İSLÂM, ZAMAN AŞIMINA UĞRAMAZ

YAZAR : Sami BÜYÜKKAYNAK skaynak48@hotmail.com

İslâm, hayat dînidir. Bu özellik, onun var oluşunun temel dinamiğidir. İnsanlar tarafından İslâm’ın kabul edilmesi yani din olarak seçilmesi; aslında hayatın anlamında yaşanması mânâsına gelir. Aynı zamanda hayata müdâhil olan bir dîn oluşu da, onun dinamik yani her dâim hayata müdâhil olmasını zorunlu kılar. Zaten O’nu canlı kılan da bütün müntesiplerini kıyâmete kadar dinamikliğe doğru sevk etme vasfıdır. Bu özelliğiyle durağanlığı reddeder. Çünkü durağan olan bir çağrı, geleceği inşa edemez. Çağrısını nâzil olduğu zamandan öteye ulaştıramaz. Geleceği inşa etmek şiârını mühim gören bir hayat tarzı teklif eden İslâm, geldiği günden bugüne, hattâ kıyâmete kadar zamanın gerektirdiği bütün problemlere ve meselelere çözüm üretecek bir enginliğe sahiptir. Müntesiplerinin de zamanın şartlarına uygun İslâmî duruş sergilemelerini salık verir. Tâbiri câizse onların ibnü’l-vakt olmalarını, yaşadıkları zamanın evlâdı olarak, İslâm’ı gündemde tutmalarını ister.

“İki günü eşit olan ziyandadır.” (Keşfü’l-hafâ, 2/232) hadîs-i şerîfi buna delildir. Mü’minin bugünü dününden daha farklıysa, bunu ibâdet olarak görebiliriz veya İslâm’ı fiilî yaşamak olarak ifade edebiliriz. Eski kalan insanda gelecek şuuru yoktur, geleceğe bırakacağı hiçbir şey yoktur. Dünde kala kala mü’min fert; tarihte kalmış, eskimiş yıkılmış bir tarihî binadan öteye gidemez. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Beni Allâh’a yaklaştıran ilmimin artmadığı bir gün yaşayacak olsam o günü hayırla geçirilmeyen bir gün sayarım.” (Keşfü’l-hafâ, 1/75) buyurarak bugünü mü’mince yaşayarak yarına güzellikler bırakmanın ehemmiyetini vurgulamaktadır.

Peygamberimiz’in geleceğin inşası şuuruyla yetiştirdiği güzel sahâbîlerden olan Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ- da;

“Akşama erdin mi sabahı bekleme (yapabileceğini yap, âzamî şekilde değerlendir). Sabaha erdin mi akşamı bekleme (yapabileceğini yap, âzamî şekilde değerlendir). Sağlıklı olduğunda hastalığın için, sağken ölümün için hazırlık yap; çünkü yâ Abdullah! Yarın ne olacağını bilemezsin.” (Buhârî, Rikāk, 3) diyerek kendini muhasebe ederdi. Bu muhasebe, sahip olunan zaman fırsatını değerlendirme çabasının güzel bir örneğidir.

«İslâm hayat dînidir.» dedik, «İslâm’ın hayata müdâhil olduğunu» ifade ettik. «İslâm’ın dinamik olduğu»ndan bahsettik. Bu dinamiklik ve hayata müdâhil olma, insan şahsının yaşadığı zaman diliminde ürettiği gayr-i meşrû hayat tarzlarına karşı bir duruş şeklinde tecellî eder. Yani İslâm, nev’i şahsına münhasır bir hayat hassâsiyetine sahiptir. Yoksa bazı müslümanların; «Ben yaptım oldu, söyledim münasip oldu!» kabîlinden yanlış uygulamalarını, İslâmî imiş gibi görmek yanlıştır. Müslüman olduğunu her zeminde ifade edenlerin; hayatlarını İslâm’a göre değil, İslâm’ı hayatlarına uydurma çabaları, İslâmî değildir. Bilâkis seküler bir hayat tarzını İslâm’mış gibi görme hastalığıdır. Müslüman o şahıstır ki; yaşadığı içtimâî durum kendisini neye zorlarsa zorlasın, neyi empoze etmeye çalışırsa çalışsın, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hassâsiyetiyle hayata bakan kimsedir. Müslüman; Allâh’ı önceleyen, sadece Allâh’ı ve Rasülü’nü hayatına müdâhil kılabilen, popüler kültürün zorlamaları karşısında müslümanca duruşunu bozmayan şahıstır. Yoksa sahip olunan maddî imkânların çokluğu dolayısıyla savrulan, helâl-haram hassâsiyetini pörsüten, zamanın değiştiğinden dem vurup zamanın gerektirdiği bahanesine sığınan bir şahsın; müslümanlık düşüncesinin sâlih ve sâlim olduğunu söyleyebilmek zordur. İslâm, geldiği günden kıyâmete kadar; kırmızı ve yeşil çizgilerinin hiçbir zaman değişmeyeceğini, kendisinin Allâh’ın gönderdiği en son hayat tarzı olduğunu ifade eder. Bu ifade, hiçbir zaman ve zeminde tagayyür etmez. Ancak inandığını söyleyenler, şeytanın ve nefsinin aldatmacalarıyla bu çizgileri tagayyür etme cür’etini kendilerinde görürler. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın buyurduğu üzere;

«Yaşadığı gibi inanmaya…» başlarlar. Ve neticede insanlara kendi tarzlarının İslâm’ını doğru İslâm anlayışıymış gibi gösterirler.

Müslüman olduğunu söylemek kolay, ama yaşanan zamanın şartlarıyla İslâm’ı karşılaştırmak sûretiyle yeni bir hayat düzeni benimseyerek müslüman olarak kalmak zordur. Müslüman olarak aslî duruş üzere kāim olabilmek, İslâm’ın temel ilkelerinden taviz vermeden yaşamak, müslümanların şiârı olmak zorundadır. Bu zorunluluk îmânın bir gereğidir. Ne mutlu her zaman ve zeminde müslüman kalanlara…