OSMANLI DEVLETİ’NİN KURULUŞU VE BALKANLARDA TUTUNMASI -1-

Ahmet MERAL ahmetmeral@yuzaki.com

Moğol depreminin yaralarını erken saran İslâm dünyası, yeni bir ruh ve heyecanla yayılışına kaldığı yerden devam etti. Hindistan’da Delhi Türk Sultanlığı, Balaban ailesinin eline geçmişti. Bu ailenin yönetiminde önce Moğol akınları durdurulmuş ve gazi dervişler İslâmiyet’i yaymak amacıyla Hindistan içlerine başarılı faaliyetlerini hızlandırmıştı.

Öte yandan aynı yıllarda 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Moğol baskıları altında fiilen dağılma sürecine giren Anadolu Selçuklu topraklarında on beş civarında müstakil beylik meydana gelmişti. Bu baskılardan bunalan ve Selçuklu devletinden umudunu kesen Türkmen aşiretleri uçlara yönelerek Batı Anadolu’da gazâ ve cihada ağırlık veren bir tutum içerisine girdiler. Bizans’a seferler düzenleyerek, gazâ beyliklerinin itici gücünü oluşturdular. Uçlardaki Türk aşiretlerinin beyleri; şeklen Selçuklu Sultanlığı’na tâbî olmakla beraber, fırsat buldukça, onu dinlememekten ve müstakil hareketlerde bulunmaktan geri durmuyorlardı. Üstelik vergilerini ekseriyetle fiilî tehditler altında veriyorlardı.1

Bizans sınırında, Bilecik civarında yer alan Anadolu beyliklerinin en küçüğü olan Osmanlı beyliğinin kurucusu Osman Bey’in etrafında kenetlenen bir avuç alperen, gelecekte üç kıtada yer alacak dev bir imparatorluğun temellerini attıklarının elbette farkında değildi. Akçakoca, Konuralp, Samsa Çavuş, Hasan Alp gibi her biri gazâ ve cihad rûhuyla hareket eden bu zâtlar; bu yeni devletin kuruluş felsefesini de ortaya koydular. Nitekim «Oruç Tarihi»nde Osmanlılar için anlatılan özellikler bu oluşumun gazilik ve alperenlik rûhu üzerine bina edildiğini göstermektedir.

“Gazilerdir ve galiplerdir, fî sebilillâh hak yoluna durmuşlardır. Gazâ malını cem edip Hakk’a harcedicidirler. Ve Hak’tan yana gidicilerdir. Din yoluna gayretlidirler. Dünyaya mağrur değillerdir. Şerîat yolunu göz edicilerdir. Şirk ehlinden intikam alıcıdırlar.”

Son dönem Osmanlı müelliflerinden Uzunçarşılı, Osman Bey’in etrafında toplanan şahsiyetlerin beyliğin kuruluşuna önemli katkılar yaptığını ifade eder.

“Edebali ile oğlu Şeyh Mahmud ve şeyhin talebesi ve damadı Dursun Fakih ve Ahî Şemsüddîn ile onun oğlu Hasan gibi Ahî ricâli… Osman Bey’in temelini attığı Osmanlı Beyliği’nin kurulmasında mühim hizmetler görmüşlerdir.2

Mücâhede şevkini ve İslâm birliği susuzluğunu en yüksek voltaja ayarlamasını bilmiş olan bu îman adamlarının Osmanlı Beyliği’nin kuruluş hâdisesine fiilen katılmış olmaları, devletin büyük ve eşsiz talihi olmuştur. Ömer Lütfi BARKAN, Osmanlı’nın kuruluşunda aktif rol oynayan, Fetih topraklarını kalıcı yurt yapan, yer açıp zâviye kuran ve vakfa bağlayan bu dervişleri; fetihleri kolonize eden dervişler olarak tanımlamaktadır.3

OSMANLI’NIN KURULUŞU SIRASINDA ÖN ASYA VE BALKANLARDA SİYASÎ DURUM

1300 yılında Osmanlı Beyliği’nin müstakil hâle geldiği düşünülse de tam müstakil bir devlet olarak Marmara ve Balkanlar’da tutunması yaklaşık kırk-elli yıllık bir süreyi gerektirmiştir. Osmanlı Beyliği’ni kuranlar hiç şüphesiz dağılan Selçuklu’ya tâbî Türkmen unsurlardan oluşmaktaydı. Bu yeni devletin temelleri atılırken gerek Anadolu’da gerek Rumeli’de çok güçlü devletler bulunmamaktaydı.

Anadolu Selçukluları, Moğollara yenilmiş bir daha toparlanamayacak hâle gelerek siyaseten ölü hâle gelmişti. Selçuklu’nun mahallî yöneticileri Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde merkeze pamuk ipliğiyle bağlı beylikler oluşturmuştu. Moğollar hâlâ Anadolu’da etkiliydiler ve gönderdikleri adamlarıyla haraçlarını almakta ve gerektiğinde kan dökmekten çekinmemekteydiler. Çukurova bölgesi Memlûkluların denetiminde bulunmaktaydı. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde ise Ortodoks Rumların yönetiminde Trabzon Pontus Devleti bulunmaktaydı.

Bizans Devleti ise eski gücünden çok şey kaybetmiş; askerî, idarî ve malî yönden buhranlar içinde kıvranmaktaydı. İstanbul’da, Marmara Bölgesi’nde ve Trakya’da hâkimiyetini güçlükle sürdürmekteydi. Yine Ege adalarında, Mora Yarımadası’nda yer alan bazı toprakları ise zengin Venedik ve Ceneviz devletlerinin ipoteği altındaydı. Üstelik Bizans’ın Balkan topraklarına ve başkent İstanbul’a gözünü dikmiş Sırp ve Bulgar krallıkları fırsat kollamaktaydı.

Orta Avrupa’nın bu dönemdeki en büyük askerî gücünü oluşturan Macarlar, Bosna ve Arnavut krallıklarına nazaran ciddî bir güç olarak kabul edilmekteydi. Batı Avrupa ülkelerinden İngiltere ve Fransa, kendi aralarında yüz yıldan fazla devam edecek olan savaşın eşiğindeydiler. Ukrayna ve Güney Rusya’da müslüman Altınordu Hanlığı eski haşmetinden uzak olsa da önemli bir güç olarak varlığını sürdürmekteydi. Balkanlarda Bizans ve diğer devletlerde yaşayan topluluklar; âciz ve güçsüz yöneticilerin ağır vergilerine muhatap olmakta, dînî ve sosyal baskılar altında âdeta kurtarıcı bekler vaziyette idiler. Bitmeyen saray entrikaları ve siyasî karmaşa; taşrada gitgide azalmakta olan Bizans topraklarında başıbozukluk meydana getirmiş, keyfî ve başına buyruk hareketlerle merkezi dinlemeyen ve halka zulmeden tekfurların ortaya çıkmasına sebep olmuştu.

Anadolu’da da siyasî birlik olmadığı gibi; Anadolu beyliklerini toparlayacak, onları mukaddes bir hedef etrafında organize edecek, çaplı bir liderliğe ihtiyaç vardı. İşte tam bu şartlarda Osman Bey liderliğinde yeni bir güç ortaya çıkacak, sadece Anadolu’nun değil, Ön Asya ve Balkanların tarihini de değiştirecek; çok kısa bir zamanda batıda Tuna’ya kadar bütün Balkan topluluklarını âdil bir yönetim altında birleştirmeyi başaracaktır. Bu arada Osmanlılar, Anadolu beyliklerini de bütün müslüman unsurları da Orta Avrupa yönünde gerçekleşen fetihlere yönlendirmeye muvaffak olacaktır…

Osmanlıların bu muazzam çıkışları ve başarılarını tetikleyen en önemli sebep; Osmanlı Beyliği’nin Bizans sınırında kurulmuş olması, bir uç beyliği oluşu ve genişlemeye elverişli bir coğrafyada doğmasıydı. Osmanlı’nın bu stratejik konumu onu cihad ve gazâya müsait bir hâle getirmekteydi. Osmanlılar; Moğolların baskısından kaçan Türkmen topluluklarını, cihad ve gazâ rûhuyla hareket eden dervişleri, gayet başarılı bir şekilde organize ederek fetihlerle ele geçen toprakları kalıcı bir yurt hâline dönüştürdüler. Yine Osmanlılar gayet akıllıca hareket ederek, diğer Türk beyliklerinin kendi aralarındaki rekabetlerine karışmadılar ve onlarla çatışmadılar. Bilâkis onları Bizans ve Balkanlar’a doğru genişleme siyasetine yardım etmeye davet ettiler ve onları bu istikamette yönlendirdiler.

OSMAN GAZİ

Bu büyük imparatorluğun kurucusu Osman Bey, Oğuzların Kayı boyundan Ertuğrul Gazi’nin oğludur. Bu dönemle ilgili kaynaklar çok net bilgiler ihtiva etmemekle beraber; babası Ertuğrul Gazi’nin ölümü üzerine 1281 yılından itibaren beyliğin başına geçer.

Osman Bey, Söğüt kasabasını merkez edinen, Domaniç yaylasında sürülerini otlatan, yaklaşık beş yüz çadır halkından kurulu bir aşireti kısa zamanda Kocaeli yarımadasında etkili bir beylik hâline getirdi. Bizans devletine ait Yenişehir, Karacahisar, Mudurnu, İnegöl, Bilecik ve Mekece bölgesindeki toprakları fethetmesi, beyliğin ilk büyük hamlelerini oluşturmuştu. Nihayet vefatına yakın Bursa kuşatılmış ancak alınışı birkaç gün sonra gerçekleşmişti. Tarihçi Mehmed Neşrî, kitabında; Osman Gazi’nin bütün bu önemli askerî başarılarının yanında hâkim olduğu yerlerde, yumuşak ve kucaklayıcı siyaset izlediğini şöyle bir örnekle anlatır:

“Osman Gazi, çevresindeki bütün kâfirlerle (Rumlarla) iyi geçinirdi… Eskişehir’de Ilıca yöresinde pazar kurdurur; etrafın kâfirleri hafta pazarına gelir, işlerini görüp giderlerdi. Zaman zaman Germiyan halkından da kimseler gelirdi. Tesadüfen bir gün pazara Bilecik’ten kâfirler geldi. Onlar yükle bardak getirmişlerdi… Germiyanlı’nın birisi bunların bir bardağını alıp, hakkını vermedi. O kâfir de Osman’a gelerek bu durumdan şikâyet etti. Osman Gazi o Germiyan Türk’ünü yanına getirtti ve iyice dövdü. Kâfirlerin hakkını alıverdi, ayrıca böyle davranmayı yasak edip Bilecik kâfirlerine kimsenin zulmetmemesini ikaz ve ilân etti. Osman Gazi o kadar adâlet gösterdi ki, Bilecik kâfirlerinin kadınları bile pazara gelirler, mallarının pazarlığını kendileri yaparlar ve giderlerdi. Osman Gazi’ye tam itimat ettiklerinden emniyet ve emân içinde olmuşlardı.4

ORHAN GAZİ (1326-1362)

Osman Bey, iktidarının son yıllarında oğlu Orhan Bey’i fiilen beyliğin başına geçirmişti. Babasının vefatının ardından resmen bu görevini sürdürdü. İlk olarak kuşatma hâlinde tutulan Bursa’yı alarak başkent yaptı. Böylece Bursa, Bilecik’ten sonra beyliğin yeni başkenti oldu.

1329’da Orhan Bey İznik üzerine yürüdü. Bizans ile yapılan Maltepe Savaşı’nı kazanması, Bizans’ın Anadolu’dan çekilmesine yol açtı. Artık Kocaeli yarımadası fetihlerinin önünde hiçbir engel kalmadı. Karamürsel, İznik, İzmit ve Üsküdar’a kadar olan Bizans toprakları ardı ardına Osmanlıların eline geçti.

Orhan Bey; Balıkesir, Manyas ve Çanakkale bölgesinde yer alan Karesioğulları beyinin ölümünden sonra oğulları arasındaki taht kavgalarına müdahale etti ve bu beyliği yönetimi altına almayı başardı. Böylece bu beyliğin değerli komutanları Osmanlı’nın emrine girdi. Bu komutanların Rumeli fetihlerinde çok etkili oldukları görülecektir. Karesioğullarının Marmara’daki mütevâzı donanması da Osmanlı’nın yeni deniz gücünü oluşturdu. Bu donanma vasıtasıyla Gelibolu’dan Rumeli’ye geçiş de daha kolay hâle gelmişti.

OSMANLILARIN RUMELİ’YE GEÇİŞİ

Osmanlılar Rumeli’ye geçmek için fırsat kolluyorlardı. Bu tarihî fırsat, Bizans’ın Orhan Gazi’den yardım istemesi üzerine gerçekleşti. Tahtını yeniden ele geçirmek isteyen Bizans İmparatoru Kantakuzenos, Orhan Gazi’den yardım istedi. Yardım mukabili olarak kızını Orhan Gazi’ye vermeyi, çeyiz olarak da, büyük bir miktar servet ödemeyi ve Orhan Bey’in her arzusunu yerine getirmeyi taahhüt etti. Orhan Gazi’nin bu şartları kabul etmesi ve imparatorun kızı Theodora ile evlenmesi, Bizans ile Osmanlı’yı müttefik yapmıştı.5

Orhan Gazi, oğlu Süleyman Paşa’yı uç beyi olarak görevlendirdi ve Osmanlılar 1353 yılında Gelibolu’ya ilk adımlarını attılar. Çimpi (Çimpe) Hisarı’na yerleşen Süleyman Paşa Bolayır’ı ve Eksemilye’yi zaptederek Bolayır’ı üs hâline getirdi. Ve Anadolu’dan getirttiği Türkmenleri hem Gelibolu yönüne hem de Trakya içlerine doğru akınlara yöneltti. Süleyman Paşa, Rumeli’de üç ayrı koldan uç teşkilâtı meydana getirdi. Bunlardan birincisi Tekirdağ, Çorlu, İstanbul istikametinde; ikincisi ortadan Koru Dağı üzerinden Malkara, Hayrabolu, Vize istikametinde; üçüncü kol ise İpsala, Dimetoka ve Edirne istikametinde yapılan fetihlerin üssü oldu. Fetihler ilerledikçe uçlar ileriye kaydırılıyor ve geride kalan yerler birer Türk şehri hâline geliyordu.6

Osmanlıların Rumeli’de sistemli ve emin adımlarla ilerlemesini kolaylaştıran faktörlerden biri de 1355 yılında Sırp Çarı Stefan Duşan’ın ölümü ve onun ardından Sırp krallığının parçalanmış olmasıdır.7 Böylece Osmanlılar, Bizans’a yardım yapma bahanesiyle Trakya’ya yerleştiler ve Balkanlar istikametinde ilerlemeyi sürdürdüler. Ayrıca Bizans kuvvetlerine verilen destek sayesinde Trakya’daki Sırp kuvvetleri etkisiz hâle getirildi. Ve Kantakuzenos’ın yeniden ortak da olsa Bizans’a hükümdar olması sağlandı.

Süleyman Paşa’nın bir av esnasında kaza kabul edilen vefatının ardından Orhan Bey küçük oğlu I. Murad’ı Süleyman Paşa’nın yerine Rumeli’ye uç beyi tayin etti. Ve 1362 yılında babasının vefatının akabinde I. Murad artık güçlü bir devlet olma yolundaki devletin başına geçti.

Orhan Bey dönemi, Osmanlı beyliğinin tam anlamıyla bir devlet olma yolunda önemli adımlarının atıldığı dönem oldu. Dîvan teşkilatının kurulması, ilk vezirin atanması ilk kaptan-ı deryanın tayini bu dönemdedir. Yine İznik’te ilk Osmanlı medresesinin temelleri bu dönemde atılmıştır.
_____________

1 M. Fuat KÖPRÜLÜ, Osmanlı İmparatorluğu, İst., 1980, s. 135.
2 İ. Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, TTK., c. 1, s. 561.
3 Osmanlı Tarihine Toplu Bir Bakış, Halil İNALCIK, s. 49, Yeni Türkiye Yayınları, Osmanlı 1.
4 Neşrî 1, s. 49.
5 Dukas, Bizans Tarihi, İstanbul, 1956, s. 17.
6 Halil İNALCIK, İ. A. Rumeli Maddesi, 768-769.
7 Osmanlı Tarihine Toplu Bir Bakış, Halil İNALCIK, s. 62, Yeni Türkiye Yayınları, Osmanlı 1.