CÂMİYE DAVET…

TÂLÎ (Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI)

Yeryüzünde ilk câmi, Allâh’ın evi Kâbe;
Her beldede her câmi, Kâbe’den birer şûbe.

Orada buluşuruz, oradan dağılırız,
Nasıl ki kan dolaşır, döner gelirse kalbe.

O aziz hâtırayı tekrarlayıp dururuz;
İmam vâris-i Nebî, cemaatse sahâbe!

Mescidler üzerinde saf saf olur melekler,
Her ezanda şeytanı, kovalayan bir darbe!

Yerde-gökte ne varsa, hepsi secde etmede;
Hak yoluna baş koymak, her varlığa vecîbe.

Mescid secde mekânı; bize yeryüzü mescid;
Can Ahmed’e imtiyâz; ümmetine mevhibe.

Her minâre, tevhîdi yazmaktadır göklere…
Yedi katlı semânın minyatürü her kubbe…

İki mescid arası, yürütüldü Peygamber…
Mescid-i Aksâ’dandı, urûc etmesi Rabbe!

Takvâ şiârı sünnet, cemaat ile namaz,
Cemaatten kaçtı ilk, kötü sonlu Sâlebe!

Birlik bereket verir, fertler cemiyet olur,
Yirmi yedi başaktır, câmide bir tek habbe!

Mescid-i Nebevi’ydi, Ashâb-ı Suffe’ye yurt;
Mescid beşiklik etti ilk İslâmî mektebe.

Her câmi. tâlibine, nurlu irfan mektebi;
Dînin ilk emri; «Oku!» her mü’min de talebe.

Câmiler Allâh’ındır, evin sahibi Allah!
Sükûnet gerek orda, uymak gerek edebe!..

Hakk’ın evinde konuk, olmanın hakkı kulluk;
Mescid-i Haram’dan yok, fayda Ebû Leheb’e!

Kalıbından kirleri, kalbinden kibri gider!
Rabbim bakmaz orada, ırka, renge, nesebe…

Câmide tüm mü’minler, tarak dişleri gibi;
Kalır kapı ardında, makam, mevki, mertebe…

Şadırvanında arın, sağ ayakla adım at!
Sînesi pek geniştir, cevap var her talebe.

Yolunda namazdasın, beklerken namazdasın;
İlk safta dîvan durmak, burda en yüksek rütbe.

“İyiliği emreder, kötülükten meneder.”
Haftalık hatırlatma, her Cuma’da her hutbe.

Bize ecdâdımızdan en kutlu mîras onlar,
Birer tarih düşürür, gönle her bir kitâbe…

İstanbul silûeti; selâtînin imzası,
Hangi ses çalabilir, şu ezâna galebe?

Câmi bir sosyal tesis; «bir araya toplayan»
İşte medrese, hamam, işte tekke ve türbe…

Bu dünyada Rabbine, bir ev binâ edene,
Rabbinin mükâfâtı, bir cennet köşkü hibe!

Birlik ve takvâ ile, câmi olur bir bina;
Tefrikacı bânîye, Dırâr kâfî tecrübe!

Mescidlerin îmârı, îmanlı kalbin işi;
Îmansız yürek bir ur, câmisiz kent ucûbe!

Câmilerin ziyneti, namaz, duâ, tilâvet…
Yaldızlar, âvizeler… zâhirdeki debdebe…

Câmiyi câmi yapan, ne taştır ne de mermer;
Secdeden mahrum kalan, binalar birer izbe!

Bomboş kaldıysa yâhut gāfillerle dolduysa,
Sinan eseri olsa, mânen o bir harâbe!

Kafeste kuşa benzer, câmide bir münâfık;
Namaza ayak sürür, gidercesine harbe!

Mü’min ise mescidde, denizde balık gibi;
Mânevî bir atmosfer, ilâhî bir câzibe…

Nidâyı duyan kalpler, câmi yoluna düşer.
Dünyanın meşgalesi, yolda sinsi engebe.

Ey gönül, câmi dostu güvercinlere yâr ol!
Benzeme duvarına, pisleyip ölen kelbe!

Merhametsiz dünyadan, Rabbin evine sığın!
Câminin kapısına, konur sahipsiz bebe!

Secdede, seccâdede diner bu sancıların;
Ten kafesine mahpus, rûhun tevbeye gebe.

Er-geç tabutunla da, gelirsin avlusuna..
Fakat fayda verir mi, musallâdaki tevbe?

Her minâre gösterir, hayâtın kıblesini;
Çöz gözünün bağını, Tâlî, bitsin körebe!