“ŞAMPİYONLUĞUMU İSLÂM’A VE NAMAZA BORÇLUYUM!..”

YAZAR : Kemal SONUNUR

Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri’nin Duâları ve Mânevî İrşâdı Ekseninde
Güzel Hâtıralar ve Başarı Yolunda Gençliğe Unutulmaz Bir Mesaj:

“ŞAMPİYONLUĞUMU İSLÂM’A VE NAMAZA BORÇLUYUM!..”

Bu dünyada bir dâvâsı olmalı insanın…

Ne yaparsa, ne işle meşgul olursa olsun; en iyisi olmak ve bunu İslâm’ın şeref hânesine yazdırmak için gayret etmeli…

İlimle, sanatla, teknikle, maddî imkânlarla… İstîdâdı, imkânı neye yetiyorsa onunla…

Bir kardeşiniz olarak ben de dînime hizmet etmek için gençliğimin verdiği heyecan ile boks sporunu seçtim. Elhamdülillâh bu yolda başarılarla ve mânevî sırlarla dolu bir spor hayatımız oldu. Çoğu kere heyecanların ve gençlik yaldızlarının cilâları karşısında unutulan mânevî ciheti hatırlatmak gayesi ve örnek olur düşüncesiyle, gelecek nesiller için kaleme alıyorum.

Ankara’da fakir bir ailenin evlâdıydım. Ortaokula başladım. İlk karnemi aldım. Baktım, beş tane zayıf gelmiş. Üzüldüm. Fakat çaresizdim. Gecekonduda kirada oturuyorduk, yakacak odun-kömürümüz bile yoktu. Mecburen ayakkabı boyacılığı yapıyordum, yine de geçinemiyorduk. Bu vaziyette ders çalışmak, nasıl mümkün olsun?

Baktım bu şekilde olmuyor.

Önce geçim derdine bir çare bulmalıydım.

Cenâb-ı Hakk’ın lutfu; zinde, sağlıklı, atletik bir vücuda sahiptim. Spora ilgim de vardı. Karar verdim, boksa başladım. Düşündüm ki:

“Boksta biraz başarılı olursam. Belki istikbâlim kurtulur.”

Amerika’da Muhammed Ali; «Ben müslümanım!» dedi. Hıristiyanlığı bıraktığını söyledi. Zenciler hızla müslüman oldular.

Ben de bu şekilde hayırlara vesile olmaya ahdettim.

Elhamdülillâh, abdestsiz hiç ringe çıkmadım. Namazımı hiç aksatmadım. Muradım, gayrimüslim rakiplerime İslâm’ın kuvvet ve izzetini göstermekti. Müslüman rakiplerim adına ise hep şöyle duâ ettim:

“Allâh’ım Sen’in katında rakibimin îmânı, benden fazlaysa onu kazandır, beni kazandırma. Ben, Sen’in rızâ-yı şerîfin için boks yapıyorum. Şampiyon olduğum zaman, Sâmi Efendi Hazretleri’nden öğrendiğim şekilde; «İslâm’ın ve namazın sayesinde şampiyon oldum.» gerçeğini ifade ile gençlere mesaj vermek için, örnek olmak için bu sporu yapıyorum.”

Ameller, niyetlere göredir.

Bu niyetle bir-iki, üç-beş derken son Ankara’da yapılan millî müsabakalar dâhil, Türkiye’de dünya şampiyonunu yendim, Avrupa şampiyonunu yendim. Türkiye’de 251 maçımdan 245’ini nakavtla öbürlerini de sayıyla kazandım. Türkiye’de hiç yenilgi almadan boksu bıraktım.

Gayemi gerçekleştirmek için ilk fırsat elime şöyle geçti.

1976’da Yugoslavya’da Balkan şampiyonu oldum. 11 sıklette gittik. Gidenler içinde kimse ikinci dahî olamazken, ben Balkan şampiyonu olmuştum. Spiker geldi ve sordu:

“–Kemal SONUNUR, şampiyon oldun. Bu şampiyonluğunu neye borçlusun?”

Ben de sadece;

“–Beş vakit namazıma borçluyum.” dedim.

Ertesi yıl Balkan Şampiyonası Bursa’da düzenleniyordu. Bursa’da kamptaydık.

Bu sıralarda Cenâb-ı Allâh’a duâ ediyordum:

“Yâ Rabbi! Bana gerçek mânâda bir mürşid nasip eyle! Bağlanabileceğim samimî bir mürşid nasip eyle! Başarımı; hem madde hem mânâ, iki yönde de gerçekleştir!”

Bursa’daki kampta böyle duâ ederken, Enver BOZDEMİR isminde bir kişi geldi. Mütebessim, samimî. Dedi ki:

“–Selâmün aleyküm.”

“–Aleyküm selâm.”

“–Sen namazında, niyazında bir adamsın. Ben, seni Allah rızâsı için ziyarete ve tanışmaya geldim. Eskiden ben de kısa süre boks yaptım. Ama maçlara katılmadım. Senin Yugoslavya’da Balkan şampiyonu olduğunda; «Beş vakit namazım sayesinde şampiyon oldum.» demen beni çok etkiledi. Kardeşim, Allah rızâsı için maksadım sadece tanışmak.”

Ben de;

“–Olur kardeşim. Tanışalım.” dedim.

Aramızda güzel bir arkadaşlık başladı.

Hoş sohbetti. Her gün kampa geliyordu. Kampımız, Akdoğan Oteli’ndeydi. Onun evi de hemen otelin 100 metre arka tarafında olduğu için sık sık uğruyordu.

Enver Bey, maçların başlayacağı Pazartesi’den önceki Cuma günü yine gelmişti. Üç gün sonra büyük şampiyonluk maçları başlayacaktı. Enver Bey, bana;

“–Dünyanın kutbu olan bir Hacı Sâmi Efendi var, sen duydun mu?” dedi.

Ben de;

“–İsmini duydum ama kendisiyle görüşemedim, tanışamadım. Nerede ikamet ediyor?” dedim.

“–İstanbul-Erenköy’de.” dedi.

Sonra, rakiplerimin çetinliğini bildiği için ekledi:

“–Sen, o mübârek Allah dostunun elini öpüp de hayır duâsını alırsan; ve sana; «Kazanacaksın inşallah!» derse, kesin şampiyonsun!”

Durakladım. Kalbim can attı. Fakat Balkan şampiyonası maçlarının başlamasına da üç gün vardı. İstanbul’a gidip gelmek pek mümkün ve uygun olmayacaktı. Üzüntü ile dedim ki:

“–Yahu kardeşim! Ben takım kaptanıyım. Rakiplerimin arasında Akdeniz Oyunları şampiyonu var, Avrupa ikincisi var, yani hızlı ve güçlü rakipler ile karşı karşıyayım. Bu dar vakitte İstanbul’a gidip gelirsek vücut, uykusuz kalır. Formdan düşerim. Bir sporcu uykusunu düzenli almazsa güç kaybeder, kondisyonu bozulur. Üstelik kamptan ayrılmak da suç… Keşke daha evvel gelseydin…”

Enver Bey, ısrar etmedi;

“–Sen bilirsin kardeş.” dedi.

O gittikten sonra, içim içime sığmaz oldu. Ne olursa olsun gitmeye karar verdim. O büyük Allah dostunu ziyaret, O’ndan alacağım mânevî enerji zâhirî formdan daha değerli diye düşündüm ve ertesi gün telefonla Enver Bey’i aradım:

“–Kardeş! Karar verdim, müsaitsen İstanbul’a Hacı Sâmi Efendi Hazretleri’ni ziyarete gidelim.”

Maç gününe neredeyse saatler kaldığı için kamptan izin almak mümkün olmayacaktı. Kaçmaktan başka çare yoktu. Kimseye fark ettirmeden yola çıktık.

İstanbul’a geldik. Karaköy’de meşhur Yeraltı Camii’nde sabah namazını kıldık. Oradan vapura bindik, karşıya geçtik. Oradan da dolmuşla Erenköy’e geldik. Bir pastanede kahvaltı yaptık.

“Sabah şöyle saat 09:00 olsun da huzûra öyle çıkalım.” diye düşündük.

Vakit gelince mübârek kapıya vardık. Ömer KİRAZOĞLU çıktı.

“–Selâmün aleyküm.”

“–Aleyküm selâm.”

“–Efendim, ben polis memuru bir sporcuyum. Balkan Şampiyonasında dövüşeceğim. Dünyanın en güçlü devletlerinin; Avrupa, dünya ve olimpiyat şampiyonlarıyla dövüşeceğim. Sâmi Efendi Hazretleri’ni ziyaret için Bursa’dan geldim. Kendisinin elini öpüp, hayır duâsını almak istiyorum..”

Ellerini iki yana açtı:

“–Maalesef biraz rahatsız. Kimseyi kabul edemiyor.”

Hem râzı hem ısrarcı oldum:

“–Mümkünse haber verseniz. Belki kabul buyurur. Biz bu mübârek kapıya Veysel Karânî gibi geldik. Eğer «yok» derse, boynumuzu büker, gideriz.”

“‒Peki.” deyip içeri geçti.

Enver Bey kardeşimizle beraber kapıda bekledik. Aradan üç-dört dakika geçti. Kapı tekrar açıldı:

“–Sadece sizi kabul etti. Arkadaşınız beklesin, siz buyurun!” denildi.

Beni yukarıya çıkardılar. O mübâreğin huzûruna çıkınca kendimi cennette hissettim. Tebessüm ve şefkatle ellerimden tuttu:

“–Hoş geldiniz kardeş!” dedi.

Ben rahatsız olduğunu düşünerek vaktini almamak için hemen hâlimi arzettim:

“–Efendim, ben Yugoslavya’da Balkan şampiyonu olduğumda televizyonda; «Beş vakit namazım sayesinde şampiyon oldum.» dedim. Ben sporu, Allah rızâsı için yapıyorum. Pazartesi günü Balkan Şampiyonası var. Elinizi öpüp, hayır duânızı alarak şampiyon olmak için huzûrunuza geldim. Duâlarınızı bekliyorum Efendim.” dedim.

Bunun üzerine;

“–Öyle mi? Otur bakalım evlâdım.” diyerek ellerimi bırakmadan gözlerimin içine baktı ve dedi ki:

“–Sen hiç merak etme! Allâh’ın izniyle Şampiyon olacaksın. Ringden inerken yine spiker sana; «Şampiyonluğunu neye borçlusun?» diye soracak. Sen de;

«–Ben, güç ve kuvvetimi Hak dîni olan İslâm’dan alıyorum. O güç ve kuvvet de Cenâb-ı Allâh’a aittir. Mükâfat olarak da kılmış olduğum beş vakit namazıma borçluyum bu altın madalyayı.» diyeceksin.

Bu cümleyi ben sana şimdi yazacağım. Maçtan önce iyice ezberle! Çünkü finalde rakibin çok çetin olacak, çok güçlü olacak, neticede Allâh’ın izniyle şampiyon olacaksın ama, çok yorulacaksın. Eğer şimdiden ezberleyemezsen o zaman söyleyemezsin. O yorgunluk ânında, ringden inerken bu cümle bu şekilde aklına gelmez. Onun için ben sana bunu yazacağım, bunu ezberle! Hem önceden ezberler, bunu söylersen çetin rakibin karşısında Allâh’ın yardımı senden yana olur…” dedi.

Ben de;

“–Başüstüne Efendim!” dedim.

Basîret ve mâneviyat sultanı o mübârek zât, ezberleyeceğim cümleleri inci gibi bir yazıyla orada bizzat kendisi kaleme aldı. O yazıya bir de duâ ilâve etti;

“–Ayrıca sana bir de şu duâyı yazıyorum;

رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِحٖ۪ينَ

Ringe çıkmadan evvel abdestini al, iki rekât namaz kıl. Soyunma odasında 500 defa da bunu oku. Her yüzde bir salât ü selâm getir. Hiç merak etme, şampiyon olacaksın. Sonra;

Yazdığım cümleleri de ringden inerken aynen söyleyeceksin.” dedi.

Hacı Sâmi Efendi Hazretleri’nin buyurduğu gibi yaptım. Cümleleri önceden iyice ezberledim. Maçtan evvel de soyunma odasında;

«Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn» duâsını 500 defa okudum. Her yüzde bir Hazret-i Peygamber Efendimiz’e salât ü selâm getirdim ve;

«Bismillah» deyip ringe çıktım.

İlk rakibim Yugoslav idi. Akdeniz Oyunları şampiyonu. Mücadele hızlı başladı. Allâh’ın izni, büyüklerin duâsıyla ikinci rauntta rakibimi abandone ile yendim.

Finale çıktım. Rakibim Avrupa ikincisi bir Romen. Çetin bir rakip. Hem güçlü hem dayanıklı. Her raunt çok şiddetli geçti. Aklımda hep Sâmi Efendi Hazretleri’nin ezberlettiği cümleler. Mücadele gerçekten çok çetindi. Ringin ortasında bir başlıyorduk vuruşmaya, ne o bir santim geriye gidiyordu, ne ben bir santim geriye gidiyordum. Kıran kıranaydı.

Allâh’ın izniyle kime vursam, nakavt ederdim. Rabbimin vergisi; çok güçlü bir sol yumruğa sahiptim. Türkiye’de 251 maçım var. 245’ini nakavt ile 6’sını da sayıyla kazandım. Türkiye’de hiç mağlûp olmadım.

Fakat bu maç bir başkaydı!..

Bütün gücümle vuruyordum, o da bana vuruyor, bir türlü nakavt olmuyordu. İki taraf da, var gücümüzle dövüşüyorduk. Spor hayatımda bana göre en çetin rakibim bu adamdı.

Gong çalıyor, köşelere geçiyoruz, tekrar başlıyoruz, hep aynı şekilde.

Üçüncü raunt başladı. Adama vuruyorum, vuruyorum, aklımda daima Sâmi Efendi Hazretleri’nin sözleri. Mâneviyâtım çok yüksek. Bu sebeple benim vuruşlarım daha baskın oldu. Nihayet maç bittiğinde beni şampiyon ilân ettiler. Bütün millet, maçı ayakta alkışladı. İkinci kez Balkan şampiyonu olmuştum. Hem de ülkemde.

Rabbime şükürler olsun ki bu şampiyonada;

Bedir zaferi hakkında nâzil olan; «Attığın zaman Sen atmadın, Allah attı» âyet-i kerimesinin tecellîsini daha bir başka yaşamıştım. Bir Allah dostunun duâsı, kerâmeti ve rehberliği bereketiyle.

Dolayısıyla, Sâmi Efendi Hazretleri’nin bana ezberlettiği cümleleri söylemek hususunda kalbim en canlı bir itminan hâlindeydi.

Alkışlarla bütün salon inlerken TRT spikeri Uğur DÜNDAR ringin merdivenlerinden çıktı. Canlı yayın yapılıyordu. Tebrik ederek sordu:

“–Evet, Kemal SONUNUR; şampiyon oldunuz. Bu şampiyonluğu neye borçlusunuz?”

Önce derin bir nefes aldım.

Sonra büyük bir coşkunluk ve şükür hâli içerisinde Sâmi Efendi Hazretleri’nin sözlerini tane tane söyledim:

“–Ben, güç ve kuvvetimi hak dîni olan İslâm’dan alıyorum. O güç ve kuvvet de Cenâb-ı Allâh’a aittir. Mükâfat olarak da kılmış olduğum beş vakit namazıma borçluyum bu altın madalyayı.”

Elhamdülillâh.

Sene 1977…

O zamanlar TRT’den başka televizyon yok.

Ben bu cümleleri söyleyince tabiî bazı kimseler şaşırdı. Çünkü alışıldığı üzere zannediliyor ki:

“Ben başarımı; çalışmama borçluyum, antrenörüme borçluyum…” diyeceğim veya buna benzer şeyler söyleyeceğim.

Fakat ben, büyük bir coşku ile mâneviyatımın gerçeğini, yani Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî yardımını dile getirmiştim. Bu mesajı gençlere verdiğim için de son derece huzur içerisinde idim.

İfade ettiğim gibi aynı zamanda polis memuruydum. O zamanlar ilkokul mezunları, polis olabiliyordu.

Kazandığım şampiyonluk sonrası, îman gücümün kaynağını ifade sadedinde söylediğim cümleler; bütün milletin gönlünde de apayrı bir yankı ve coşku meydana getirmişti. Ancak Ankara’ya döndüğümde emniyet müdürleri beni çağırdılar ve azarladılar:

“Sen, niye televizyonda; «Beş vakit namazım sayesinde şampiyon oldum.» dedin? Sen, bu lâfı nasıl söylersin! Sen, biraz; Rus, Bulgar, Yugoslav konsoloslukları gibi hassas bölgelerde nöbet tut da aklın başına gelsin!” dediler.

Yahu;

Bir hıristiyan, şampiyon olduğunda göğsünde haç çiziyor. Ben de dînimin verdiği mâneviyat ve beş vakit namazım sayesinde şampiyon olduğumu söyledim, ki moral kuvvetimin sebebi buydu. Bunu dile getirdim. Kime sorarsanız sorun, moral kuvveti düşük bir kimsenin maddî gücü ne olursa olsun, mağlûp olur. Altınla yazılan Çanakkale zaferimizin de tek îzahı bu değil midir? Fakat bazı âmirlerim, bunu anlayacak noktada değildi.

O zaman ahdettim. Hanımıma dedim ki:

«‒Çare yok, sadece spor başarısı kâfi gelmiyor. Ne yapıp edip okuyacağım. Bilgi itibarıyla da ilerleyeceğim. Ben de onların seviyesine geleceğim. İslâm’a faydalı olmak için vazifemde yükseleceğim!»

Açtım kitapları, sarıldım kaleme.

Gece-gündüz çalıştım.

Ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitirdim. Sonra Gazi Üniversitesi’ni okudum. 1980’de komiser yardımcısı oldum. Sırasıyla rütbelerim yükseldi. Her üç senede, dört senede tek yıldız takıyordum. Son olarak İl Emniyet Müdürlüğüne tayin edildim ve yaş haddinden emekli olana kadar çalıştım.

Bu arada, unutmadan şunu da belirtmek isterim:

Şampiyon olduktan sonra Enver Bey arkadaşımla Hacı Sâmi Efendi Hazretleri’ni tekrar ziyarete gittik. Boynumuzda şampiyonluk madalyası, kalbimizde duâsının bereketi, yaptığım hizmetin huzur ve şükür madalyası.

Kapıyı torunu açtı. İçeri buyur edildik.

Huzura çıktık. Birlikte sofraya oturmak nasip oldu. Yemek esnasında kendilerine malûmat verdim;

“–Efendim, sizin söylediğiniz cümleleri; televizyonda canlı yayında söyledim.” dedim.

Tebessüm etti:

“–Haberim var evlâdım. Rabbim, bu hizmetinden râzı olsun.”

Müsaade alırken sordum:

“–Efendim, Ankara’ya gidiyorum. Emirleriniz var mı?”

Bana;

“–Ankara’da sevdiğim üç tane insan var. Onlara gidip de; Medine’den getirdiğim şu güzel kokuları verirsen; beni çok memnun edersin.” dedi.

“–Başüstüne Efendim.” dedim.

Elime dört adet küçük şişe verdi ve tembih etti:

“–Biri, Rıza ÇÖLLÜ; biri Ankara’da benim temsilcim Urfalı Kemal Efendi; biri de meslektaşın Ali EGE. Şu dördüncüsü de senin. Hâtıra olarak sakla.”

Bu yakın muhabbet beni kuşattı ve kendisinden bir ricada daha bulundum:

“–Efendim, ben Cenâb-ı Allâh’ı nasıl zikredeyim? Bu hususta sizden ders almak istiyorum.”

Yine tebessüm etti ve Ömer KİRAZOĞLU’na dönerek;

“–Evlâdımızı Musa TOPBAŞ Efendi’ye götür. Dersi o tarif etsin.” buyurdu.

Huzurdan çıkınca;

Ömer KİRAZOĞLU ile beraber Musa TOPBAŞ Efendi’ye gittik. Elini öptüm. Ne kadar tatlı, nur yumağı mübârek bir zâttı. Elhamdülillâh, o gün, bugündür vazifemi hiç aksatmadım.

Onların mânevî hâtıraları devamlı kalbimde.

Hacı Sâmi Efendimiz’in bana hediye ettiği güzel kokuyu da hâlâ saklıyorum. Üzerine de şu vasiyeti yazdım:

“Evlâtlarıma vasiyetimdir:

Ben öldüğüm zaman, bu Hacı Sâmi Efendi Hazretleri’nin güzel kokusunu kefenime dökün. Şişeyi de ebedî saklayın.”

Hâsılı şunu ifade etmeliyim ki;

Rabbimin bana olan bütün nimetleri, kazandığım şampiyonluklar ve elde ettiğim diğer başarılar, hep namaz sayesinde oldu.

Namaz vesilesiyle Cenâb-ı Allah, beni;

Zamanın kutbu olan Hacı Sâmi Efendi Hazretleri ve Musa TOPBAŞ Efendi Hazretleri gibi zâtlarla tanıştırdı, onların ellerini öptürdü.

Polis memurluğundan il emniyet müdürlüğüne, yani başmüdürlüğe yükseltti.

Türkiye’de yenilgisi olmadan boksu bıraktırdı.

Boksta 1 kez dünya şampiyonluğu, 2 kez Avrupa uluslararası turnuva şampiyonluğu, 2 kez Balkan şampiyonluğu ve 6 kez Türkiye şampiyonluğu nasip etti.

Hepsine şükrediyorum, ancak özellikle belirtmeliyim ki;

Bu şampiyonlukların tamamı bir tarafa, benim asıl şükrettiğim hakikat; Rabbimin lutfu olarak Hacı Sâmi Efendi Hazretleri gibi, Hacı Musa Efendi Hazretleri gibi ve kıymetli halefleri gibi gönül sultanlarının ellerini öpüp hayır duâlarını almış olmaktır. Hakikaten bu mazhariyetler, benim için kazanmış olduğum şampiyonluklardan daha kıymetli bir mânâ ifade etmektedir.

Ne kadar şükretsem az!

Kur’ân-ı Kerim üzerine yemin ediyorum. Bir vakit namazı, bütün dünyanın servetlerine değişmem. Namazdan o kadar büyük bir huzur alıyorum. Elhamdülillâh, onca yoğun, meşgaleli hayatıma rağmen namazlarımı kazâya bırakmadım.

Daima duâ ediyorum:

“Yâ Rabbî! Sana tam bir teslîmiyetle yönelerek namazı dosdoğru kılan insanların zümresine beni de ilhak et! Biz Sen’in rızan için namaz kılıyoruz. Bize namazı dosdoğru kılmayı nasip eyle!..

Rûhumu, alnım secdedeyken al teslim etmeyi nasîb eyle.

Âmîn…”

_____________________

* Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hak ile hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın. (el-A‘râf, 89)