Ehl-i Sünnet Müdâfii ABDÜLMECİD SİVÂSÎ

YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

Bu ay sizlere;

“Padişahımız Hazretleri, eğer devletinin uzun ömürlü olmasını istiyor, dünya ve âhiret saâdetini kazanmayı talep ediyorsa, ulemâ ve meşâyihle meşveret etmeli. Çünkü garazsız olan âlimler, Cenâb-ı Allâh’ın cemal ve kemal sıfatının aynalarıdır.” diyerek, hükümdarların ilim sahipleriyle istişâre etmeleri gerektiğini söyleyen bir Hak dostundan, Abdülmecid Sivasî Hazretleri’nden söz açacağım.

1563 yılında Tokat’ın Zile kazasında dünyayı teşrif eden Abdülmecid Sivâsî; ilk tahsiline babasında başlayarak yedi yaşında Kur’ân’ı hıfzetmiş; amcası Şemseddin Sivâsî’den, başta tefsir, kelâm, hadis ve fıkıh olmak üzere dînî ilimler tahsil ederek kısa zamanda alanında emsalsiz bir noktaya yükselmişti. Abdülmecid Efendi, otuz yaşına geldiğinde amcasına intisab etmek sûretiyle bâtınî ilimleri tahsil etmeyi de istemiş, lâkin Şemseddin Sivâsî, şu sözlerle tereddüdünü ifade etmişti:

“Oğlum, zâhirî ilimler sana vücut vermiştir (ilmî enâniyet kazandırmıştır), onun için mânevî tecellîler sana geç gelir. Ama sabredip çok gayret edersen, herkesi geçersin!”

Israrı üzerine, amcası tarafından tarîkata kabul edilen Abdülmecid Efendi, büyük bir azimle çalışarak, sonunda tasavvuf sahasında da üstün bir dereceye çıkmıştı.

Amcası Şemseddin Efendi, onun gayretlerini şu sözlerle özetledi:

“Bizi bi’t-tamam yağmaladın, nasb-ı aynım oldun!”1

RIZÂSI YOKSA İP ELİNDEN ÇIKAR!

Abdülmecid Sivâsî, mânevî mertebeleri kısa zamanda atlamasına rağmen, -amcasının da işaret ettiği gibi- zâhirî ilimlerle fazla meşgul olduğundan, sûfîlerin bazı hâllerini içine sindiremiyor, onlarla sohbet ve ünsiyet içine giremiyordu. Kendisi bu hâlini şöyle açıklıyordu:

“İlimle meşgul oluşum, bu gibi kimselerle dostluk kurmama mânî oluyordu. Özellikle semâ‘ı inkâr ediyor, bunu yapanlara kızgınlık duyuyordum. Zira onlardan bazıları zikir esnasında şiddetli sayhalarla bağırıyor, sağa-sola sallanıyor, yakalarını yırtıyor; bazıları da sînelerini dövüyordu. Onların bu davranışlarını kabul edemiyordum!”

Sivâsî Efendi, sûfîlerin bu şekilde zikir yapmalarını inkâr düşüncesindeyken gördüğü bir rüyayı şöyle anlatıyordu:

“Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Ravza-yı Mutahhara’sı, Hazret-i Şems’in mekânında idi. Kendileri bir kafesin içinde oturuyorlardı. Kafesin dışında sırtına ağır bir yük vurulmuş ve yuları Peygamber Efendimiz’in elinde olan bir deve görüyordum. Hayvan, semâ‘ edip duruyordu! Ben, hem devenin semâ‘ını izliyor, hem de yüksek bir sesle gazel söylüyordum ki, hayvanı ürküteyim. Bir yandan da düşünüyordum ki, eğer Hazret-i Peygamber’in semâ‘a rızâsı yoksa devenin ipi elinden çıkar. Lâkin gördüm ki, Hazret-i Peygamber deveyi elinden salmadı. Böylece uykudan uyandım. Rüyamı şöyle tabir ettim:

Deve, tarîkat erbabı; sırtındaki yük, emânet-i şerîat; Rasûlullah, tarîkat ehlini yönlendiren şahıs; devenin devrânı, sûfîlerin devrânıdır. Böylece sûfîlerin devrânının Rasûlullâh’ın rızâsı üzere olduğuna kanaat getirdim. Bu rüyayı gördükten sonra bazı inkârım kalbimden zâil olmuştu.”

İLİM SAHİBİNİ İRŞAD NE GÜÇMÜŞ!..

“Rüyayı şeyhime (amcama) anlatmamıştım. Bir Cuma günü yanına gittiğimde gördüm ki, dervişler semâ‘ ve devrâna başlamışlar. Kimi zikrinden dolayı hayran, kimi mest olmuş, kimi vecd hâli, kimi vecd arayışı içinde bağırıyor, semâ‘ ve devran ile garip davranışlar gösteriyorlar. Göğsüm daralıp gönlüm bunaldı; zira onların bu hâllerini öteden beri bid‘at ehline benzetiyordum.

Şeyhin kütüphanesine girip;

«–Sultanım, sûfîler ibâdeti bidate tebdil etmişler, semâ‘ ve devran ediyor, üstlerini başlarını yırtıp ellerini birbirlerine çarparak feryat-figan ediyorlar!..» dedim.

Şeyhimin yüzü kızarmıştı, bana dönerek;

«–Hey Allah’tan korkmaz kuru zâhid! Rüyanda Hazret-i Peygamber’in elinde devenin nasıl semâ‘ ettiğini görmedin mi? Bu rüya, inkârını izâle etmede sana kâfî değil mi? Ah, ah! Âlemde ilim erbabını irşad ne kadar güç!» dedi. Bu söz üzerine inkârım tamamen yok olup muhabbete dönüştü.”

SULTANAHMET CAMİİ’NDE 22 YIL!

Abdülmecid Sivâsî, sülûkunu bitirip icâzetini aldıktan sonra Merzifon’a gönderilmiş, bir süre sonra da Şeyh Veliyüddîn’in yerine Zile’deki Halvetî dergâhına halîfe tayin edilmişti. 1597’de amcası Şemseddin Sivâsî’nin, ardından oğlu ve damadının art arda vefat etmesi üzerine, halîfe ve müridler Abdülmecid Sivâsî’yi çağırdı. Sivâsî Efendi, amcasının dergâhına giderek meşîhat makamına geçti.

Sivâsî, 1600 yılında devrin padişahı Sultan III. Mehmed’in kendi eliyle yazdığı hatt-ı hümâyun ile İstanbul’a davet edilince; “Allâh’a, Peygamberi’ne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin…” (en-Nisâ, 59) âyetine uyarak hemen Dersaâdet’e vâsıl oldu. Davetin sebebi, ilmî ve tasavvufî şahsiyetinden istifade; kendisinin hurâfeye, bâtıl fikir ve düşüncelere karşı olan hassâsiyeti; Sünnî inancın gayretli bir müdâfii olmasıydı. Önce Ayasofya civarında bir konağa yerleştirilmiş, bir süre sonra Reisülküttap Lâ‘lî Efendi’nin gayretiyle Eyüp Nişanca’da bir konak tahsis edilmişti. Fatih Çarşamba’daki Mehmed Ağa Tekkesi’nde meşîhata devam ediyor, Şehzade Camii’nde vaaz, Süleymaniye’de tefsir dersleri veriyordu. 1604’te tayin edildiği Sultan Selim Camii vâizliğinde 1617’ye kadar tam on üç yıl görev yaptı. 1609’da Sultanahmet Camii’nin temel atma törenine duâ etmesi için çağrıldı. Aynı gün bu mübârek caminin Cuma vaizliğine getirildi. Bu vazifeyi, vefatına kadar 22 yıl aralıksız sürdürdü.

VEZİRLERİMDEN ŞEHİD VAR MI?

Sultan IV. Murad, Bağdat’ı fethetmeye karar verdiğinde, Sivâsî Efendi’yi davet ederek;

“–Efendi, Bağdat’ı fethe niyet ettiğimi duymuşsundur, acaba fetih müyesser olacak mı?” diye sordu. Sivâsî Efendi;

“–«Siz Allâh’ın dînine, Peygamber’ine yardım ederseniz, O da size düşmanınıza karşı yardım eder.» (Muhammed, 7) âyetiyle sâbittir ki, eğer reâyâya adalet eder, onların üzerlerinden zulmü def eder, fukarâya in‘am ve ihsanla muamele edersen, Allah da sadece Bağdat’ın fethi ile değil, daha nice beldelerin fethiyle nusret eder.” diye cevap verdi.

Sultan Murad;

“–Efendi; ben senin müşâhedenden sual ediyorum, bana müşâhedenden haber ver. Zira kâmil şeyhler, Levh-i Mahfûz’a bakıp hakikate muttalî olabilirlermiş. Ben seni tecrübe ediyorum. Eğer sen onlardansan elbette müşâhedenden söylemelisin!” dedi.

Sivâsî, Sultan’ın bu ısrarı üzerine;

“–Padişahım, otuz dokuz gün muhasara edip, kırkıncı gün fetih müyesser olur.” dedi.

“–Vezirlerimden kimse şehid olur mu?”

“–Vezîr-i âzamınız şehid olacak padişahım, lutfedip başka sual sormayınız!”

Muhasara gerçekten otuz dokuz gün sürdü. Bağdat, kırkıncı gün Cuma vakti alındı, savaş esnasında vezîr-i âzam şehid düştü.2

EYÜP SULTAN’IN YANI BAŞINDA…

Sivâsî Hazretleri, tarihte Kadızâdeliler hareketi olarak bilinen tasavvuf ve tarîkat aleyhtarı cereyana karşı meşâyihi savunmuş, bu bağnaz görüşler karşısında tasavvuf erbabının o asırdaki temsilcisi olmuştur. Ayrıca ehl-i sünnet anlayışına aykırı gördüğü görüş ve davranışlara şiddetle karşı çıkarak, onlarla kıyasıya mücadele etmiştir.

1639’da 76 yaşında iken dâr-ı bekāya irtihal eden Sivasî Efendi, Eyüp Nişanca semtinde bulunan ve kendisinin dergâh olarak kullandığı konağın bahçesine defnedildi. Kabrinin üzerine, vefatından iki yıl sonra (1641) Sultan İbrahim’in annesi Mahpeyker Kösem Sultan tarafından büyük bir türbe yaptırıldı.
________________________

1 Bizdeki bütün ilmi tahsil ettin, âdeta bizim vekilimiz oldun!
2 Uzunçarşılı’ya göre; bu zat Vezîr-i âzam Tayyar Paşa’dır.