmişlerin ondan öğreneceği çok ders var.

Peki, bu hanım bu dersi nereden aldı?

Şimdikilerin kitaplardan öğrenemediği, seminerlerden not alamadığı bu ahlâkı, nasıl benliğine yerleştirdi de yuvasının mutluluk mayası oldu?

Hizmet ve cömertlik; en kuvvetli sevgi bağı olduğu gibi rûhun gıdası, kalp hastalıklarının ilâcıdır. Kadın olsun erkek olsun bir kişinin, eşinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını düşünüp gidermesi, onları mutlu ve mutmain etmeye çalışması, en başta onun rûhunu besler. Çünkü bu tecrübe ile kişi Rabbinin kerem ve rahmetinden hisse tatmış ve asîlâne rûhânî duygulara yükselmiş olur.

Tecrübeyle bilinir ki; bir hizmetçi, hizmetini gördüğü eve, ev halkı da o hizmetçiye bağlanır. Hattâ bazen çocuklar kendi annelerinden çok, dadılarına bağlanırlar. Sevginin şartı; benliğin kabuğunu kırıp, kalbi bir bağlılık hissiyle irtibatlandırmak ise bunun usulü de hizmet ve cömertliktir. İnsanlar hizmet etmekle önce kendini yetiştirir, nefsinin çirkin huylarını tedavi edip rûhâniyetini takviye eder. Peki, kimsenin kimseye ihtiyacı ve hizmeti olmadığı zaman bunlar nasıl yaşanacak?

Eski zamanlarda tasavvuf okulu olan dergâhlarda, herkes dergâhın bir hizmetini görürdü. Dergâhlarda kalmayanlar da kazançlarından bir pay ayırıp dergâhtaki kardeşlerinin ihtiyaçlarını giderirdi. Peygamberimiz -aleyhissalâtu vesselâm- da; hizmet edenlerin kazandığı dereceye işaret olarak, mescidi temizleyen bir kadının cenaze namazını özellikle kıldırmayı arzu etmiştir.

Burada eleştirdiğimiz esas mesele, hanımların çalışması değil. Bilâkis hanımların fıtratlarına uygun bir meslekle topluma da hizmet vermesi, bu sırada beylerinin de onlara destek olması, âdeta hizmet ağını daha da genişleten, topluma yayan bir usul olabilir. Zamanımızda gereklidir de…

Asıl mesele ruhlarımıza hizmet ve cömertlik ahlâkını yerleştirmek; özümüzü, kimliğimize kurban etmemek…