-Kâinâtın Kalbi Olan Medîne-i Münevvere’de- NEBİYY-İ MUHTEREM’İN BİR GÜNÜ…

SEYRÎ (M.Ali EŞMELİ)

Senin, düşün ki, nasıl geçti ömrünün bütünü,
Nebiyy-i Muhterem’in bak, nasıl geçerdi günü:

Derinleşen gecenin, ufku kaplayan seheri,
Uyandı Nurlu Rasûl’ün ışıl ışıl kameri.
Ki zâten uykuya dalmazdı kalb-i Peygamber,
Hitâb-ı Rabbi, iletmişti çünkü şöyle haber:
“Ey örtünüp bürünen! Gündüzün telâşı ve halk,
Uzun uzun alıkor; Sen, Benim için gece kalk!
Ben’imle leyl-i berâberliğin nasîbi özel,
Özelde Rabbini zikreyle, her şeyinle yönel!”1
Yöneldi kıbleye Ahmed, gönül huzûru ile,
Kapandı secdeye, yükseldi Arş’a nûru ile..
«Teheccüd» emrine bilhassa ihtimâm etti,
Savaş zamânı da terketmeden devâm etti..
O bî-günah, yine pür tevbe, etti istiğfâr,
Salât-selâm ile tevhîdi kıldı istikrâr;
Ayak şişinceye dek durmadan namaz kıldı,
Tilâvet eyledi Kur’ân’ı, hem niyaz kıldı.
El açtı: “Affet İlâhî, bağışla ümmetimi,
Kuşatsın onları mahşerde rahmet iklîmi.”
Ve öyle ağladı, sırf affımız için O Güher,
Şelâleler gibi hıçkırdı kalb-i Peygamber.
Bu hâle vâlidemiz Ayşe pek şaşıp dedi ki:
“–Senin günâh-ı sağîrin de yok iken, ya peki;
Bu denli gözyaşı nîçin, harâb olurcasına?
Neden bu denli ibâdet, türâb olurcasına?
Bu hâl ne, siz ki müeyyedsiniz beşâretle,
Ya bunca ter niye, mâsumsunuz ya ismetle!”
Buyurdu Şâh-ı Rusül: “–Hak neler donattı bana,
Ey Ayşe, ehl-i şükür bir kul olmayım mı O’na?
Ve ümmetim, hele kurtulmadan nasıl gülerim!
Ben önce, onlar için afv u mağrifet dilerim…”

Ve sonra, mescide râm oldu yaklaşınca sabah,
Sahâbe titredi: “Lebbeyke yâ Rasûlâllâh!..”
Sabah namâzını mîrâc edip de kıldırdı,
Huzurda elleri tekrar duâya kaldırdı.
Semâların yedi kat feyzi yağdı mihrâba,
Namaz bitince vücûduyla döndü ashâba.
Yetîme, hastaya, mahrûma titreyen yüreği,
Nümûne hâlde suâl etti merhamet gereği:
“–Bugün, yetim başı hiç var mı okşayan kimse?
Ve var mı hasta ziyâret eden, alıp hisse?
Deyin, cenâze de teşyî eden şahıs var mı?”
Ebûbekir dedi: “–Var..” Coştu feyzin ikrâmı.

Sevindi, şevk ile «işrâk»a durdu lâle gibi,
Vakit gelince de «kuşluk namâzı» kıldı Nebî.
Yöneldi sonra da ashâb-ı suffa meclisine,
Okuttu sır dolu Kur’ân’ı sır içinde yine;
«Esas hayat, biliniz, âhiret hayâtı..» dedi,
«Budur» buyurdu: «Günün dersi..» Varlığın Senedi.

Ve öğle sonrası «kaylûle» yaptı bir miktar,
Sarıldı gayrete tekrar, Muhammedü’l-Muhtar.
Vahiy getirdi Hudâ’dan o demde Cebrâil,
Nebî’nin oldu bütün hâli, âdetâ kandil,
Çağırdı mescide ashâbı inciler dokudu,
Gelen Kelâm-i İlâhî’yi çok rakîk okudu:

“İkindi vaktine olsun yemin ki, insanlar,
Kesin beyân ile hüsrân içinde vîranlar;
Şu var ki; sâdece îmanlı kimseler hâriç,
Ve bir de sâlih amel işleyen beşer hâriç!
Ve hakkı emrederek hak giden de müstesnâ,
Ve sabrı ders ile tembîh eden de müstesnâ.2
Uyan beşer! İyilikler, unutma, Rahman’dan,
Fakat bütün kötülükler de nefse uymandan..3
Tefekkür et, tadacak burda her nefis, eceli,
Nasîbi, yevm-i kıyâmette ecrinin bedeli.”4

Nebî doluktu bu âyetlerin meâli ile,
Nefeslenip de devâm etti aynı hâli ile:

Buyurdu Hak: “De ki; takvâda kim, en önde olur,
Sizin, en üstününüz Hak katında ancak odur!5
O hâlde Şanlı Habîbim, yetîme kahretme,
Dilenci şahsa da aslā kızıp da gadretme!6
Bağışla; mârufu emret, budur murâd-ı semâ,
Duruşlu ol, şımarık câhilûna aldırma!7
Ve izzet Allah içindir, O’nun Rasûlü’ne has,
Ve bir de millet-i îmânadır, -uyansın nâs-!8
Kesin bu; Biz Sana verdik açıkça feth-i mübîn;9
İnâyetiyle Hudâ’nın, zafer yakın ve kesin,
İnanç içindeki her gönle müjde ver, çok çok;10
Ve ey Rasul! “De ki: Hak geldi, oldu bâtıl yok!” 11
Bu hak mesajları Ahmed, beyânın ardından,
Uzak ufuklara hikmetle baktı, sonra o an,
Bütün meliklere mektup yazıp da bastı mühür,
Mühürlü nâmeyi kaldırdı, sordu: “–Kim götürür?”
Yarıştılar yine: “–Lebbeyke yâ Nebî, emret!
Sen’in yolunda şereftir bu sorduğun hizmet!
Fedâ, bir emrine binlerce can fedâ, her an,
Fedâyı eyle kabul, hizmetinde, ey Cânân!
Kanat kanat uçarız, git denirse hangi yöne!”
Yiğitti her biri, Allah deyip de çıktı öne..
O bendeler, biliyorlardı dönmemek vardı,
Fakat derunda şehâdet diyen yürek vardı..

Nebî, o erleri, övgüyle seçti gönderdi,
Bu dîni her yere teblîğ için emir verdi.
Buyurdu: “–Sen Çin’e git, sen Buhâra, sen Yemen’e!
Doğuyla hem batı koşsun sizinle Hak dîne!”
Ve İran, Afrika, İspanya, sonra İstanbul,
Ve sonra hem Roma fethiyle müjde verdi Rasûl.
Coşup da aşk ile ashab, yayıldı dünyâya,
Sefer edip karalardan açıldı deryâya..

Dehâ bu! Durmadı bir lâhza Hak Nebî cidden,
İkindi sonrası etrâfa çıktı mescidden,
Nasıldı çarşıların baktı tartısında usûl,
“Kim aldatırsa o bizden değil!” buyurdu Rasûl.
Güneş misâli selâm verdi her nasipli cana
Üzüldü, vermedi lâkin selâmı, boş durana.
Ziyâret etti Nebî, bâzı bekleşen yakını,
Dönüşte etti ziyâret, Bakî Mezarlığı’nı.

Gelince ravzaya fark etti bir yetim kapıda,
Diyordu gözleri sessiz: “–Anam babam da fedâ
Göründü derdime derman bu mânevî dergâh,
Kimim de yok, bana bir çâre, yâ Rasûlâllah!
Kerem buyur Sana geldim, kırık kolum kanadım,
İnâyet eyle bu dünyâda ben garip kaldım…”
Hemence Hazret-i Ahmed, götürdü hânesine,
Doyurdu, sonra da giydirdi, sardı sînesine.
Bu hâli gördü henüz mü’min olmayan bir can,
Huzûra geldi, şahâdet getirdi tâ candan…
Nebî o an, ona öğretti dîni, îmânı,
Buyurdu ümmete âlemlerin o sultânı:
“Bugünkü bir işe yârın diyenler oldu helâk..”
Zaman şu anda bugündür, bugün çalışmaya bak!
Çalıştı öyle ki halkın medârı, billûru,
Dakîka durmadı varlıkların ezel nûru,
Sarıldı Nûr ile halkın çeşit çeşit yarası,
Çekildi uzlete akşamla yatsının arası…
Ederdi farz-ı semâvâtı, sünnetiyle mübin,
Mübin bu, akşamın ardınca kıldı «evvâbin»…

Tabî ki ehline fırsat bulup ayırdı vakit,
Bütün yürekler için oldu mâverâya geçit.
Bütün gönüllere tebliğ buyurdu kendi gibi,
Doyurdu herkesi maddî ve mânevî O Nebî!

Çıkınca yatsıya, ashâba döndü, baktı biraz,
Görünce onları bir safta, sardı gönlünü haz.
Ne muhteşemdi misilsiz nesil yetiştirmek,
Netîce; asr-ı saâdet oluştu, tek örnek!
Sevinç içinde Nebî, aldı öyle bir tekbîr,
Bütün cemâate mîrac yaşattı Bedr-i Münîr…

Ve sonra beytine artık çekildi beklemeden,
Ve başka bir gecenin nûru oldu Hakk’ı gören…

Ya biz, ya biz, günü Seyrî, nasıl geçirmedeyiz?
O’nunla bir yaşayıştan gönülde var mı remiz?
Var eylesin gece-gündüz o hâli bizde de Hak,
Bırakmasın bizi Ahmed, şefâatinden uzak…

vezni:
mefâilün / feilâtün / mefâilün / feilün
(fa’lün)

1 el-Müzzemmil,
2 el-Asr, 1-3.
3 Bkz. en-Nisâ, 79.
4 Bkz. Âl-i İmrân 185.
5 el-Hucurât, 13.
6 ed-Duhâ, 9, 10.
7 el-A’raf, 199.
8 el-Münâfikûn, 8.
9 el-Fetih, 1.
10 es-Saff, 13.
11 el-İsrâ, 81.