TÂHİRU’L-MEVLEVÎ

YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

Reşid Mazhar AYDA, Tâhiru’l Mevlevî’nin vefat yıldönümü münasebetiyle kaleme aldığı yazısında onun çeşitli cephelerini anlatırken, Süleymaniye Camii’ndeki Mesnevî derslerinden bahisle şu ifadeleri kullanmıştı:

“Mesnevî’yi takrir ederken söylediği bazı derin sözler, «ârif» olmayan kimsenin ağzından çıkacak sözler değildi. Rahmetli üstad, hemen hemen her derste karşısındakileri unutur; felsefe, ilm-i kelâm ve tasavvuf âlemine geçer; tarihten, Arap, İran ve Türk edebiyatlarından misaller getirir, dinleyenleri vecd içinde mest edip bırakırdı!”

Bu ayki yazımda sizlere, Fatih ve Süleymaniye camilerinde yıllarca Mesnevî dersleri veren, Mesnevî-i şerif şerhinin en güzellerinden birini kaleme alan, beş adet «Şapka Risâlesi» sattığı için 60 gün cezaevinde yatırılıp, İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanan şair ve müderris bir Mevlevî dedesini, Tâhiru’l Mevlevî’yi tanıtmaya çalışacağım.

***

1877’de İstanbul’un Aksaray semtine komşu Taşkasap’ta dünyaya gelen Tâhiru’l Mevlevî; ilk tahsilini Hekimbaşı Ömer Efendi Mekteb-i İbtidâiyyesi’nde yaptıktan sonra, Gülhane Askerî Rüşdiyesi’ne girmiş, sonra da Menşe-i Küttâb-ı Askerî’yi tamamlayarak, 1892 yılında henüz 15 yaşında iken Bâb-ı Seraskerî’de mülâzım olarak vazifeye başlamıştı.

Babası Hademe-i Hâssa başçavuşlarından Mustafa Saffet Bey’i on üç yaşında kaybeden Tâhiru’l-Mevlevî’nin asıl adı Mehmed Tâhir’di. O; Sultan Abdülaziz Han’ın kızlarından Nâzıme Sultan’ın dadılığını yapan, annesi Emine Emsal Hanım tarafından büyütülmüş, büyük bir muhabbetle sevdiği bu büyük varlığın vefatından sonra dahî evlenmeyerek, ömür boyu mücerret yaşamıştı.

HOCASININ MAKAMINA GEÇMEDİ!

On sekiz yaşında, hocası ve Kasımpaşa Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Es‘ad Dede ile birlikte hacca giden, hac dönüşü askeriyedeki görevinden istifa ederek, önceki sene intisâb ettiği Yenikapı Mevlevîhânesi postnişini Mahmud Celâleddin Dede’nin dergâhında 1001 günlük çileye soyunan Tâhiru’l Mevlevî, 21 yaşında «Dede» unvânı kazandı.

Geçimini kendi temin etmeyi, dergâhta hücre-nişîn olmaya tercih ederek; yayıncılık da yapmak üzere bir sahaf dükkânı açmaya karar verdi. Şeyhinin müsaadesiyle, Beyazıt’ta ana cadde üzerinde «Tâhir Dede Kütüphanesi» adını verdiği bir kitabevi açtı. Neşriyattan gayesi, bazı Mevlevî büyüklerinin unutulmuş eserlerini yeniden meydana çıkarmaktı. Bir de dergi çıkarmaya başladı. Fakat gazete ve neşriyatı; haset birtakım kişilerin saraya; “«İttihâd-ı Mevleviyye Komitesi» teşkil etmek amacındadır!” tarzında verdikleri bir jurnal üzerine kapatıldı.

Mehmed Tâhir Bey, annesinin dadılığını yaptığı Nâzıme Sultan’ın yalısında vekil-harçlık vazifesinde, dört-beş yıl kadar bulunduktan sonra, Orman ve Ziraat Vekâleti’nde memuriyete geçmişti. Bu arada Sırât-ı Müstakîm, Sebîlürreşad ve Nekre-gû isimli dergilerde şiir ve makaleleri yayınlanmaya başlamıştı. Kendisine, 1911’de Hocası Es‘ad Dede’nin vefatı üzerine, Kasımpaşa Mevlevîhanesi mesnevîhanlığı teklif edildiyse de; bu teklifi, hocasına duyduğu engin hürmeti sebebiyle -onun makamına geçmeyi edep dışı bularak- kabul etmedi.

SADECE ÇELENGİ EKSİK!

Yıl 1912 idi… «Hak» Gazetesi, Şeyh Gālib Dede’nin vefat yıldönümü münasebetiyle Galata Mevlevîhânesi’deki kabri başında bir anma töreni düzenlemişti. Orada «Hak» gazetesinin yazı kurulundan Köprülüzâde Fuad Bey (Prof. Dr. Fuad KÖPRÜLÜ), Şark’ın bu müceddit şairinin hayatı, eserleri ve edebî yönü hakkında bir konuşma yapacak; ardından Mülkiye’den Âkif Efendi, Hüsn ü Aşk’ından bazı parçalar okuyacaktı. Anma merasimi, Abdülhak Hâmid’in, Şeyh Gālib’in edebî duygularını anlatan mektubunun okunmasından sonra, mevlevîhâne postnişîninin gülbank çekmesiyle sona erecekti.

Tâhiru’l-Mevlevî, bir makalesinde bu durumu şöyle tenkit etti:

“Şu durum, meselâ Panteon’da gömülü bulunan Fransız meşhurlarından birinin mezarını ziyaret için düzenlenmiş olsaydı, kimsenin bir diyeceği olmaz; «Yalnız mezarına konulacak çelenk unutulmuş.» denilip geçilirdi. Lâkin bakışlar; Paris’ten İstanbul’a, Panteon’dan Galata Mevlevîhânesi’ne, meselâ Victor Hugo’nun mezarından Şeyh Gālib’in kabrine çevrilince; bu fiilin yakışmadığı, bu icraatın kabul edilemeyeceği açıktır. Çünkü bizde kabir ziyaretine koyu renk elbise ile değil, abdestle ve temiz elbise ile gidilir. Mevtânın mezarı başında nutuklar, mektuplar, şiirler okunmaz. Âyet-i kerîmeler, Fâtihalar ve salevât-ı şerîfeler okunur, duâlar edilir.1

Zannederim heyet arasında hakikî bir Mevlevî bulunsaydı, Dede merhumun fazîletlerinin anılması için, dergâh-ı şerifte, «Mevlid» okutturulmasını, mukabeleden sonra gömülü bulunduğu türbenin önünde duâ edilmesini, sonra da Dârülfünûn’un ders kürsüsünde şairlik meziyetlerinin açıklanmasını teklif ederdi!”2

FRENK MUKALLİTLİĞİ VE ŞAPKA!

1914’te Dârü’l-Hilâfet müderrisliği, 1918’de Medresetü’l-Kuzât müdürlüğüne getirilen Tâhiru’l Mevlevî, kısa bir süre Teâlî-yi İslâm Cemiyeti üyeliği de yapmıştı. 1920’de «Mahfil» isimli bir dergi çıkarmaya başlamış, üç yıl sonra Fatih Camii’nde mesnevîhanlık vazifesi üstlenmişti. Dâruşşafaka Lisesindeki muallimlik görevine ise 1909’dan beri devam ediyordu. Durup dinlenmeden, yorulmak bilmez bir tempoda çalışıyordu.

25 Kasım 1925 günü; «Şapka İktisası Hakkında Kanun» adıyla beklenmedik bir kanun çıkarıldı, yürürlüğe girmesinin 12. günü bir yatsı vakti, Mehmed Tâhir Bey’in evi de arandı, ardından aynı gece karakola sevk edildi ve tevkif edildi. «Frenk Mukallitliği ve Şapka» isimli küçük risâlenin telifi ve yayınlanması, kanunun çıkmasından 1,5 yıl önce gerçekleşmiş olmasına rağmen, aynı konuda müellifi İskilipli Âtıf Efendi ile birlikte yüzlerce kişi tevkif edildi.

Tâhiru’l-Mevlevî’nin suçu, kitapçılık yaptığı dönemde bu eserden 5 adet satmış olmasıydı! İstanbul’da, şapkaya ve inkılâplara karşı olma ithamıyla tutuklanan 25 kişi arasında o da vardı. İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanmak üzere Ankara’ya götürüldü, iki aya yakın bir süre cezaevinde tutuldu.

İSTERSEN, BİR DE ALTIN VEREYİM!

Mahkemenin karar günüydü… Bütün gece uyumamış, bin bir türlü hayal ve üzüntü içinde Rabbine niyaz edip yalvardıktan sonra sabaha karşı biraz dalmıştı. Gördüğü farklı rüyanın etkisiyle bir anda gözlerini açtığında namaz vaktinin girdiğini fark etti.

Rüyası şöyle idi:

Cezaevi koğuşunda birlikte yattıkları Ahıskalı Şeyh Haydar Efendi ile ortak bir maaş cüzdanları vardı… Bu cüzdanla, maaş çekmek üzere dairenin veznesine başvurmuştu. Veznedar, maaşına karşılık iki kâğıt para verdikten sonra, şu teklifte bulunmuştu:

“–İstersen, bir de altın vereyim!”

Mehmed Tâhir Bey;

“–Aman efendim, lütufta bulunmuş olursunuz, çoktandır yüzüne hasrettim. Gurbette hemşehrî görmüş gibi olurum!” dedi.

Bunun üzerine veznedar, kenarı kırık bir altın verdi. Mehmed Tâhir Bey;

“–Efendim; bir lütuf ettiniz, bari tamam olsun, şunu değiştiriverin.” ricasında bulundu.

Bu söz üzerine memur, kırık altını geri aldı, yerine Mevlevî külâhı şeklinde tam bir altın sikke verdi.

Üstad böyle uyanmıştı.

Tâhiru’l Mevlevî’nin namazdan sonra anlattığı rüyayı, Ali Haydar Efendi şöyle tabir etti:

“Altının değişmesi; hakkındaki hükmün değişeceğine, maaş cüzdanının ortak olması ise ikimizin de beraat edeceğine işarettir!”

Birkaç saat sonra tabir doğrulandı, 3 Şubat 1926 günü yapılan duruşmada ikisi de beraat edip serbest bırakıldı.

21 Haziran 1951’de 74 yaşında iken vefat eden bu edebiyat tarihçisi, şair «dede»miz, Merkez Efendi kabristanında medfundur.

Allah rahmet eylesin…
_____________________

1 Aradan geçen 100 yıl zarfında, bu tür anma merasimlerinin toplumda nasıl yerleştiği izahtan vârestedir.
2 Tâhiru’l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri, Nehir Yayınları, 1990, s. 44-45.