İSTANBUL’DAKİ HACERÜ’L-ESVED

YAZAR : Halil GÖKKAYA halilgokkaya@gmail.com

Bir Hac mevsimi daha geldi.

Kardeşlerimiz dünyanın dört bir yanından oluk oluk mukaddes topraklara doğru yola çıkıyorlar.

Ne mutlu Hac farîzasını yerine getirebilenlere.

Rabbim bu farzı edâ edemeyen kardeşlerimize de tez zamanda nasip eylesin. Tekrarını da nasip eylesin. Hacca gidenler, Beytullâh’ı doya doya tavâf edecekler. Tavafa da Hacerü’l-Esved’i selâmlayarak başlayacaklar. O yoğunlukta, imkân bulabilirlerse, kimseyi incitmeden onu öpmek isteyecekler. Çünkü o mübârek taşı, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de öptü…

Nedir Hacerü’l-esved?

Nereden gelmiştir?

Tarihi nedir bu esrarengiz taşın?

Türkçemizde Hacerü’l-Esved diye söylemeye alıştığımız bu taşın adı, el-Hacerü’l-Esved yani Siyah Taş demek… Tufanda izleri kaybolan Kâbe’yi, temellerinden yükselten Hazret-i İbrahim’den beri, Kâbe’nin, adını verdiği Hacer köşesinde… Kâbe’nin doğu köşe­sinde, kapının sol tarafında ve yerden 1,5 metre yükseklikte. Bu taş, büyük ve birkaç tane de küçük parçadan meydana gelir. 30 cm çapında, yumurta biçiminde, hafif sarı ve kır­mızı damarlı bir taştır, gümüş bir halkayla çevrilidir.

Rivâyete göre, Hazret-i İsmail’e Cebrâil -aleyhisselâm- vermiştir bu taşı…

Zaten hadîs-i şerifte, onun cennetten sütten daha beyaz bir şekilde indiği, fakat insanların günahları sebebiyle karardığı bildirilmiştir. (Tirmizî)

Peygamber Efendimiz’in bu taş ile ilgili, peygamberlikten önceki bir hâtırası da mühimdir.

Kâbe, dağlık bir şehir olan Mekke’de bir vâdi içindedir. Bölgede derhâl sele dönüşen, yoğun, sağanak yağışlar yaşanır. Bu sellerden birinde, Kâbe yıkılır. Kureyş, el birliğiyle tamire girişir. Bir noktada takılırlar. Hacerü’l-Eved’i yerine koymak, bu tamiratın en şerefli işidir. Her kabîle bu şerefli hizmeti, kendi tarihlerine yazdırmak istemektedir. Bir türlü anlaşamadıkları için, neredeyse kılıçlar çekilecek olur. O sırada bir kişi, bir çözüm ortaya atar:

“Mescid-i Harâm’a gelecek ilk kişiyi hakem tayin edelim!”

İlk gelen kişi, Muhammedü’l-Emîn -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olunca herkes sevinir.

Fetânetini, yani fevkalâde zekâsını konuşturan Peygamberimiz, cübbesini yere serer, Hacerü’l-Esved’i üzerine koyar; her kabîlenin temsilcisi, cübbenin bir tarafından tutacak, taş yerine bütün kabilelerin katkısıyla konulmuş olacaktır. Bu teklif aynen uygulanır, mübârek taşı yerine Efendimiz, koyar.

Kâbe, Hacerü’l-Esved, Arafat ve benzeri yerlerdeki diğer mukaddes mekânlar… Bunlar şeâirdir. Yani Rabbimiz’in şiârları, O’nun mübârek ve mukaddes kıldığı mekânlardır.

Hazret-i Ömer, Hacerü’l-Esved’e yaklaşıp öpmüş ve şöyle demiştir:

“Çok iyi bilirim ki sen zararı ve menfaati olmayan bir taş parçasısın… Fakat seni; Rasûlullah öptüğü için öpüyorum.”

Hicrî 756’da Kâbe’de yangın çıkmış ve bazı parçalar düşmüş. Abdullah bin Zübeyr -radıyallâhu anh-, bu parçaları gümüş mahfaza içine koyarak yerine yerleştirmiş.

Hacerü’l-Esved bu kadar kıymetli olunca ona kötü niyetle bakanlar da eksik olmamış. Ehl-i sünnet hârici gruplardan Karmatîlerin reisi Ebû Tâhir Süleyman, 929’da Kâbe’yi basıp tavaf edenleri katletmiş ve Hacerü’l-Esved’i gasp edip Bahreyn’e götürmüş. Yirmi iki sene, Kâbe, Hacerü’l-Esved’siz kalmış. Sonunda Ebû Tâhir, vücudunda çıkan yaralardan korkarak, mukaddes taşı Kâbe’ye iade etmiş.

Osmanlı devrinde de Kâbe tamirleri yapılmış. Tabiî bu arada, Hacerü’l-Esved’in gümüş mahfazası da bakımdan geçirilmiş, değiştirilmiş… Mevcut mahfaza da Sultan Abdülmecid Han devrine ait.

İşte bu tamiratlar vesilesiyle olsa gerek, tam olarak bilinmeyen yollarla Hacerü’l-Esved’den bazı parçalar, İstanbul’a getirilmiş.

Rivâyetlere göre, bu parçalardan biri, Kanunî Sultan Süleyman Han’ın türbesinin giriş kısmının üst tarafında… Üç metre kadar yüksekte.

Türkiye’ye gelen parçalardan biri de Edirne Eski Camii mihrabının sağ köşesinde imiş. Onun üzeri bir küçük camla kapatılmış.

Bunlardan başka bir cami daha var ki, burada tek bir Hacerü’l-Esved parçası yok. Tam dört parça mevcut… Üstelik bunlardan bir tanesine elinizi sürebiliyorsunuz.

Kadırga’daki Sokullu Mehmed Paşa Camii’nden bahsediyorum…

Dört parça; cami girişinin, mihrabının ve minberinin üst kısmında.

Minberin üzerindeki parçalara dokunmak mümkün. Hac ve umrede dahî, Hacerü’l-Esved’e dokunmak bu kadar güç iken, İstanbul’da kolayca dokunabileceğimiz parçalar mevcut olduğunu biliyor muydunuz?..

Sokullu Mehmed Paşa, İstanbul’a üç külliye bırakmış. Hacerü’l-Esved parçalarını koynunda saklayan mâbed ise, Sultanahmet Camii civarında, yokuşlar arasında, farklı katlardan girilen farklı bir cami… İznik çinilerini, orijinal kalem işlerini de görmelisiniz. Keşfedilmeyi bekleyen bu kıymetli mâbedi ziyaretiniz, belki de, Beytullah’ta şu mübârek günlerde meydana gelen iklime götürüverir sizleri…

Hacerü’l-Esved’i selâmlamak, Rabbimiz’le ahitleşme gibidir. Belki o küçük parçalar da, bizden selâm götürür, Beytullâh’a ve Beyt’in Rabbine…

Secdelere hep huşuyla,
Varanlara selâm olsun!..
Toz, toprağı gözyaşıyla,
Karanlara selâm olsun…

Elmas ile ayır camı,
Bire-yüz bin Hak ikramı!
Kefen sayıp ak ihramı,
Saranlara selâm olsun…

Kurtuluşa menfez orda,
Âlemlere merkez orda,
Bedenini bu yollarda,
Yoranlara selâm olsun…

Rabbim verir en hasını,
Kullar döker her pasını,
Her sene hac rüyasını,
Görenlere selâm olsun…

Celil, dünya kime gerek?
Peygambersiz taştır yürek!
Bizden selâm götürerek,
Verenlere selâm olsun!..