FARKLI KİŞİLİK TİPLERİYLE GEÇİNME YOLLARI -2-

YAZAR : Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

Bu yazımızda da geçen ayki yazının devamı olarak toplumda en çok görülen ve en çok sıkıntı yaşatan kişilik tiplerini ve bunlar karşısında takınmamız gereken tavırları özet olarak ele almaya devam ediyoruz.

BAĞIMLILAR

Kendi ihtiyaçlarını ikinci plâna atan, boyun eğici, itaatkâr, kendilerine güvenleri olmayan, sürekli başkalarının desteğine muhtaç, kısa bir süreden fazla yalnız kaldıkları zaman rahatsız olup gerilenler, bağımlı kişilik bozukluğu gösterenlerdir.

Bağlılık ihtiyacıyla bağımlılığı birbirinden ayırmak çok zor olsa da konumuz, bizim toplumumuzda çok görülen bağımlı kişilik tipleridir. “Sensiz yaşayamam!”, “Sormadan yapamam!”, “Yine de bir sorayım…”, “Yaptım ama sence de olmuş mu?” gibi yaklaşımları olan bağımlılar, bağımlı oldukları kişiler için hayatı zorlaştırırlar.

Bağımlıların davranışlarında değişiklik yaparak bize yapışık olmalarından kurtulmak ve böylece onlarla geçinebilmek, diğer kişilik tiplerine nisbetle biraz daha kolaydır. Çünkü bağımlılar genelde bu zaaflarının farkındadır ve bundan rahatsızlık da duymaktadırlar.

Onların; “Sence de olmuş mu?” gibi güvensizlik göstergesi sorularını; “Sence?” gibi yaklaşımlarla kazanıma dönüştürebiliriz. “Sence başka hangi alternatifler olabilir?”, “Güzel görünüyor, daha başka?”, “Onun ne gibi dezavantajı olabilir?” gibi sorularla onun kendine güvenini ve bize olan bağımlılığını zamanla azaltabiliriz.

“Senden iyi olmasın, çok iyi bir insan…” gibi ifadeler bağımlılara;

“Bizim hayatımızda senin kadar değerli başka insanlar da var; senin de böyle olabilir.” mesajını verir.

Bize karşı bağımlı olanların bize sürekli iyilik yaparak bizim ona minnet duymamızı sağlamasına fırsat vermemek gerekir. “Sen olmasaydın ne yapardım, iyi ki varsın!..” gibi bağımlılığı pekiştirici cümleleri ona karşı kullanmak doğru değildir. Hem onların hem de bizim hayatımızda başka insanların da olduğunu ifade etmek çok doğru olur. “Bu sefer seni yordum ama bir dahakine falancadan yardım isterim ya da kendim hallederim.”, “Hayatımda senin gibi insanlar olduğu için mutluyum.” demek daha mantıklı görünmektedir.

Bir işi yapabilecekken o kişiyle yola devam etmeyi tercih etmek demek olan bağlılık; evlilik, aile ve arkadaşlık ilişkilerinde gerekli olan şeydir, bunu da bağımlılıkla karıştırmamak gerekir.

MUTSUZLAR

Karamsar; hayattan az da olsa zevk almayı bilemeyen, işine bağlı, kendine güvensiz, kronik olarak mutsuz, yalnız ve ciddî, kasvetli, karamsar, sessiz, kötü bir duruş, depresif bir yüz ifadesi ve boğuk ses tonuyla da karakterize olan depresif kişilik bozukluğu gösterenler yine konumuzun dışındadır.

Mutsuzlar diye nitelendirdiğimiz; “Derdimi ben söylemeden sen anla!..” der gibi bize bakan, dünyayı sürekli olumsuz algılayan, her olayın sevimsiz ve kötü tarafını gören, gelecekle ilgili hep ümitsizlik yaşayan, asık suratlı bu kişilik tipleri; bizi de kendi kederlerinin içine çekivererek içimizi karartırlar.

Yapacağımız ilk şey onların kederlerine dâhil olmamaktır. Onların mutsuzluk gerekçelerine de hiç önem vermemek, onlara kendilerinin anlaşılmadığı hissini verecektir. Bunun yerine hem onları anladığımızı hissettirmeli hem de hayatta olumlu şeylerin de olduğunu onlara göstermeye çalışmalıyız. Yeri geldiğinde ve hak ettiğinde; “Senden öğreneceğim şeyler var.”, “Senin gibi bir dostum olduğu için mutluyum.” gibi ifadelerle kendisine duyduğu özsaygıyı yükseltebiliriz. Hayatlarını, dert ortağı olarak gördükleri başkalarına adamalarının doğru olmadığını, sevmek ile şükran duymanın aynı şeyler olmadığını onlara bir şekilde anlatmak gerekir. Kendisindeki eksiklikleri öne sürdüğünde; biz de kendimizdeki eksikliklerden bahsedersek, mükemmel insanın mümkün olmadığını ona ispatlamış oluruz.

Değersiz olduğunu düşündüğü için derdini söylemekten çekinen mutsuz yakınımıza; “Derdini söylemeyen derman bulamaz.” demek kırıcı olabilir. Bunun yerine; “Ben senin kadar hassas değilim, bana derdini ve benden beklentilerini açıkça söyleyebilirsin.” demek daha doğru olur.

Mutsuz kişilikler biraz fazla gelişmiş bir vicdana sahiptirler kendilerini affedemezler. Böyle dönemlerde onun kendi kendine birtakım kararlar alıp uygulamasına engel olmak gerekir. Bu durumun geçici olduğuna onu inandıramıyorsak ve durumu daha da kötüleşerek intiharı düşünmeye başlamışsa bizim yapabileceğimiz tek şey, onu bir profesyonele götürmek olacaktır.

MÜKEMMELİYETÇİLER

Kurallarla, düzenlilikle, temizlikle, ayrıntılar ve mükemmeli başarmakla ilgili aşırı uğraşları olan; mizah, esneklik ve toleranstan yoksun, uzun süre çalışma kapasiteleri olan, hata yapmaktan korktuğu için karar vermekte zorlanan fakat otorite karşısında emre âmâde olanlar obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olanlardır.

Biz burada bu bozukluktan değil; mükemmeliyetçi, takıntılı, cimri kişilik tipinden bahsedeceğiz.

“Mükemmeli istemenin neresi yanlış?”, “Bir işin iyi olmasını istiyorsan onu kendin yapmalısın?”, “Kurallara uymadan asla!”, “Takıntılı değil tedbirliyim, temizim.”, “Her şey kontrolüm altında!”, “Cimri değil tutumluyum.”, “Gün gelir üç kuruşa ihtiyaç olur…” gibi cümleler; takıntılı, mükemmeliyetçi, cimri kişilik tiplerinin ağzından duyduğumuz cümlelerdir.

Mükemmeliyetçi kişilere özellikle önlerindeki işi yetiştirememeye başladıkları bir zamanda, işin başında değil;

“Senin düşündüğün gibi olsa elbette çok harika olurdu fakat bu kadarı da yeterli, bu kadarıyla iş amacına ulaşmış olmaz mı?” demek işe yarayabilir. Onları eleştirmeye kalkışmak zihinlerindeki tabuları yıkmayacaktır.

“Bazı ayrıntılara dikkat etmemiz gerekiyor ama elimizden geleni yaparız.” diyerek ondan önce ayrıntılara dikkat çekmek, onu rahatlatacaktır. Israrcı bir tutumdan ziyade sadece fikrimizi söylüyormuş gibi bir tavırla; “Her işi kendimiz yapmaya çalışırsak gün gelir çatlarız.”, “Gerek başkalarının koyduğu gerekse kendi koyduğumuz kurallara uymak güzeldir ama kuralların bir gayesinin olması ve hayatı kolaylaştırıyor olması gerekmez mi?” şeklinde yaklaşmak uzun süre beraber olduğumuz mükemmeliyetçiler üzerinde etki yapacaktır.

Sıradan insanların mükemmeliyetçilerden, takıntılılardan öğreneceği şeyler de olabilir; lâkin maksadını aşan titizlik, tertip, düzen, temizlik karşısında;

“Benim senin kadar vaktim yok, herkes senin gibi olamaz…” demek, ona; «Herkes kendi yoluna!» mesajını verecektir ki kendi aşırılıkları üzerine düşünmesine fırsat verebilir.

Özellikle her şeyin kendi çizdikleri plân dâhilinde olmasını isteyen yakınlarımızla onları kırmadan geçinmek için sakin ve tedricî bir şekilde istediklerimizi yapmak daha doğru olur. “Senin plânladığın gibi saat beşte orada olamayacağımı/bu işi bitiremeyeceğimi haber etmek için aradım.” diye bir telefon, ortalığın gerilmesini engelleyebilecektir.

“Üç kuruşun lâfı mı olur!” gibi savunmalarla bizi sömürmeye çalışan bir cimriye ise;

“Damlaya damlaya göl olur.” şeklinde karşılık vermek en mantıklısıdır.

Fakat gerektiğinde harcamayı bilemeyen yakınımıza kendimiz ya da etrafımızdakilerin mutluluğu için harcama yapmanın da güzel olduğunu zamanla benimsetebiliriz. Başkalarının veya kendisinin mutluluğu için yaptığı küçük küçük harcamaları biraz abartılı bir şekilde takdir etmek, onu yavaş yavaş harcamaya alıştıracaktır.

PASİF AGRESİFLER

Bir de imkânı ve gücüyle alâkalı yapabilecek olmalarına, onları engelleyen herhangi somut bir sebep olmamasına rağmen görevlerini geciktiren, ihmal eden, sorumluluklarını yerine getirememelerinin sebebini daima kendilerinin dışında gören, kendilerine has gizli bir inatçılığı olan pasif agresif kişilik tipleri vardır.

“Benim suçum yok!”, “Gerekirse yüzüne de söylerim!” diyen ama hiç gerekmeyen, “Bu problemleri ben mi çözeceğim, birileri çözsün!”, “Ben istersem yapabilirim!” diyerek karşısındakini öfkelendirip kendinden soğutan, ileri sürdükleri bahanelere inanılmadığında da küsen bu tipler, içlerindeki öfkeyi dışa yansıtamadıklarından böyle davranırlar.

Pasif agresiflerle iletişimde dikkat etmemiz gereken ilk nokta, öfkelenmemektir.

Çünkü kendilerinin hiç kabahati yokmuş gibi bir de öfkelendirdikleri kişiyi eleştirirler.

“Mazeretlerini anlıyorum ama sorumluluklarını yerine getirmediğinde bunun sonucundan etkilenecek olan sen olacaksın.” diyerek cezadan ziyade sebep-sonuç ilişkisine vurgu yapmak gerekir.

“Ben istersem yaparım.” demeleri inatlarıyla birlikte bir gerçeğe de vurgu yapar; önemli olan onun bir işi yapmayı istemesidir. Bunun için de buyurgan olmaktan ziyade, onunla yaptığımız istişârenin sonucunda; sonucu, onun tercihi durumuna getirebilmek gerekir.

Grup çalışmalarında bir sürünün içinde yönetiliyor gibi hissetmelerine rağmen, pasif agresifler grup yönetimi için uygundurlar. Çünkü kimin kaytarıp kaytarmadığını anlayabilirler! Öfkelenmek, bağırıp çağırmak, ceza vermek, nasihat etmek, akıl vermek bu kişilerde işe yaramaz. Fakat istişâre etmek onlarda işe yarayabilir.

“Şu konuda bazı problemlerimizin olduğunun farkındayım, birlikte bu konuda çözüm üretelim mi?”,

“Bu konuda seni rahatsız eden şey nedir?”,

“Senin ürettiğin makro düzeydeki çözümler gerçekleşene kadar şimdilik yapabileceklerine de bakalım mı?” gibi başlangıçlar en son;

“Küserek veya surat asarak sorumluluğundan kurtulacağını sanıyorsan yanılıyorsun; bu işi bitirmezsen sonucuna katlanırsın!” gibi bir cümleyle bitebilir. Zar zor da olsa bir görevi tamamladıklarında onlara teşekkür ve takdir bildirmekte biraz cömert davranmak da işe yarayacaktır. “Bundan sonra senin sayende işlerimiz daha kolay olacak.” gibi bir cümle daha sonraki işlerden muaf olacağı düşüncesine de onları itmeyecektir.

Burada bahsettiklerimiz, sadece toplumda en çok görülen kişilik tiplerinden bazılarıdır.

Elbette tüm insanları sadece beş-on kişilik tipi içine sığdıramayız. Her kişinin nev’i şahsına münhasır bir kişiliği vardır.

Hastalık seviyesinde olmayan hemen hemen her kişilik tipiyle geçinebilmenin en temel şartı ise iyi birer iletişimci olmak, empati kurmayı öğrenmek, öfkemize hâkim olmak, yeterli özgüvene sahip olmak ve her insanın ilgiye ihtiyacı olduğu gerçeğini unutmamaktır.

__________

Not: Bu yazı Prof. Erol GÖKA’nın; «Geçimsizler» kitabından faydalanılarak yazılmıştır. Daha geniş bilgi isteyenlerin bu kitabı okuması tavsiye olunur.