GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL!

Ahmet ZİYLAN

Hayatta en mühim tecrübelerimin bir özetini sorsanız, şunu derdim:

Bir şeyin ne göründüğüne değil, ne olduğuna dikkat etmeli.

O zaman anlıyorsunuz ki;

Takdirin başınıza getirdiği, başta üzüldüğünüz ve mes’ullerine kızdığınız pek çok hâdise, aslında, -eğer sabrederseniz ve dengeli hareket ederseniz- sizi hayırlı ve doğru olana yöneltiyor.

Ömürler, bunun misalleriyle dolu.

Meselâ;

Önceki yazılarda da bahsettiğimiz bir husus vardı.

Üç kuruş için dükkân sahibiyle mahkemelik olup işyerimizden çıkma meselemiz…

25 lira için değer miydi?

Değmezdi. Fakat o kadarcık parayı verecek kadar da kazanamıyorduk. Kazanamayınca veremiyorduk. İşlerde bir ters gidiş vardı. Her şeyi düzgün yapıyoruz ama nasip açılmamış. Öyle ki toptan hiç satamıyoruz, perâkende de çok zayıf…

Bir gün bir adam geldi, 12 çift kadın ayakkabısı alacak, seçti, ayırdı, fiyatını anlaştık, sardık:

“Şuraya koy! Akşamüstü, ikindiden sonra alayım.” dedi. Bekliyoruz, sevincimizden uçacağız. Öğleye hususî lahmacun yaptırdık sevincimizden. «Artık şeytanın bacağını kırdık.» diyoruz.

Adam ikindiden sonra gelip;

“Kusura bakmayın. Parayı bitirdim. Alamayacağım, bundan vazgeçtim.” demesin mi! Moral tekrar sıfır…

Bütün bunların üstüne, üç kuruşu mesele eden bir de dükkân sahibi… Fakat sinirimizi bozan bu hâdise olmasaydı, belki bugün hâlâ orada, o dükkânda kıt-kanaat geçinip giden biri olacaktık. Nitekim o zamanki komşularımızı biliyoruz, bugün kıt-kanaat geçinip gidiyorlar.

Demek ki oradan çıkmamız lâzım… Allah Naci Dayı’yı vesile kılıyor, öyle çıkıyoruz. Demek ki; «Ben yaptım!» dememek lâzım. Hep Cenâb-ı Allâh’ın takdîri…

İtiraf etmek gerek, buna da şükretmek lâzım, hamdetmek lâzım.

Sıkıntılar, musibetler insanı imtihan ederek yükseltir. Kavak ağaçları dikerler, yan yana. Onlardan biri biraz sivrilir. Diğerleri aynı boyda sağdan soldan siperli… Ama o sivrilen kavak yok mu, rüzgârın şiddetini en çok o yer.

En çok o sallanır.

En çok tokadı o yer.

En çok darbeyi o yer.

Sonunda bir bakarsın o rüzgâr yedikçe daha fazla büyümüş, daha fazla yükselmiş. Çünkü o silleler, kavağa zarar vermez. Bilâkis fayda verir. Mukavemetini artırır.

Meslek hayatımdaki zorlukları buna benzetirim. O zorluklar olmazsa gelişme olmuyor. Tahammül olmuyor. Kavak ağacı; «Ben rüzgârın ortasında kaldım.» diye ezilip, büzülüp, küçülmüyor. O hâllere râzı oluyor, sonunda da fayda görüyor.

Hayatta, engebelerin, sıkıntıların ve aksiliklerin insana aslında fırsat olarak verildiği kanaatimi pekiştiren bir hâdise daha yaşamıştık.

Bir ara kahvecilik yapmaya heveslenmiştik. Kahveyi devralacağımız adamla görüştük, anlaştık, kaparo da verdik. O zaman çok yakın olan bir arkadaşımız var. Onunla oturduk, hevesli hevesli anlattım:

“‒Günde dört yüz adet satsak, günde şöyle kazanır, haftada şöyle kazanır. Ayda şu eder, yılda şöyle eder… Masaları şöyle yaparız, şöyle değiştiririz.”

O da ilgiyle dinlediydi.

Kahveyi devir zamanı geldi. Ses yok. Kahveciye gittim, dedi ki:

“–Satmayacağız, vazgeçtik.”

Ben üzüldüm, yapılan karşısında biraz da çattım:

“–Ben kaparo verdim, niye böyle yapıyorsunuz?”

Ses yok.

Sonradan öğrendim ki, başkasına satmışlar. Başkası dediğim tanıdığım bir dost. Hem de çok yakın dost bilerek sabah-akşam dertleştiğimiz malûm arkadaş… Meğer benim hararetli hararetli anlatışımdan arkadaş, kendisi heveslenmiş ve karara bağlayıp kaparosunu da verdiğim alışverişin üstüne alışveriş yapmış. Üç-beş kuruş daha fazla verip kendi almış.

O zaman işin hikmetini hemen göremedim. Oldukça sinirlendim. Hâlbuki farkında olmadan bana o kadar iyilik etmiş ki. Aman yâ Rabbi!

Bir misal anlatırlar, bizim kahvecilik işi ona benzedi:

Hastanede hiç yerinden kalkamayan, felçli hastaların yattığı bir odada iki kişi kalıyormuş. Biri pencerenin kenarında diğeri kapının yanında. Yatağı pencereye bakan hasta, sabah-akşam anlatırmış;

“Aaa simitçi geldi…”

“Öyle güzel bir kuş geçti ki!..”

“Çocuklar ne güzel oynuyor…”

Filân filân…

Diğer hasta da buna çok özenir; «Pencere kenarında neler neler seyrediyor, ben göremiyorum» diye hasetlenirmiş.

Bir gün pencere kenarındaki adam nasılsa yataktan düşmüş, felçli, kalkamıyor. Zile basılacak, doktor-hemşire çağırılacak. Diğer hastanın hasedi depreşmiş, gaddarlığı tutmuş, zile basmamış. Adam artık ilâcından-serumundan uzak kaldığından mıdır, ölmüş.

Ertesi gün, kalan hasta, doktora rica etmiş:

“Malûm, pencere kenarı boşaldı, beni oraya geçirir misiniz?”

«Olur» demiş, geçirmişler.

Adam bir de bakmış ki, pencere dümdüz bir duvara bakıyor. Yani duvardan başka hiçbir şey gözükmüyor. Meğer önceki hasta, arkadaşına hayalini anlatıyormuş.

Bizim kahve işi de bir nevi böyle oldu. Biz hayallerimizi anlattık. Hiç yoktan kendimize rakip çıkarmışız.

Ama kızdığımız üzüldüğümüz konu, hiç göründüğü gibi değilmiş. Bizim için rahmetmiş…

Yıllar sonra, bize böyle çelme takan arkadaşın kardeşi Âdil Usta’yı İstanbul’a geldiğinde gördüm. Sordum:

“–Âdil Usta, kardeşin ne yapıyor?”

“–Ne yapsın, perişan… Niye sordun?”

“–Bana vaktiyle bir iyilik etti de…” dedim.

“–Allah Allah, onun hiç kimseye iyiliği dokunmaz. Sana nasıl iyilik etmiş? Hayret!” dedi.

Ben de hâdiseyi anlattım:

“–Hah şimdi oldu. Yoksa onun kimseye iyiliği dokunmaz. Bugüne kadar görmedim.” dedi.

“–Şimdi ne âlemde?” dedim.

“–Bir otoparkta çalışıyor. Arabaları içeri koyup, dışarı çıkarıyor.” dedi.

Takdirin işleri…

Hâsılı;

Serinkanlı olmak lâzım. Başa ne geldiyse, şükredip, hamdetmek lâzım. Râzı olmak lâzım. O zaman bize şerli, haksız görünen hâdiselerin nasıl hayra dönüştüğüne şahit oluruz. Fakat insan, bu hayır noktasını görmediğinde işin şer görünen kısmı itibarıyla bazen öyle direnir, öyle direnir ki, bilmeden nice nasipleri zorla tepmiş olur. Hak’tan gelene rızâ gösterenler ise, sonunda bir de bakarlar ki, ayda zannettikleri büyük nasipler, kucağında. Tıkandıkları yerde meğer neler neler başarılmış. Ama kendi iradeleri ile değil. Sırf Allâh’ın lutfuyla.

Bunun için;

Başarınca, bir yere varınca da; «Ben yaptım» dememek lâzım.

Başardıktan sonra da; cömert olmak lâzım…

Üç kelimeyle;

Rızâ… Teslîmiyet… Cömertlik…

O zaman insan yaşayarak görecek ki;

Hiçbir şey göründüğü gibi değil… İstemediğimiz pek çok meselede Allâh’ın nice lütufları gizli…

Rabbim, hepimize kavrayış versin, basiret versin…