BATAKLIKTA GÜL BİTİRMEK

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

Feyiz ve rahmet dolu bir seher vaktiydi. Teheccüd namazını kıldı. Tesbihi eline aldı. Kocası gittiÄŸinden beri eli hep yüreÄŸinde duâ ve niyazla meÅŸguldü. BoÅŸ vakit diye bir ÅŸeyi yoktu hayatında. Ev iÅŸlerinden arta kalan zamanda Kur’ân-ı Kerim ve hadis okuyor, tefekkür derinliklerinde seyre dalıyordu. Bu zâhirî yalnızlık ona çok ÅŸey öğretmiÅŸti…

Kocası Selman Beyin vazifesi dolayısıyla yurt dışına çıkışı, Firdevs Hanım için yeni bir imtihan vesilesi olmuştu. Sebat etmekten başka çaresi yoktu; çocuklarının eğitimi ve istikbâli için katlanmalıydı.

Selman Bey gideli bir hayli olmuÅŸtu. Firdevs Hanım, ÅŸu günlerde kendisinden gelecek bir haberi sabırsızlıkla bekliyordu. Oturum almak için gereken süre dolmuÅŸ idi. Firdevs Hanımın bu düşünceler içindeyken göz kapakları ağırlaÅŸmıştı ki, yanık müezzinlerin sesinden müthiÅŸ bir sabah ezanı, onu âdeta Medine’ye götürdü. Kocasının mestâne ezan dinleyiÅŸi geldi gözlerinin önüne… Ne kadar da hürmet ederdi.

Kendini öyle bir kaptırmıştı ki ezanın güzelliğine, çalan telefonu ilk anda fark etmedi bile.

Arayan kocası idi:

–Selâmün aleyküm hanım.

–Aleyküm selâm bey, kaç gündür hayırlı haberlerini bekliyordum ben de…

–İyisindir inşâallah.

–Elhamdülillâh. Sen?

–Şükür… Bu saati özellikle bekledim. Orada mübârek ezan vaktidir, diye…

–Evet, tam zamanı, buyur dinle…

–Allah râzı olsun hanım, uyanık olman beni ziyadesiyle memnun etti. Allah nasip ederse haftaya bugün uçağın kalkacak, biletini aldım. Detaylar için tekrar ararım, kartlı telefondan aradım, kapatmak zorundayım. Buralarda ezana hasret kaldık, nasıl özledim bilemezsin… Kusura bakma, seninle çok konuÅŸamadık ama ezana olan hasretimi ancak buraya gelince anlarsın…

–Sen diyorsan, öyledir efendi.

–Allah râzı olsun hanım, görüşürsen çocuklara selâm söyle.

–Aleyküm selâm, baÅŸ üstüne…

Firdevs Hanım, gözyaÅŸları içinde telefonu kapattı. Bu sefer çocuklarının hasret ateÅŸi düştü gönlüne. Aslan gibi iki oÄŸlu vardı. Biri üniversite kazanmış gitmiÅŸti, diÄŸeri de vatan borcunu ödemeye… Firdevs Hanım, çok derin bir iç çekiÅŸin ardından kendi kendine;

–Kapıldık bir kuru ekmek dâvâsına ya, hayırlısı bakalım. Onsuz da olmuyor…

Aradan günler geçmiş ve uçuş günü gelmişti. İlk defa uçağa bineceği için heyecanlıydı. Uçaktan indiğinde kocası biraz soğuk karşıladı onu. Sanki bir problem vardı. Selman Bey, pek memnun olmamış gibi bir hâl içindeydi. Ana çıkış kapısında birkaç kişiyle soğuk bir vedâdan sonra, şehir otobüsüne bindiler.

Firdevs Hanım ÅŸok hâlinde idi. Selman Bey neredeyse hiç gülmemiÅŸti bile. Onun ÅŸaÅŸkın bakışlarını fark eden Selman Bey, tek gözünü kırparak biraz beklemesini iÅŸaret etti. ÅžaÅŸkınlığı iyice artan Firdevs Hanım gayr-i ihtiyarî bir baÅŸ tasdikiyle mukabelede bulundu…

Eve vardıklarında Selman Bey, artık çatlama derecesine varan eşinin sabrını daha fazla zorlamadı:

–Kusura bakma hanım, karşılama pek hoş olmadı; ama mecburdum.

–Hayırdır bey, az kalsın geri dönecektim vallâhi, nedir mesele?

–Hanım bizim burada bir hemÅŸehrimiz vardı. Yıllar önce gelip yerleÅŸmiÅŸ buralara. Bilirsin Hakan Bey…

–Evet, hatırladım, ÅŸu Tepecikli… Eee…

–Senin geldiÄŸin uçakla gitmek üzere onu uÄŸurladık da…

–Bunun benimle münasebeti ne?

–Yok, sen bir şey yapmadın?

–O zaman bilmece gibi konuşma da anlatsana mübârek.

–Hakan’ın cenazesini uçağın bagaj kısmında memlekete gönderdik.

–Hakan bey vefat mı etti? Mekânı cennet olsun…

–Hanım, işte o mekân kısmı pek öyle değil!

–Cennet olsun, dedim. Yanlış bir şey mi söyledim yoksa?

–Hanım! Hakan intihar etti. Bir süre önce hanımından ayrılmıştı… Daha bir sürü detay var ama biraz mide bulandırıcı…

–Ne diyorsun sen?

–Buraya geldiÄŸimde bunalımdaydı. Benden yardım istedi. Aslında ne güzel üç-beÅŸ satır Kur’ân öğrettim diye seviniyordum ama… MeÄŸerse aile çatırdıyormuÅŸ; iyice AvrupalılaÅŸmışlar. DeÄŸerlerini kaybetmiÅŸler. Adamcağız tutunacak dal aramış. Ama olanları kaldıramayınca…

–Allah Allah! İntihar ha! Ama intihar edenler, direk…

–Ya, iÅŸte öyle! O yüzden kimse en ufak bir teselli noktası bulamıyor…

–Havaalanında vedâlaÅŸtığın insanlar, yakınları idi o zaman…

–Evet, bindiğimiz otobüste de birkaç tanıdık vardı.

–Ya kusura bakma, ben de darılacaktım…

–Neler oluyor dünyada… Hâlimize binlerce şükür gerek.

–Doğru söylüyorsun, insan daima şükür içinde olmalı. Ne oldu ki bu kadar, intihardan başka çözüm bulamadı?

–Aslında maddî durumları çok iyiydi. Ne yalan söyleyeyim, onun hayat ÅŸartlarını görünce hevesim kabarmıyor deÄŸildi. Burada bir fabrikada müdürdü. Altında sıfır arabası, lüks bir evi… Çocukları, buranın en iyi okuluna gidiyorlardı. Ondaki imkân, buradaki insanların çoÄŸunda yoktu. Ama o maddiyâtı hazmedememiÅŸler, aile iyice birbirinden kopmuÅŸ. Âdeta gâvurlaÅŸmışlar.

Ama şimdi şöyle duru bir sükûnetle bakıyorum da hayatlarında çok büyük bir eksik vardı:

O hayatta, Peygamber Efendimiz’den en ufak bir ölçü yer almıyordu. Kur’ân-ı Kerim; son zamanlarına kadar, sadece bir kütüphane aksesuarı imiş. Hayatlarında şükür, kanaat, tevekkül gibi şeyler hiç zikredilmemiş; bunlara ihtiyaç dahî duymamışlar. En son gördüğümde de pek dertliydi; ama intihar edeceği hiç aklıma gelmedi. Çok oturaklı, gittiği yere ağırlığını da götüren biriydi. Sözünü dinletirdi. Öyle saçma sapan konuşmazdı. Bizde de çok farklı bir yeri vardı.

Avrupâî hayat böyle… Dışı parlak, fakat içi berbat… Öyle hâdiseler yaÅŸanıyor ki, artık kaldıramıyor. Olan oluyor…

–Yazık, kaybolan ömürlere…

–Yazık ya! Çoluk-çocuk kaldı ortada… Olan, onlara oldu. Cenâb-ı Hak, ibretle hisse alanlardan eylesin. Nice hayatlar var ki, bir anlık huzura hasret göçtüler bu dünyadan. Buraları sorarsan; buranın rahatı çok; ama huzurun «H» si yok!

–Allâh’ım… Sen yavrularımızı bize bağışla… Yolundan ayırma yâ Rabbi!

–Âmin…

–Yahu bey! Daha gelir gelmez içimi kararttı buralar. Gel, dönelim memleketimize. Parası batsın… Maaşımız bize yeter, fazlası da olmayıversin. Ben bulgur aşına râzı olduktan sonra… Öyle deÄŸil mi?

–Orası öyle de hanım. Lâkin bir müddet daha kalmam lâzım. Buraları ve böylesi bir hizmeti öyle kolay terk etmek zoruma gider. Hem sözleşmem var hem de Hakan’ın yakınlarına destek olmak lâzım. Bir de iki satır Kur’ân-ı Kerim okuyacak kimseleri yok! Belki bu vesileyle arada sırada uğrar üç-beş kelâm eder, hayırlarına vesile oluruz.

–Bey, ben pek duramayacağım; beni ilk fırsatta gönder, ne olur…

–Olur, olmasına da. Biz niye geldik buralara? Ben neciyim? En azından büyük oÄŸlan askerden dönünceye kadar dur. Sen de hanımlara dînî vecîbelerle ilgili birkaç ÅŸey öğretirsin. Buralara ne kadar faydamız olursa kâr. ÇoÄŸu, dînimize ait birçok emirden habersiz! Buralardaki dindaÅŸlarımıza Peygamberî hayatın güzelliklerini nakÅŸetmemiz lâzım. Aksi takdirde bu mü’minlerin de Peygamber Efendimiz hakkında ileri geri söylenen arsız ÅŸeylere inanması iÅŸten bile deÄŸil! Çünkü yaÅŸadıkları ucuz hayata göre inanmaya baÅŸlamışlar. Bu nesil de elden kayıp gitmesin… Bugün buralara, yarın sana bana…

Hem ben Hakan’ın oÄŸlunu bizim yeÄŸenin kursuna vermek istiyorum. Kızıyla da küçük amca ilgilenecek. Bu yangından kimi kurtarırsak kâr…

–Allah râzı olsun bey… İyi edersin de ben çok kötü oldum, ya aynısı bizim başımıza da gelirse…

–Hanım duâ edelim ve samimiyetle koÅŸturalım da bu bataklığı kurutalım. EÄŸer bu bataklık kurumazsa, buranın sinekleri memleketimizin gençlerinin başına tebelleÅŸ olur. Zararın neresinden dönülürse… Bakarsın Cenâb-ı Hak lutfeder, buraların fatihi de biz oluruz inşâallah. Hiç deÄŸilse bu uÄŸurda can fedâ ederiz de ömrümüzün bir kıymeti olur.

–Peki bey! Yerim, yanındır. O can Allah rızâsı için verildikten sonra, neresi olursa artık…

–Ha şöyle! Karınca misali; safımız belli olsun… Gayrisi Kerim olan Allâh’ın kudret elinde…