AŞK VE ESTETİK ZEVK

Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

Zamanımızda birçok kavram gibi aşk kavramı da aşındı. Bu, hem işitilen kıssalardan belli, hem de aşkı dile getirdiği söylenen sözlerden…

Dün aşkın ve âşık olmanın bir âdâbı-erkânı vardı. Dünkü âşıklar, bin canları olsa her birini sevgiliye fedâ etmeye hazırdılar:

Bin cân olaydı kâşki ben dil-hastede
Tâ her biriyle bir kez olaydım fedâ sana

(Fuzûlî)

Sevgilinin cevri bile minnet bilinir, onun cefâsı vefâ addedilirdi:

Vefâ resmin unutmuşsun deyû incinmezem, zîrâ
Bu kim benden cefâ kem eylemezsin hem vefâdandır

(Fuzûlî)

Sevgilinin âşık hakkında;

“Zavallı bir kölemdir!” demesi, saltanat safâsını sürmekten üstün tutulurdu:

Serîr-i saltanat zevkinden efzundur bana ol söz
Ki lutfunla demişsin: Bir gulâm-ı kemterînimdir

(Fuzûlî)

Şimdi ise sevgiliye söylenen sözlerin;

“Allah seni kahretsin, Allah senin belânı versin!” kabîlinden bedduâlar olduğunu duyuyoruz.

“Bunları duyduğuna göre demek ki sen de dinliyorsun.” gibi bir çıkarımda bulunmayın hemen, değerli okuyucular!

Aslında bunları duymuyoruz, duymak zorunda bırakılıyoruz. Radyoların, televizyonların sesleri sokaklara taşıyor. Minibüse bindiğimizde yolculuk boyunca bu çirkin söz ve seslere tahammül etmek zorunda kalıyoruz. Marketlerde hep yabancı dilde pop müzik çalıyor. Hele hele çalıştığınız yere yakın bir kasetçi falan varsa yandınız. Bir ara benim çalışmakta olduğum yerin alt katında böyle bir dükkân vardı. O aralar da bir televizyon kanalında bir dizi çok popüler olmuştu. Bir adam, affedersiniz bir sanatçı (!) o dizideki iki tipleme üzerine bir şarkı (!) yazıp bestelemiş (!);

“Birdenbire oldun layt erkeği! / Hani o eski taşfırın erkeği!” diye bağıran terbiye edilmemiş bir erkek sesini günlerce akşama kadar duymak zorunda kalmış, iyi bir sabır imtihanına tâbî tutulmuştuk.

Bu konuda yakından müşahedede bulunma imkânı veren en müsait yer askeriyedir. Asker gazinosunda televizyonun kumandası daima tezkerecinin elindedir. O da daima normal konuşma seviyesinin dahî altında olan bu kabîl sözlerden derlenmiş şarkıları (!) gırtlağını yırtarcasına bağırarak söyleyen veya sesinden çok vücudunu takdim eden sanatçıların (!) arz-ı endam ettiği bir televizyon kanalını açar. Etrafındakiler de bu tercihten son derece memnundur. Tabiî bu duruma içinizden isyan ederek o mekânı terk edersiniz. Ancak yine de o zevksiz bağırtıları duymaktan kurtulamazsınız. Çünkü televizyonun sesi o kadar yüksektir ki, gazinonun dışına taşmaktadır.

Askerde iken bu ruh bunaltıcı hâli birçok defa yaşamış ve kendi kendime sormuştum:

Anadolu’nun dört bir tarafından gelmiş bu saf ve temiz gençler, çok güzel şarkılarımız, türkülerimiz varken neden böyle çirkin bir şekilde söylenen zevksiz sözleri dinlerler? Ve sonunda gençlerimizi yeterince eğitemediğimiz neticesine varırdım.

“Eğer biz onlara edebiyat, tarih ve din hakkında iyi bir kültür versek netice böyle olmazdı!” der ve bu sahalarla ilgilenen hocalarımıza çok iş düştüğünü, onların mes’ûliyetinin çok büyük olduğunu düşünürdüm.

Diyeceksiniz ki:

“Zevkin eğitimi mi olur?” Elbette insanlarda estetik zevki geliştirmenin tamamıyla eğitimle mümkün olacağını söylemiyorum. Söylemeye çalıştığım, önünde doğru alternatifler bulunan estetik rûha sahip bir insanın, doğru ve güzeli kolaylıkla özümseyebileceği, dolayısıyla gençlere bu imkânın verilmesinin gerekliliğidir.

Estetik zevkimizi ve onun temelinde yer alan aşk anlayışını aşındıran sebeplerden biri de, bana göre kadın-erkek münasebetlerinde serbestliğin ve hattâ ölçüsüzlüğün yaygınlaşması ve görmeye dayalı unsurların çok ön plâna çıkmasıdır. Kadınların ferâce giydiği zamanlarda erkekler ez-kaza gördükleri bir çift göze âşık olurlar ve âşık oldukları o bir çift göze kıyaslayarak sevgililerinin mükemmel olduğunu düşünürler ve hayallerinde onu büyütürlerdi. Böylece aşklar, -beşerî bile olsa- gerçekten insanı terbiye eden bir fonksiyon icrâ eder, büyük eserler ortaya çıkarırdı.

Günümüzde kadınların ferâce ve çarşaflarını çıkarıp oldukça serbest davranmaya başlamalarına, pano ve filmlerde kadınların göze hitap eden bir obje olarak kullanılmalarına paralel olarak aşk duygusu ve dolayısıyla estetik zevk de aşınmaya başladı. Zamanımızın âşıklarının (!) muhayyilelerini çalıştırmalarına artık gerek yok! Çünkü zaten her şey apaçık ortada. Böyle kolaylıkla erişilebilen bir aşk da (!) tabiatıyla maddî ve süflî duygulardan öteye gidemiyor. Ve tabiî verdiği mahsûller de maddî olanla sınırlı kalıyor, gelip-geçici oluyor. Hâlbuki göze hitabın bu kadar genişlemediği, her şeyin göz önünde olmadığı zamanlarda muhayyile çalışıyor, böylece insanlarda ibdâ gücü gelişiyordu. Sanat eserleri böyle ortaya çıkıyordu. Muhayyileyi harekete geçiren aşk; insanı kendi içine, rûhunun derinliklerine yöneltiyor, böylece sanatkârı doğuştan sahip olduğu ibdâ gücünden haberdar ediyor ve onun eser vermesini sağlıyordu.

Günümüzde güfte ve şarkı diye ortaya konulan ve günlük hayata hükmeden görmeye dayalı unsurların tipik bir yansıması olan ucûbeler ise eskiden olduğu gibi ciddî bir terbiye vetîresinden geçilmemesinin bir neticesidir. Sanat adına yapılan bu kepazelikler, günümüzün bir başka göze hitap eden unsuru olan moda gibi hızla değişiyor. Meselâ yukarıda bir diziye atıfta bulunduğunu söylediğimiz şarkı (!) artık hiç duyulmuyor. Neden? Çünkü artık o dizi ekranlarda görünmüyor. Dolayısıyla ona atıfta bulunan şarkı da (!) onunla birlikte unutulup gidiyor. Bu milletle, onun kültür ve yaşantısıyla irtibatı olmayan her şeyin sonu böyledir aslında.

Askerlerimizin dinlediğini söylediğim o şarkılar (!) belli bir zaman öne çıkabilir, popüler olabilir. Ama neticede bir saman alevi gibi yanıp geçecek, sonra yerine bir başkası kāim olacaktır. Hâlbuki kaynağını halkımızın hayatından alan, çoğunun bir hikâyesi olan türkülerimiz ve hem güftesi hem de bestesiyle bir emek mahsûlü olan şarkılarımız az olmakla birlikte vasıflı bir dinleyiciye sahip olmaya hep devam edecektir.

Hulâsa aşk duygusunu aşındırmamak ve onun müşahhas bir şekilde dışa yansıması olan estetik zevki sağlıklı bir şekilde geliştirmek için göze hitabın bu kadar öne çıkarılmaması ve gençlerimizin önüne doğru seçeneklerin konulması gerekmektedir.