AVRUPA REFORM HAREKETLERİ -1-

YAZAR : Ahmed MERAL ahmedmeral61@gmail.com

PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU

Reform; kelime anlamıyla; «bir şeyin aslını bozmadan onda yapılan değişiklikler» şeklinde tarif edilirse de ıstılahî olarak; 16. asırda Batı Avrupa hıristiyan dünyasında, Katolik Kilisesi’ne karşı gelişen başkaldırı hareketleri ve mezhebî mücadelelerin geneline verilen addır.

Putperest Roma İmparatorluğu üzerinde gelişip serpilen Hıristiyanlık, Roma putperestliğini uzun ve çileli mücadeleler sonucunda alt etmeyi başarmış ve imparatorluk topraklarında nüfuz ve etkisini artırmıştı. İmparator Konstantin’in 313 yılında Milâno Fermanı’nı yayınlamasıyla da hıristiyanlar geniş imparatorluk topraklarında serbestçe dînî ritüellerini yerine getirme hakkı elde etmişlerdi. Yeni din, baskıların azalmasıyla hızla yayılışını sürdürdü. Nihayet 380 yılında İmparator Theodos zamanında tüm Roma İmparatorluk topraklarında Hıristiyanlık resmî din hâline geldi.1

İmparatorların, kitleleri hıristiyanlaştırma misyonunu üstlenmesi sayesinde, Roma; büyük bir Hıristiyan İmparatorluğu hâline geldi. Ancak Orta Doğu’dan İngiltere’ye kadar Akdeniz’i tam bir göl hâline getiren İmparatorluk topraklarında siyasî münakaşalar eksik olmuyordu. İstanbul şehrinin kurulmasının ardından Roma İmparatorluğu 395’te Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak fiilen ikiye ayrıldı. Siyasî çekişmeler, tarih boyunca olduğu gibi Hıristiyanlığın da geleceğini olumsuz etkilemiş ve zamanla; İstanbul Kilisesi, Doğu Roma İmparatorlarının tesiri altına girerek, Papa’nın otoritesinden tamamıyla bağımsız hâle gelmişti. Artık Ortodoksluğu temsil eden Doğu Hıristiyanlığı ve Katolikliği temsil eden Roma kesin çizgilerle birbirinden ayrılmıştı. Böylece, Balkanlar ve doğusunda kalan tüm Ortodoks Hıristiyanlar; İstanbul’da siyasî olarak Bizans İmparatoru’na, dînî olarak da İstanbul Patriği’nin otoritesine tâbî olmuştu. Batıda ise, Roma’da oturan Papa; kendisini daima, dünya hıristiyanları üzerinde sadece rûhânî değil, cismânî yönden de tam yetkiye sahip bir otorite olarak görmekteydi. Bir başka ifade ile anlatılmak gerekirse Papa; ya doğrudan doğruya dünyevî iktidarı elinde tutmalı, ya da dünyevî iktidarı elinde tutanlar meşruiyetini Papa’dan almalıydı. Nitekim; 800 yılında Papa, Şarlman’a taç giydirerek onu Mukaddes Roma İmparatorluğu’nun hâkimi ilân etmişti.2

Batı dünyasında Papa, Orta Çağ boyunca; dînî, kültürel, siyasî ve sosyal yönden mutlak bir otorite olarak kabul edilmekte, karizmatik bir konumda bulunmaktaydı. Katolik Roma Kilisesi; Haçlı Seferlerinde yüz binleri harekete geçirebilmekte, kralları bu seferlere sürükleyebilmekte, manastırlarda bir tür hıristiyan militanı sayılabilecek şövalyeler yetiştirerek Mukaddes Kilise’nin emrinde hazır tutabilmekteydi. Bilim adamları ve sanatçılar; bu muazzam güç ve otoritenin kontrolünde eserler vermekte, tüm tavır ve davranışlarında aforoz tehdidini daima göz önünde bulundurmak mecburiyetinde hissetmekteydiler.

REFORM ÇAĞINDAN ÖNCE KİLİSEYE YÖNELEN İTİRAZLAR

Katolik Kilisesi’nin bu muazzam gücüne rağmen, yer yer bu otoriteye mevziî isyanlar ve itirazlar da olmaktaydı. Daha çok siyasî güçlerce desteklenen bu hareketlerde; Katolik Kilisesi’nin uygulamalarına karşı tavır alınmakta, eleştiriler Katolik akîdesinden çok, din adamlarının yanlış tavırlarına odaklanmaktaydı. Orta Çağ’ın sonlarında yaşamış olan meşhur İngiliz reformcu vaiz John Wyclif (1329-1384); Oxford Üniversitesinin önde gelen filozoflarındandı. Katolik Kilisesi’ne karşı net bir tavırla karşı gelmiş ve etkili bir hareket başlatmıştı. Hükûmetin «yozlaşan din adamlarının mallarına el koyması» uygulamasına destek vermekle kalmadı Kilisenin Orta Çağ’a ait öğretilerine karşı sert eleştiriler ihtiva eden yayınlarda bulundu. John Wyclif; etkisi daha sonra büyük olacak olan önemli bir adım atarak, Kitâb-ı Mukaddes’in Lâtince çevirisi olan Vulgate’yi İngilizceye çevirdi. Yazdıkları, ateşli vaazları ve ders halkalarındaki etkili konuşmalarıyla çok büyük kalabalıkları kendine bağlamayı başardı. Güçlü bir biçimde taraftarlarını örgütledi ve böylece; «Mırıldananlar» ya da «Mırıltıcılar» anlamına gelen «Lollardcılık» adını alan bir hareket ortaya çıktı. Zamanla dînî ve siyasî baskı altına alındıysa da; bu akım, bir sonraki yüzyılda meydana gelen Reform Hareketleri’nin tetikleyicisi oldu. Bilhassa Almanya’da ortaya çıkan Luthercilik akımının yolunu hazırladı.3

Büyük Reform öncesinin batıdaki en etkili muhaliflerinden biri de Çek asıllı Jan Hus (1374-1415) idi. Bir rahip olarak atandığı Prag’da ferdî dindarlık ve erdemli hayatla ilgili vaazlarıyla tanındı. Wyclif’den etkilenerek Kitâb-ı Mukaddes’in önemini sürekli vurgulamakta, din adamlarının da bu metinlerin dışında din ihdas edemeyeceğini her plâtformda seslendirmekteydi. Din adamlarının yolsuzluklara bulaşmasını kınamaktaydı. Onları resimlere tapınmakla, sahte mûcizelere inanmakla ve Rabbin sofrasında kilise şarabını halkla paylaşmamakla suçladı. Günahların para karşılığı bağışlanmasına da şiddetle karşı çıkmaktaydı. Bu tutum ve davranışlarının ve Prag’ı yoğun tartışmaların merkezi hâline getirmesinin bedelini, çok ağır ödedi. Görüş ve düşüncelerini savunmasına fırsat verilmeden yargılandı ve kazıkta yakılarak ölüme mahkûm edildi. Ancak kahramanca ölümü, Çek halkının millî duygularını uyandırdı ve Bohemya’da Husçu Kilisesi kuruldu.4

Büyük Reform Hareketleri’nden önce başlayan bir diğer reform kıvılcımı da İtalyan vaiz Girolamo Savonarola (1452-1498) tarafından tutuşturulmuştu. Medici ailesinin Floransa’dan kaçmasının ardından yıldızı parlayan Savonarola, Katolik Kilisesi’ne karşı faaliyetlerde bulunarak Vergi Reformunu başlattı, yoksullara yardım etti ve Yargı Reformunu gerçekleştirdi. Etkili vaazlarıyla sanat ve eğlence merkezi hâline gelmiş Floransa’yı âdeta bir manastıra dönüştürdü. Papa VI. Alexandır’ı ve «yoldan çıkmış Papalığı» kınaması, kendisiyle beraber tüm Floransa’nın da aforoz edilmesine yol açtı. Kiliseye karşı çıkışının bedeli, gerçekten çok ağır oldu. İdam edilen Savonarola 16. yüzyılda gelişen Protestan hareketlerinin önünü açan sembol isimlerden kabul edilmektedir.

Öte yandan matbaa, Protestan Reformu’nun hızla yayılmasında önemli bir rol oynadı. İlk Alman reformcularının (Luther, Melanchthon) yazıları birkaç hafta içinde oldukça geniş bir kesime ulaşarak kısa bir süre sonra Paris ve Roma gibi hıristiyan başkentlerinde okundu. Matbaacılar, yazarı belli olmayan Beneficio di Christo isimli kitabı 1543 yılında yayınlamış ve sadece Venedik’te 40 bin adet satmışlardı. Kısacası matbaa Protestan Reformunun yolunu açan en önemli kültürel faktördü. Erasmus’un dînî yazıları da bu büyük değişimin önünü açmaktaydı. Erasmus şöyle diyordu:

“Keşke mukaddes yazılar bütün dillere çevrilebilseydi. Böylece yalnız İskoçlar ve İrlandalılar değil Türkler ve Araplar da onları okuyup anlayabilirdi. Çiftçi, toprağı sürerken onları söylesin, dokumacı mekik sesleri arasında mırıldansın, yolcu yolculuğun tekdüzeliğini onların hikâyeleriyle atsın istiyorum.”5
________________________

1 Aslı KAHRAMAN, Sebîlürreşad’da yayınlanan Hıristiyanlıkla ilgili makaleler ve tahlilleri, Doktora tezi, Çukurova Üniversitesi, s. 14-15.
2 Dr. Ahmet Hikmet EROĞLU, Hıristiyanların Bölünme Sürecine Genel Bir Bakış, s. 321, ankara.edu.tr/dergiler
3 Hıristiyanlık Tarihi, Yeni Yaşam Yay., s. 336.
4 Hıristiyanlık Tarihi, s. 338.
5 P. Smith, Rönesans ve Reform Çağı, s. 273.