Sırât-ı Müstakîm ve İSTİKAMET SAHİBİ OLAN KİMSELER

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

İstikamet; «kalkmak, dikilip ayakta durmak» mânâsındaki «kāme» kökünden gelmektedir. «Boy-bos, endam» demek olan «kāmet» kelimesi de aynı kökten gelir. Çünkü boy-bos, ancak kişinin ayağa kalkıp boyunun uzunluğunu görenlere arz ettiğinde müşâhede edilebilir.

İstikamet, lügatte; «dosdoğru olmak, sağa-sola eğrilmemek» mânâsını ifade eder. İslâm’ın ilke ve prensiplerini sıkı bir şekilde takip etme anlamında kullanılması; Besâiru Zevi’t-Temyîz müellifi Fîrûzâbâdî’nin (ö. 817) belirttiği gibi, dümdüz bir çizgi hâlinde devam eden bir yolda yürümeye benzetilmesi sebebiyledir.

İstikamet kelimesi; Kur’ân-ı Kerim’de 10 defa fiil formunda, 37 defa da ism-i fâil (etken ortaç) formunda kullanılmıştır.

“İstikamet sahibi kimseler için korku ve üzüntü mevzubahis değildir.” (el-Ahkâf, 46/13) “Melekler onlara muştularla iner ve; onlara;

«Korkmayın, üzülmeyin, size va‘dolunan cennetle sevinin!» derler. «Biz dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınızız. Gafûr ve Rahîm olan Allâh’ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır.»” (Fussılet, 41/30-32)

Taberî Tefsiri’nde seleften yapılan nakillere göre melekler, bu sevindirici haberleri o kimselerin ölmek üzere bulundukları anda verirler.

İstikametin öncelikli şartı tevhid ve kelime-i şahâdette sebat etmek, sonra her türlü ifrat ve tefritten uzak bir şekilde; “Sizi mûtedil bir ümmet kıldık.” (el-Bakara, 2/143) âyeti fehvâsınca mûtedil bir hayat sürmektir.1 Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim’de iki âyette «terazi» mânâsındaki «kıstas» kelimesi «müstakîm» sıfatıyla birlikte kullanılmıştır. (el-İsrâ, 17/35; eş-Şuarâ, 26/182)

Her fert, kendi istîdat ve kabiliyeti ölçüsünde istikamet sahibi olur. Kimi ancak asgarî şartları yerine getirebilirken kimi de bu konuda çok büyük mertebeler kat eder. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd, 11/112) âyeti nâzil olduğunda Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in;

“Hûd Sûresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı.” şeklinde rivâyet edilen sözünü söylemesi, mes‘ûliyet şuurunun derinliğini ve istikamette kat ettiği mertebenin yüksekliğini gösterir.

İstikamet sahibinin takip ettiği tevhid ve İslâm prensiplerinin yola benzetildiğini yukarıda söylemiştik. Bu sebeple istikamet kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de; «yol» mânasındaki «sırat» ve «tarik» kelimelerini (sıfat ve hâl olarak) niteler şekilde 34 yerde kullanılmıştır. Tabiî bunların içerisinde ilk aklımıza gelen günde en az 17 kez okuduğumuz Fâtiha Sûresi’ndeki;

“Bizi sırât-ı müstakime ilet!” (el-Fâtiha, 1/6) âyetidir. Sırât-ı müstakim, bir sonraki âyette; “kendilerine nimet verilenlerin sırâtı” (el-Fâtiha, 1/7) diye açıklanmakta, başka bir âyette de kendilerine nîmet verilenlerin peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlihler olduğu belirtilmektedir.2 O halde istikamet sahibi kimse, işte burada sayılanların yolunda olan kimsedir. Zira onlar, seçkin kılınmış ve sırât-ı müstakîme iletilmiş kimselerdir.3

Kur’ân-ı Kerim’de sırât-ı müstakîmi açıklayan başka âyetler de vardır. Bu açıklamalardan biri, Hazret-i İsa’dan üç ayrı yerde zikredilen şu sözdür:

“Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin! İşte bu, sırât-ı müstakîmdir!” (Âl-i İmrân, 3/51; Meryem, 19/36; ez-Zuhruf, 43/64)

Demek ki sırât-ı müstakîm, Allâh’a kulluk etmektir.

İşte bir diğer açıklama:

“Kim Allâh’a bağlanırsa kesinlikle sırât-ı müstakîme iletilmiştir.” (Âl-i İmrân, 3/101)

Öyleyse sırât-ı müstakîm; Allâh’a, yani O’nun emirlerine sımsıkı bağlanmaktır.

Başka bir âyette şöyle buyurulmaktadır:

“Rızâsını arayanı Allah apaçık kitabıyla selâmet yollarına eriştirir ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp sırât-ı müstakîme iletir.” (el-Mâide, 5/16)

Şu hâlde sırât-ı müstakîm, Allâh’ın rızâsına tâbî olmaktır.

Son derece câlib-i dikkat olan bir diğer açıklama, Hazret-i Hûd’un dilinden şöyle dile getirilmektedir:

“(Allah) debelenen (hayat emâresi gösteren) her canlının perçeminden tutmaktadır (onun kaderine hükmetmekte, onlarla ilgili her nevi tasarruf ve salâhiyeti yalnızca Zâtında bulundurmaktadır.) Şüphesiz Rabbim sırât-ı müstakîm üzeredir.” (Hûd, 11/56)

Zira O’nun yaptığı her iş müstakîmdir, adâlete uygundur; eğrilikten, inhiraftan, ifrat ve tefritten uzaktır. Buna göre sırât-ı müstakîm, Allâh’ın sırâtıdır.

Nitekim başka bir âyette aynı husus Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hitâben şöyle vurgulanmıştır:

“İşte böylece Sana emrimizle Kur’ân’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, îman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimize, kendisiyle yol gösterdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz Sen, sırât-ı müstakîme rehberlik etmektesin! O, göklerin ve yerin sahibi olan Allâh’ın sırâtıdır. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allâh’a döner.” (eş-Şûrâ, 42/52-53)

Demek ki, Hazret-i Peygamber’in rehberlik ettiği yol, kâinâtın sahibi Allâh’ın yoludur. Bu sebeple; «Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanınız!» denilmiştir.

Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanan, O’nun rızâsına ve emirlerine gönülden teslim olan, O’na kulluk eden, O’nun peygamberlerine tâbî olan, sıddîk, şehid ve sâlihleri izleyen, kısacası istikamet sahibi olan kimse mesut ve bahtiyar olmaz mı? Şair ne güzel demiş:

Müstakîm ol, Hazret-i Allâh utandırmaz seni!

Allah hepimizi sırât-ı müstakîme sâlik olan istikamet sahibi kimselerden eylesin! Âmîn!

________________________

1 Bkz. Fîrûzâbâdî, Besâiru Zevi’t-temyîz, «istikāme» md.; er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, (Fussılet, 41/30).
2 en-Nisâ, 4/69; ayrıca bkz. el-Mü’minûn, 23/73; Yâsin, 36/4; es-Sâffât, 37/118; ez-Zuhruf, 43/43.
3 el-En‘âm, 6/87; en-Nahl, 16/21.