Edebâlî Hazretleri’nden Osman Gazi’ye TARİHÎ NASİHATLER!

ŞAİR : SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

Tarihî gerçekler değişmez.

Onlar, yaşanmışlığın mührü ile silinmez bir mevcudiyete sahiptir. İçlerinden bir kısmı, belki yaşandığı dönemlerde söze aksetmemiştir. Ancak her birinde, çarpıtılmadıkları müddetçe öz itibarıyla tartışmasız bir mevcudiyet gerçeği vardır. İstanbul fethinde surlara bayrak dikmemiz gibi. İtirazsız bir gerçek bu. Fakat onu kim dikti? Ulubatlı Hasan diye biri var mı, yok mu? Bu sualler, öz itibarıyla yersiz. Çünkü fetihteki o itirazsız gerçeği, nesilden nesile anlatmak için köklü medeniyetimiz ve tarih şuurumuz, surlara bayrak diken efsânevî kahramanı; «Ulubatlı Hasan» olarak sembolize etmiştir. Bu da, çok tabiî ve elzemdir. Unutulmaması gereken bir gerçeğin, temsil yoluyla kendi ifadesini bulmasıdır. Yoksa onun da, ifadesiz kaldığından dolayı unutulan diğer gerçeklerden farkı olmazdı. Hele ki, birilerinin tarihimizi unutturmak, unutturamazsa saptırmak için yığınla şırınga kullandığı bir ortamda…

Bilhassa vurgulanmalı ki;

Ulubatlı Hasan; bu milletin surlara fetih bayrağını diken kendi şahsiyetidir ve bu yönüyle, asla hayalî bir kişi değil, itirazsız bir gerçektir. Tarih 1453: Surlara bayrağı diktik mi, diktik. Onu diken bir yiğit elbette var mı, var. Bunda şüphe? Hiç yok. Dolayısıyla; adı meçhul de olsa, gerçeği âşikâr olduğu için o yiğidi malûm bir isim ile sembolize etmek, en tabiî hakkımız. Fethi yaşamak ve yaşatmak bu.

Aynı şekilde;

Edebâlî Hazretleri’nin cihangir inşa eden eğitiminde yetişerek kıtalara hükmeden bir devleti kurmuş olan Osman Gazi’nin tarih önündeki mükemmel şahsiyeti, dehâsı ve muvaffakıyetleri de itirazsız bir hakikat. O hakikati oluşturan öz, ortada. Onun doğru okunup gelecek nesillere kuvvetli bir ışık olması için, o özü aynı mahiyette söze dökmek de, tarihimizi unutulmaktan kurtaracak tabiî bir vefâ ve var oluş vazifesi.

İşte bu idrak ekseninde yazılmış olan «Edebâlî Hazretleri’nin Osman Gazi’ye yaptığı nasihatler» de; geçmişimizden gelen hissiyatımız ile tarihî romanlarımızın dilinden ifadelere yansıyan bir tasavvur, yani tarihî bir özün, aynıyla sözlere aksetmiş hâli. Yani bu nasihatler, o özün aynası ve aynısı. Şiirin diliyle:

Bu öğütler, Edebâlî özüdür,
İfadeler, anlayanın sözüdür… (Seyrî)

Mesele; o tarihî özü, aynı mahiyette söze dönüştürüp
onu nesilden nesile aktarma hizmeti.

İşte bu özlü hizmet, hikmet ve hakikat ekseninde;

Edebâlî Hazretleri’nden Osman Gazi’ye
TARİHÎ NASİHATLER!

Beysin oğul! İmdi, kulak ver bana;
Artık öfke bize, uysallık sana!
Artık sancı senin, şifâlar bizim,
Çileler de senin, safâlar bizim.
Artık endişeler, üstünde çadır,
Uyku bize helâl, sana haramdır!
Her ah sana rızık, eyvahlar katık,
Gafil olma; bize mahsus rahatlık;
Keyif bize ait, keyfiyet sana,
Leke bize düşer, sâfiyet sana.
Lâf bizim payımız, atlanmak senin,
Suçlamak bizimdir, katlanmak senin.
Artık bizden hata, senden affetmek,
Şüphe bizim, sende itimat gerek.
Biz bölebiliriz, kin-künde ile,
Sen bütünlemeye mecbursun ille.
Bizim hakkımızdır çektirmek zahmet,
Seninse vazifen, yalnız merhamet.
Meyve vermek sana, taş atmak bize,
Tatlı bakış sana, kaş çatmak bize!
Olgunluk sana farz, hamlık bizimdir,
Biz beden sen cansın, can tene esir!
Oğul! Kavga bizim, adâlet senin,
Geçimsizlik bizim, metânet senin!
Susmak senin işin, söyleniriz biz,
Gönül alacaksın, güceniriz biz!
Şom ağız bize has; sana pay, sabır;
Bizden dert akacak, senden hâl-hatır!
Ateş olmak bize, kül olmak sana,
Sivri yorum bize, gül olmak sana!
Bülbüllük tâcındır, kuzgun da olsak,
Kazanmak tahtındır, bozgun da olsak.
Bize değil, sana düşer intizam,
Biz etmesek bile eyle ihtiram!
Bir kuyumcudan ki hassas olman şart,
Bizleri de, kendini de doğru tart!
Sen hoş göreceksin, kem görsek de biz,
Sende doğrulacak eğrilerimiz.
Baş olmak bu: Ayaklara hasır ol,
Her seferde son sefere hazır ol!
Çer-çöp karıştırma gönül çapına,
Benlik ve gururu sokma kapına!
İşte şiar: Senden bilme, sen başar;
Şânın, sana değil, bize iftihar!.
Oğul! Hiçlik sana, şımarmak bize,
Hizmetkârlık sana, iş sarmak bize…
Hep âcizlik bizim, dirâyet senin,
Uyumsuzluk bizim, riâyet senin!
Düşme sakın bunda ümitsizliğe,
Her öğüt merdiven, gerçek birliğe!
O birlik, dirliktir; yap vazifeni,
Öncü yaşa, çünkü sen beysin… Yani;
Sen senin değilsin bugünden sonra,
Uğrunda cennetin, ey oğul, zira;
Bir gömlek giydin ki, onda her ateş,
Bu yükten kaçmak mı, bin beter ateş!
Kölelikten zor bu, saltanat sanma,
Sultan değil kul ol, vâh ile yanma!

Oğul! Yükün ağır, işin de çetin,
Gücün kıla bağlı, Hak yardım etsin!
Etsin Hudâ, beyliğini mübârek,
Parıldatsın ışığını haşre dek!
O ışığı, halkın kandili etsin,
Gönül gönül, uzaklara iletsin!
Beyliğini kol kol eylesin varlı,
Kılsın seni Hak yoluna yararlı.
Versin Rabbim, sürçmeyecek akl-ı küll,
Nasîb etsin yük taşıyan bir gönül.
Gazilerde kılıç, dervişte duâ,
Bir olunca, sonsuz ışıldar şuâ.
Bizdeki fikirle sizdeki gayret,
El ele tutunsun, yükselir devlet.
Bu şekilde beraberce biz yine,
Yollar açmalıyız va‘dedilene!
Temizlemeliyiz tıkanıklığı,
Derin etmeliyiz gönülde sığı.

Oğul! Kuvvetini kullanmayı bil,
Yoksa ters rüzgârda olursun sefil.
Kaynaştırma öfke ile nefsini,
Aklını yenmesin şeytanın kini.
Her dem iradeli, sebatkâr yaşa,
Yumuşak ol, fakat söz geçir taşa!
Bey dediğin kişi, hatırlı olur,
Telâşsız, vakarlı, sabırlı olur.
Sabret; çiçek, açmaz vaktinden önce,
Armut, bağra batar hamken yenince.
Kalemsiz kılıç da ham armut gibi,
Tâ bağra saplanır, yoktur tabîbi.
Kendi irfanında yaşasın millet,
Sırt çevirme ona, tâc olur izzet.
O irfan ki, halkı yükselten şuur,
Yöneten de, diri tutan da odur.

Oğul! Sabah doğup akşam ölen çok,
Dünya; büyük değil, avuç kadar yok!
Hiç fethedilmemiş sırlar var ancak,
Fazîletin ve adlinle doğacak!
Ananı say, atanı say, hürmet et,
Büyüklerle beraberdir bereket.
Kaybedersen inancını dünyada,
Yemyeşilken çöl olursun gayyâda.
Her söze alınma, açık sözlü ol,
Bildim, gördüm deme, sen hayırla dol.
Sevildiğin yerde gönül bıktırma,
Hür itibarını yere yıktırma!
Halkın arasında çoktur ya sancı,
Zengin iken fakir düşene acı!
Çok acı cahiller içre âlime,
Acı, hatırsızlık sıçrarsa kime!
Unutma, makamı yüksek kimseler,
Alçak kadar emniyette değiller.
Haklı isen, korkma mücadeleden,
Hakk’a sadâkatle yükseldi deden.
İyi ata doru derler, tam sına,
Deli denir yiğitlerin hasına.
Nefsini tanımak, en büyük zafer,
Kendini düşman bil, bu sana yeter!
Nefsi tanıyanın kendisidir dost,
Tâcı-tahtı eyler dostu için post.
Ülke; bir sultanın, efrâdıyla, bil,
Bölüştüğü ortak malı hiç değil.
Yurt, bayrak gibidir; yıldız ile ay,
Evlâda, kardeşe edilemez pay.
Vaktiyle yanıldı atalarımız,
Çok bölündü yoğumuzla varımız.
İdare edene emânet vatan,
Emânet, sırayla devrolur, ey han!
Bölen, yaşayamaz ve yaşatamaz,
Kim olsa cihânı o kuşatamaz…

Oğul! Oturanlar, zor kalkar safa,
Kalkmayan uyuşur, başlar boş lâfa.
Lâf dedikoduya döner, kin doğar,
Dost, düşman görünür; düşman, canavar!

Oğul! Hayvan ölür, kalır semeri,
İnsandan kalan da, ancak eseri…
Giden gitti, ağla bırakmayana,
Bırakana yâr ol, devamdan yana.
Bu güç biter; kişi, bilgiyle yaşar,
İlmi yaşayan kul, ölümü aşar!
Savaşları sevmem, hoşlanmam kandan,
Lâkin kılıç, esirgenmez düşmandan.
Kılıç şarttır, fakat yaşatmak için,
Yoksa cinayeti olur kişinin!
Memleketten öte değildir bir bey,
Ama sırf bey için savaşılmaz, hey;
Hakkımız yok, dinlenmeye, durmaya,
Zaman yok, süre az, yollar dik kaya!
Şahlan oğul! Korkanadır yalnızlık,
İş bilene, yerden göğe baht açık!
Bilen çiftçi, ekim vaktini, zâhir,
Tek kalsa da sormaz gayrıya fikir.
Bizim dâvâmızın esası, sevgi,
Sessizlikte saklı onun mihengi.
Sevmek nasıl olur, bunu doğru sez;
Bağırarak, görünerek sevilmez!
Sevenler görünür ancak her yerde,
O sessiz sevenler, dedirmez nerde!

Oğul! Geçmişini bilmeyen cahil,
Geleceği bilmez, yok ona sebil.
Geçmişi bil, geleceğe sağlam bas;
Sonsuzluk tahtında, Arş’a kılıç as!
Nerden geldin unutma ki bu yere,
Tâ unutmayasın gidişin nere!
Ufkunda daima hak sevda yansın,
Gidiş yolun fetihlerle donansın;
Peygamber müjdesi, «Kızılelma»dır,
Önce İstanbul’dur, sonra Roma’dır.
İstanbul’u aç ki, kur gökte saray,
İslâm’ın nûrunu kıt’alara yay!
Roma’yı da aç ki, açılsın gülü,
Şakısın orda da ezan bülbülü…
Sodom, Gomore’de volkanlar sönsün,
Dünya cehennemi, ravzaya dönsün!
Yıkansın kâfirin kötü ahlâkı,
İyilik doldursun bütün âfâkı…

Bu öğütler, Edebâlî özüdür,
İfadeler, anlayanın sözüdür.
O özü, söz ile yazdı ki, Seyrî,
Geçmişle gelecek, birlikte diri…

8 Ocak 2013