Komşuya Tahammül Sebebiyle Gelen HİDÂYET

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

İbn-i Mes‘ud -radıyallâhu anh- buyurmuşlardır ki:

“Mü’min, günahını şöyle görür: O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. «Dağ üzerine düşer mi?» diye korkar durur. Günahkâr ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.” (Buhârî, Deavât 4)

Akıllı kişiler, küçük günahlarını bile büyük görenler ve bu günahlarında ısrar etmeyerek hemen tövbe edenlerdir.

Kula lâyık olan; kendisinden sâdır olan günahtan ötürü, Rabbinin rahmetinden ümit kesmemektir. Âlemlerin Rabbi’ne daima hüsn-i zan etmektir. Rabbinin Rahmân ve Rahîm, Gaffâr ve Gafûr olduğunu unutmamaktır. Aynı zamanda Rabbinin kendisini her yerde, her zaman ve her işinde gördüğüne; her amelini bildiğine îmân ederek, Allah Teâlâ’nın men ettiği hususları Rabbinden korkarak terk etmek, Rabbine karşı isyan etmekten son derece çekinmektir. Rabbinin kendisine darılıp güceneceğinden endişe etmek, zuhur eden hata, nisyan ve isyanlarından dolayı pişman olarak tövbe ve istiğfarda bulunmak ve rahmet-i ilâhiyyeden asla ümit kesmemektir.

Rabbimiz’in bizi âhirette nasıl karşılayacağı hususunda; «Beyne’l-havfi ve’r-recâ» yani korku ve ümit arasında bulunmak îcap eder.

Şu var ki; «Kulun Rabbinden korkusu, recâsından ziyade olmalıdır.» demişlerdir.

Ehlullah’tan bazıları da; «Korkusu ile recâsı eşit olmalıdır.» buyurmuşlardır.

Bazı evliyâullah ise, Allah Teâlâ’nın rahmetinin gazabını geçtiği hakikatinden hareketle, ümidin daha ağır bastığını düşünmüşlerdir. Korkudan ziyade Hakk’ın rahmetini ümit etmenin kişiyi merhamete müstağrak kılacağını beyan buyurmuşlardır.

Tabiî ki bu kanaatlerin hepsinin neticesi; sağlam, sarsılmaz bir îmâna sahip olup onu muhafaza etmenin; ihlâslı ve takvâlı bir ibâdet ömrü yaşamanın zarurî olduğudur.

Yine ibâdetler, insanı son nefes endişesi konusunda gevşekliğe sevk etmemelidir. Çünkü insan ne kadar ibâdet ederse etsin, mahşer yerinde asıl ve ilk tasnif, son nefesteki hükme göredir.

Aziz Kardeşlerim…

Îmanlarımızı korumaya ve kurtarmaya çalışalım. Takvâlı bir ibâdet hayatının bir gayesi de, son nefes saâdetini elde etme gayretidir.

Nice evliyâ gibi yaşamış insan, son nefeslerinde îmansız olarak çene kapadı ve nice kâfirlere de, son nefeslerinde îman ve İslâm nasip oldu.

Şu kıssayı okuyup ibret alalım:

Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin alt katında bir kâfir komşusu vardı. Bu adam, bir gün hastalandı. Hasan-ı Basrî düşündü; gerçi komşusu kâfirdi ama komşuluk hakkı vardı. Cenâb-ı Fahr-i Âlem Efendimiz de hasta olan gayr-i müslimleri ziyaret eder, onları münasip bir lisanla İslâm’a davet eylerdi. Karar verdi ve hasta olan gayr-i müslim komşusunu ziyarete gitti. Adamcağız, yatağında yatıyor ve inliyordu. Hâl ve hatır sordu; sonra sözü döndürüp dolaştırarak mâneviyâta getirerek;

“–Ey komşu! Gel Allah Teâlâ’nın varlığına ve birliğine ve Rasûlü’nün hak olduğuna şahâdet et. Dünya ve âhiretin selâmete kavuşsun!” dedi.

Komşusu yatağında doğrulmaya çalışarak cevap verdi:

“–Ey İmam! Allah Teâlâ, bana yardım etmeyince, benim îmânımı dilemeyince, ben kim oluyorum ki ona talip olabileyim, hak ve gerçek doğru yola gireyim?”

Hasan-ı Basrî Hazretleri bir şey söylemedi ve sustu. Bir ara, gözü odanın bir köşesinde duran leğene takıldı. Kendi katından bu leğene su damlıyordu. Sordu:

“–Bu leğene damlayan sular, bizim kattan mı geliyor?”

“–Evet yâ İmam!”

“–Fesübhânallah! Peki, ne zamandan beri?”

“–Otuz yıldır, senin aldığın abdestin suyu, bu odaya sızıp damlamaktadır. Ama ne zararı var? Komşumuzsun, leğen dolunca bahçeye döküveriyoruz. Bize incineceğini düşünerek meseleyi size de haber vermedik.”

“–Şu hâlde bana hakkını helâl et! Beni uyarmış olsaydın, yıllardır sizi böyle rahatsız etmezdik. Sızan yeri hemen tamir ettirir, sizi bu tedirginlikten kurtarırdık.”

“–Komşum, hatırının kırılmasından çekindim. Haber verseydik, tamir ettireceğini biliyordum. Buna rağmen, seni kırmamak için söylemedim. Hem de komşu olan zahmeti kendisi çeker ve komşusunu üzmez diye düşündüm. Komşu komşuya yâr olmalı, bâr olmamalıdır, değil mi?”

“–Öyledir, öyledir ya! Ey ihtiyar, bana doğru söyle… Senin bu sözlerinde îmâna âşinâlık görünüyor. Senin bu ahlâkın ve tutumun, îman sahibi bir mü’minin ahlâkını andırıyor. Gel, tevhid et ve rahata er, iki cihanda aziz ol.”

“–Yâ İmam! Sen, asrımızın âlimlerindensin. Neden bana îmânı zorla kabul ettirmek istiyorsun? Allah Teâlâ, bana hidâyet kapılarını açmazsa, beni kulluğuna kabul etmezse, bana talip olmazsa, ben nasıl îmâna gelebilirim?”

Hasan-ı Basrî Hazretleri, komşusunun îmân etmesinden ümidini keserek ricada bulundu:

“–Öyle ise, bana hakkını helâl et!”

Ardından gitmeye hazırlandı. O sırada bir hâl oldu; hasta, ellerini ona doğru uzatarak âdeta yalvarmaya başladı:

“–Gitme ey İmam gitme! Yaklaş bana doğru, hakkım sana kat kat helâl olsun, sen de bana hakkını helâl et ve bana îman telkin eyle… Zira, şu anda hidâyet kapısı aralandı, beni de îmâna ve İslâm’a kabul ediyorlar. Gönlümden küfrün zulmeti kalktı, kalbim îmân ile doldu, bedenimin bağları çözüldü ve bende kelime-i şahâdete istîdat meydana geldi.”

Hasan-ı Basrî, kelime-i şahâdeti talim için hastaya yaklaştığında, adam büyük bir neşe içinde konuştu:

“–Yâ Hasan! Sana lüzum kalmadı. Bana dergâh-ı ilâhîden vasıtasız îman ve şahâdet telkin buyuruluyor.” diyerek yüzünü kıbleye yöneltti ve;

«Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühû» dedikten sonra «Allah Allah!» diyerek canını Hakk’a teslim etti.

Hasan-ı Basrî Hazretleri, bu hâli görünce çok hislendi ve yana yakıla ağlamaya başladı. Kendisine bu hâlin sebebini sorduklarında, olup bitenleri anlattı:

“–Fakat ey İmam!” dediler. “Bu ağlanacak bir hâl değil ki!.. Senin himmetinle bir zât îmâna gelmiş. Neden bunun için Rabbine şükretmek yerine, kendini perişan ediyorsun?!.”

Hasan-ı Basrî Hazretleri cevap verdi:

“–Ah ah!..Siz, benim hâlimi ve neden ağladığımı bilemezsiniz ki…

Bu zât, seksen yıl küfür yolunu tuttuğu ve Hak’tan bîgâne kaldığı hâlde, son nefesinde kendisine hidâyet kapısı açıldı, başına kulluk tâcı konuldu, vasıtasız îman nasip oldu ve cennetlere kabul edildi.

Ben ise, seksen yıldır -elhamdülillâh- îman yolundayım. Ama, son nefesimde hâlimin ne olacağını bilemem. Eğer, son nefesimde hidâyet kapısını yüzüme kapatırlarsa, beni İslâm’dan reddederek şakîlerden kılarlarsa, seksen yıldır tevhid ile açılıp kapanan çenem îmansız kapanırsa hâlim nice olur?» diye ağlıyorum. O zâtın âkıbetine değil, kendi meçhul âkıbetime gözyaşı döküyorum!.. «Bana da son nefeste îman nasîb eyle yâ Rab!..» diye yalvarıp yakarıyorum.”

Ey kardeş!

Bu zâtın îmâna nâil olmasına güzel ahlâkı vesile olmuştur. Hasan-ı Basrî Hazretleri gibi mübârek bir zâta ömür boyu gösterdiği hürmet ile son nefesinde şeref-i îmân ile müşerref olmuştur. Şu hâlde, güzel ahlâk nasıl ki, insanın îmânına sebep oluyorsa; çirkin ve kötü ahlâk da maâzallah îmansızlığa sebep olabilir. Kötü ahlâktan Allah cümlemizi muhafaza eylesin…

Ey kardeş, senin de bir komşun var değil mi?!.

Ne güzeldir gülen yüz, sadakadır tatlı dil,

Herkes ile hoş geçin, bunu baş vazife bil,

Yaşadın şu dünyada, nice zaman ay u yıl,

Tevhid ile git Hakk’a, bunu son vazife bil… (Gülzâr-ı İrfan)