«AĞIR SÖZ»

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّا سَنُلْق۪ٖى عَلَيْكَ قَوْلًا ثَق۪ٖيلًا اِنَّ نَاشِئَةَ الَّيْلِ هِىَ اَشَدُّ وَطْئًا وَاَقْوَمُ قٖ۪يلًا اِنَّ لَكَ فِى النَّهَارِ سَبْحًا طَو۪ٖيلًا

Rahman ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla…

5. Doğrusu biz Sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahy edeceğiz.

6. Şüphesiz gece ibâdeti, gündüze göre daha zor, fakat sözü daha (sağlam, sözün zihne yerleşmesi bakımından daha elverişli) etkilidir.

7. Çünkü gündüzleri, Sen’i uzun uzun uğraştıracak işlerin vardır. (el-Müzzemmil, 73/5-7)

Peygamberimiz -aleyhisselâ­m-’ı anlamadan İslâm’ı anlayamayız! Sahâbe-i kirâmı anlamadan Peygamberimiz’i anlayamayız! Kur’ân ve Sünnet’i anlamadan da hiçbir şeyi anlayamayız!

İşte bundan dolayıdır ki, «Müzzemmil Sûresi»nin bu anlamda çok özel bir yeri vardır. Bundan önceki yazımızda sûrenin 1 ilâ 4’üncü âyetleri üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda da 5 ilâ 7’nci âyetleri üzerinde duracağız…

“Doğrusu biz Sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahy edeceğiz!”

«Ağır söz»den maksat, Kur’ân ve ihtivâ ettiği yükümlülüklerdir. Kur’ân aslında «ağır» değildir, okunması ve anlaşılması kolay bir kitaptır. Fakat o Hak terazisindeki tartısı ve kalplere yönelik etkisi açısından «ağır»dır. Nitekim yüce Allah başka bir âyette;

“Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirmiş olsaydık, Sen onun Allah korkusu ile parça parça olduğunu görürdün!” (el-Haşr, 59/21) buyuruyor. Buna rağmen yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’i bir dağa değil de onu algılamaya yetenekli ve dağdan daha sağlam, daha sarsılmaz bir kalbe indirdi. Bu nur ve bilgi feyzini algılayıp özümlemek, gerçekten uzun ve ciddî bir hazırlığı gerektiren «ağır bir iş»tir!1

Hiç tereddüt etmeden ve asla şüphe duymadan büyük bir kararlılıkla bu yola koyulmak; bu görevi yürütürken içgüdülerin fısıltılarına, dışarıdaki çekim odaklarına ve engellere kapılmaksızın, sağa-sola bakmaksızın ilerleyebilmek; gerçekten uzun hazırlık gerektiren ağır bir iştir.

Geceleyin herkes uyurken ayakta olup ibâdet etmek… Gündelik hayatın dağdağasından ve karmaşasından uzaklaşarak yüce Allah ile doğrudan iletişim kurmak… O’nun feyzini ve nûrunu algılamaya yönelmek… O’nun birliğinin beraberliğinde coşup O’nunla baş başa kalmanın hazzını yaşamak… Sanki yüceler âleminden yeni iniyormuş gibi ve varlık âleminin her yanından sözsüz ve kelimesiz bir yankı yükseliyormuş gibi bir heyecanla kâinâtın sessizliği ortasında ağır ağır Kur’ân okumak… Gecenin karanlığı içinde Kur’ân-ı Kerîm’in ışınlarını, mesajlarını ve yüksek frekanslı titreşimlerini düşünüp tefekkür etmek…

Bütün bunlar bu «ağır söz»ü yüklenmeye, bu değerli yükümlülüğü sırtlanmaya, bu ağır sıkıntıyı göğüslemeye hazırlanan Peygamberimiz için ve tabiî ki O’nun şahsında bütün müslümanlar için son derece gerekli birer azık niteliğindedirler. Aynı zamanda bu çağrının savunuculuğunu üstlenen her kuşaktan müslüman için bu böyledir. Bu saydıklarımız, uzun ve meşakkatli yolları boyunca müslümanların kalplerini aydınlatır, onları şeytanın vesveselerinden ve bu aydınlık yolu saran karanlıkların çöllerinde şaşırmaktan korur.

“Şüphesiz gece ibâdeti; gündüze göre daha zor, fakat sözü daha etkilidir!”

Âyet-i kerîmenin orijinalinde geçen «nâşiete’l-leyl» tamlaması «gecenin yatsıdan sonraki gelişmeleri» anlamına gelir. Âyette; «gece faaliyetleri gündüze göre daha zor» yani vücut için daha yorucu, fakat «sözü daha etkili»dir!2

Geceleyin Allâh’ı anmanın ayrı bir hazzı, gece kılınan namazın ayrı bir ürperticiliği, geceleyin Allâh’a yalvarmanın ayrı bir coşkusu vardır. Gece zikirleri, gece namazları, gece duâları kalbe öylesine büyük bir huzur ve Allâh’a yakınlık duygusu doldurur ki; kalpleri öylesine duyarlı ve ışıklı hâle getirir ki; bu durum, gündüz namazlarında ve zikirlerinde görülmeyebilir. Kalplerin yaratıcısı olan yüce Allah; onların giriş kanallarını, onlara hangi mesajların gideceğini ve etkili olabileceğini; onların günün hangi saatlerinde daha açık mesaj almaya daha hazırlıklı ve yetenekli olacaklarını; hangi uyarıcıların onlarda daha canlı ve güçlü etki uyandırabileceğini herkesten iyi bilir.

Peygamberimiz’in şahsında, müslümanlar olarak her birimizin, gündüzleri yoğun işlere ayırmak, geceleri ise Rabbimiz ile baş başa kalarak namaz kılmak, Allâh’ı zikretmek ve böylece güne hazırlanmak gibi bir mükellefiyeti söz konusudur!

«Allâh’ın adını anmak» demek, sadece yüzlük veya binlik «zikir» tesbihleri ile O’nun yüce adını tekrarlamak demek değildir. Elbette ki bu da bir zikirdir, daha doğrusu dilin zikridir! Gerçek anlamda «Allâh’ın adını anmak» dille yapılacak zikir ile birlikte, uyanık bir kalbin O’nu anmasıdır. Bunun yanı sıra aynı kalp duyarlılığı ile namaz kılmak ve Kur’ân okumaktır. Âyette geçen «tebettül» kelimesi de insanın yüce Allah dışındaki her şeyle ilgisini kesmesi, tüm varlığı ile Allâh’a yönelerek ibâdete ve zikre dalması, her türlü oyalayıcı ve gönül karıştırıcı yabancı duygudan arınması, tam bir duyarlılıkla Allah ile baş başa kalması demektir.3

O, bütün yönlerin Rabbidir. O, doğunun da, batının da Rabbidir. O, kendisinden başka ilâh olmayan «Tek»tir. Her şeyden soyutlanıp sırf O’na bağlanmak, aslında şu kâinattaki tek gerçeğe bağlanmaktır. O’na dayanmak, aslında şu âlemdeki tek güce dayanmaktır. Tek olan Allâh’a dayanmak; O’nun birliğine, doğuyu ve batıyı, başka bir deyimle tüm kâinâtı kapsayan hâkimiyetine inanmanın dolaysız ürünü ve sonucudur.

Âyet-i kerîmede geçen «sebh» kelimesi, «yüzme» anlamının yanında, mecaz olarak, «ihtiyaçlar ve türlü meşguliyet alanları için koşuşturma, gidip gelme, dolaşıp durma» şeklinde de açıklanmış olup,4 mealde bu mânâ dikkate alınmıştır.

Gündelik işlerimiz ve günlük hayatımızın «sebh/yüzme» ile teşbih edilmiş olması, asla dikkatlerden kaçmamalıdır! Uçsuz-bucaksız bir deryada yüzen insan, her an boğulma tehlikesi ile karşı karşıyadır! Yüzerken boğulmamak için, yüzmenin bütün kurallarına uymak gerekir. İşte bizim de hayatımız boyunca bizi ebediyyen kurtaracak İslâm esaslarına uymamız, yani her ânımızı İslâm üzere yaşamamız gerekmektedir.

Her şeyimizde olduğu gibi, bu konuda da en güzel örneğimiz hiç şüphesiz ki Peygamberimiz Efendimiz’dir.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

______________________

1 Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, c. 10, s. 333-340.
2 Kutub, Fî Zilâl, c. 10, s. 333-340.
3 Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. 9, s. 436-440.
4 H. Karaman ve Arkadaşları, Kur’ân Yolu, Türkçe Meâl ve Tefsîr; c. 5, s. 9-10.