HIZIR’I GETİREN DUÂ

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

Dînimizde Allah ve Rasûlü’ne itaatten sonra en çok üzerinde durulan vazifemiz, ana-babaya ihsandır. Varlık sebebimiz ve velînimetimiz olan anne-babamıza vefâ, hürmet ve hizmet; insanlık ve evlâtlık borcudur. Anne ve babaların evlâtları üzerindeki hakları sayılamayacak kadar çoktur. Bilhassa anne hakkı üzerinde nice menkıbeler anlatılmıştır.

Hasan-ı Basrî Hazretleri bir gün, Kâbe’yi tavaf ederken, sırtında küfe olan bir delikanlıyı fark etti. Sırtında ne taşıdığını sordu.

O delikanlı;

“–Yâ imam! Küfede annem var. Biz fakiriz, senelerdir anam Kâbe’yi ziyaret etmek isterdi. Fakat maddî durumumuz müsait olmadığı için gelemedik. Kendisi ihtiyarladı, gelmesine hiç imkân kalmadı. Ama aşkı hiç azalmadı. Daima Kâbe’den iştiyakla bahseder, Kâbe aklına geldikçe gözyaşlarını tutamazdı. Annemin bu hâline tahammülüm kalmadı. İşte bu küfeyle onu tâ memleketimiz Şam’dan buraya kadar getirdim. Şimdi de Kâbe’yi tavaf ettiriyorum. «Ana ve babanın hakkı büyüktür.» derler. Acaba, anamın hakkını, bu yaptığımla ödeyebildim mi?”

Hazret-i Hasan-ı Basrî;

“–Mümkün olsa da yetmiş defa Şam’dan anneni sırtında Kâbe’ye getirip böylece tavaf ettirsen, onun karnında iken attığın bir tekmenin dahî hakkını ödemiş olmazsın!” buyurdular.

Bu kadar mühim ve zor olan anne hakkını edâ etmekte Allah yardımcımız olsun.

Ey kardeş; annen hayatta ise yanına koş, ayağının altını öp. Eğer rahmete kavuşmuş ise, onu Kur’ân’dan ve hayırdan eksik etme ki, rızâsını alasın! Rabbimiz, vefat etmiş annelerimizin cümlesine rahmet eylesin…

İmâm-ı Kuşeyrî’ye nisbet edilen şu kıssa da çok ibretlidir:

Hazret şöyle anlatıyor:

Babamdan yetim kaldım. Akranlarım ilim tahsili için başka diyarlara gidiyorlardı. Rıhle yani ilim yolculuğu yapıyorlardı. Ben de anama gidip;

“–Anacığım, arkadaşlarım tahsile gidiyorlar, bana müsaade ver. Ben de tahsil edeyim, cahil kalmayayım.” diye izin istediğimde;

“–Oğlum, senden başka evimin kapısını açacak kimsem yok. Beni bir başıma bırakma!” deyip ağladı. Ben de;

“–Anacığım cehâletin ne kadar kötü olduğunu bilmez misin? Benim okumaya çok hevesim var. Allah için müsaade et…” diyerek onu nâçar bırakıp müsaadesini aldım.

Arkadaşlarla yola koyulduk. Şehrin az dışına çıktığımızda abdest bozmak için bir kuytuya vardım, fakat üstüm kirlendi. Arkadaşlara;

“Siz gidin, ben yakınken eve dönüp üstümü değiştirip size yetişirim.” dedim. Onlar yola devam ettiler.

Ben eve döndüm. Eve geldiğimde, anamın yüksek sesle ağladığını işittim, benim firâkıma dayanamayıp, ağlıyordu. İçeri girdim.

“Anneciğim üzülme… Tahsilden vazgeçtim. Gitmeyeceğim, seni yalnız bırakmayacağım.” dediğimde;

“–Olur mu evlâdım! Ben bu mes‘ûliyeti nasıl yüklenirim?!. Git tahsil et. Ben anayım; ağlamaktan ve duâ etmekten başka elimden ne gelir? Gözyaşlarıma bakma; o yaşlar, senin hasretinle yanan kalbimin ateşini söndürüyor. Durma git, tahsil eyle!..” dediyse de ben gitmekten vazgeçtim:

“–Sil gözünün yaşını, benim garip anam!” diye gönlünü aldım. Bana duâlar edip;

“–Allah sana ilmini nasip eylesin, beni garip bırakmadığın gibi, sen de dünya ve âhirette garip kalmayasın!..” dedi. Gönlü şâd oldu.

Ertesi gün evimizin kapısı çaldı. Kapıyı açtığımda, nur yüzlü bir zâtın beklemekte olduğunu gördüm ve kimi aradığını sordum. Adımı söyleyerek beni aradığını söyledi. Beni tanıyordu, fakat ben onu tanımıyordum;

“–Siz kimsiniz?” dedim.

“–Anneni yalnız bırakmadığın ve onu hasrette koymadığın için, Cenâb-ı Hak; seni okutup yetiştirmek üzere, Hızır kulunu yolladı.” dedi.

Ellerine sarıldım. Hızır -aleyhisselâm-’ın elini öpüp, kendisinden üç senede tüm ilimleri tahsil ettim.

Kardeşler, bu kıssa bize büyük bir ibret bahşediyor. Annesinin rızâsı için kendini fedâ eden kimseye, Allah, Hızır’ı gönderiyor. Mihnet diyarı olan dünyada böyle olursa, âhirette nâil olunacak nimeti buna kıyas eyleyelim…

Babayla ilgili âdâb ve hürmeti de zikredelim.

Kişi, babasından ve anasından yukarıda oturmamalıdır. Bir meclise vardıklarında, onlardan evvel oturmamalıdır. Yemeğe onlardan önce başlamamalıdır. Bazı evliyâullah ana ve babası ile yemek yemez, onlar yemek yerken kendileri hizmet ederlerdi. Ana ve babadan evvel söze de başlamamalı, söz söylediğinde ana ve babasının sesinden yüksek konuşmamalıdır. Yolda giderken ana ve babadan önce yürümek de doğru değildir. Ancak yol göstermek için olursa caizdir. Kendilerine yavaşça hitap edip; “Anacığım ve babacığım…” diyerek onlara olan hürmet ve şefkat gösterilmelidir.

Ey evlât!..

Amel defterinin hayır kısmına yazılacak en büyük sevaplardan biri ana ve babana yapacağın ihsan ve itaattir. Hayatta iseler onların sağlıklarını ganîmet bil; onlara ikram, ihsan ve itaat eyle, güler yüz göster. Onların sözlerini kesme. Gönüllerini kırma. Cenneti, Hak rızâsını kazan…

Anneden gayrı dostlar, ekseriyâ senin değil; senin paranın, rütbenin, güzelliğinin, gençliğinin, sıhhatinin dostudur. Güzel de, çirkin de, ihtiyar da, hasta da, hapiste de olsan, en hakikî dostun annendir. Bunu bil ve unutma!..

Allah cümlemizi ana-babasını râzı edip hoşnutluğunu kazananlardan eylesin…

Biliyorsan ana-baba kıymeti,
İhlâs ile yapıyorsan hizmeti,
Rabbim verir sana elbet cenneti… (Gülzâr-ı İrfan)