Sadece İlim Değil, Bir Sanat TIP ÜZERİNE

Mülâkat

Prof. Dr. Hasan DOĞRUYOL ile Mülâkat

KİMDİR?

Hasan DOĞRUYOL, 07.01.1952 tarihinde Rize’nin İyidere İlçesi’nde doğdu. 1973’te İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olarak doktor, 1978’de Uludağ Üniversitesi’nde genel cerrahî uzmanı, 1984 yılında ise İngiltere’de çocuk cerrahisi uzmanı oldu. Aynı üniversitede 1983’te doçent, 1991’de profesör oldu. İhtisas alanı, genel cerrahî ve çocuk cerrahîsidir. Hâlen Uludağ Üniversitesi Çocuk Cerrahîsi Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürütmekte olan Hasan DOĞRUYOL, aynı zamanda hastanenin beslenme ekibinin de başkanıdır. Son iki yıldır Avrupa Birliği Tıp Araştırmaları konusunda Türkiye delegesi olarak çalışmaktadır. Çeşitli akademik ve edebî dergilerde makale, deneme ve şiirleri yayımlanmıştır. Evli ve üç çocuk babası olan Hasan DOĞRUYOL, İngilizce bilmektedir.

Eserleri:

Food and Drink Guide for Muslim

Müslümanlara Yeme İçme Rehberi

Çocuklarda Parenteral Beslenme

Bilimsel Makale Yazımı (Tercüme)

Tıpta Bilimsel Yayın Hazırlama Teknikleri (Tercüme)

Gıdalardaki Katkı Maddeleri ve Zararları

İnsanoğlu; sıhhatin, sağlığın kıymetini onu örseleyen hastalıklarla, noksanlıklarla anlıyor. Var olduğundan beri; sıhhatini korumak için tıp, hekimlik, eczacılık gibi meslekleri geliştiriyor. Günümüzde tıp çok ileri noktalara ulaştı. Fakat bu gelişme sıhhat getirdi mi? Domuz gribi aşısını yaptıralım mı yaptırmayalım mı tartışmaları içinde tıbba ne kadar güveniyoruz? Gelişen tıp ve kolaylaşan hayata rağmen, sağlığımızın iyileşmemesi, acaba yiyip içtiklerimizden mi? Bu soruları, okurlarımızın dergimizde yayımladığımız «Gıdalardaki Katkı Maddeleri» başlıklı yazı dizisiyle hatırlayacakları Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahî Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hasan DOĞRUYOL ile konuştuk…

Yüzakı: Efendim, klâsik bir girişle, isterseniz sıhhat nedir, hastalık nedir, tıp nedir oradan başlayalım.

Hasan DOĞRUYOL: Sağlık Nedir? sorusunun cevabına Kanunî’nin meşhur beytini izah ile başlayabiliriz:

Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Devlet, burada mutluluk anlamınadır. Yani mutluluk kadar mûteber bir nesne olmadığı gibi, bir nefeslik sağlık gibi bir mutluluk da yoktur denmek istenmiş. Gerçekten de sağlık, mutlu bir hayatın olmazsa olmazıdır.

Dünya Sağlık Örgütü sağlığı şöyle tarif ediyor:

“Sağlık, yalnızca hasta veya sakat olmamak değil bedenen, rûhen ve sosyal yönlerden tam bir iyilik hâlidir.” Bu tarifte sağlığın önce ne olmadığı vurgulanmıştır. Bu, çok önemlidir. Yani kişinin tam sağlıklı olabilmesi için bedenen hasta veya sakat olmaması yetmez; aynı zamanda rûhen de dengeli olması, sosyal yönden tam bir iyilik hâli içinde bulunması gerekir.

Hastalık ve sağlık kavramları kültürlere bağlıdır, toplumdan topluma değişiklikler gösterir. Bir yörede, toplumun çoğunda bir hastalık varsa, bu durum hastalıktan sayılmayabilir. Meselâ bizim toplumumuzda kabızlık çoğu kez hastalık kabul edilmez. Oysa çok önemli ve tedavisi gerekli bir hastalıktır.

Hastalık Nedir?

Hastalık, beden veya zihinde meydana gelen, rahatsızlık, dert ve görev bozukluğuna yol açan belirli ve normal olmayan bir duruma verilen isimdir.

Tıp da insan sağlığının sürdürülmesi ya da bozulan sağlığın yeniden düzeltilmesi için uğraşan, hastalıklara teşhis koyma, hastalıkları tedavi etme, hastalık ve yaralanmalardan korumaya yönelik çalışmalarda bulunan bilim disiplinlerinin şemsiye adıdır.

Tıp; hem vücut sistemlerinin ve bunların hastalıklarını ve tedavilerini içeren bir bilgi alanı, hem de bu bilginin uygulandığı meslektir.

İnsanı anlayabilmek, hastalık ve sağlığını değerlendirebilmek için onu biyolojik, fizik ve sosyal çevresi ile bir bütün olarak kavrayabilmek ve insanla çevresi arasındaki etkileşimi anlamak gerekir.

Yüzakı: Dünden bugüne tıp ilmi nasıl gelişti? Kısaca özetleyebilir miyiz?

Hasan DOĞRUYOL: Hekimliğin doğuşunda tapınaklar çok önemlidir. Eski Mısır rahipleri, şamanlar din işleri yanında aynı zamanda tabip olarak anılırlardı. Orta Çağ’da Avrupa’daki karanlık asırlarda tıp ve özellikle cerrahî çok geri bir seviyede iken, İslâm coğrafyasında çok büyük ve modern uygulamalar yapılmaktaydı. Daha sonra bu uygulamalar Endülüs’ten Avrupa’ya taşındı. Fakat ne yazık ki uzun süre kendi buluş ve uygulamaları olarak takdim edildi.

Medeniyet kuşunun Avrupa semâlarına uçtuğu yıllarda özellikle bakteri ve virüslerin keşfi, röntgen ışınlarının bulunması, ilâçlarla ilgili buluşlar, cerrahî tekniklerin gelişmesi, tıbbî inceleme ve tedavi yöntemlerinde sıçramaya sebep olmuştur.

Yüzakı: Günümüzde ilerleyen imkânlara, kolaylaşan şartlara rağmen geçen her gün daha da giriftleşen virüslerin, bakterilerin ortaya çıkması ve kitleleri tehdit etmesini nasıl yorumlamalıyız?

Hasan DOĞRUYOL: Bunun çeşitli sebepleri vardır. İlk akla gelenleri şu şekilde sıralanabilir:

a. Virüs ve bakteriler canlı varlıklardır. Her canlı gibi onların da nefislerini ve nesillerini koruma içgüdüleri mevcuttur. Kendilerini ve nesillerini tehdit eden her türlü vasıta ve şarta karşı savunma mekanizmaları geliştirirler. Tehdit ne kadar kuvvetliyse, tedbir de o kadar sağlam olur. Bu bakımdan ilerleyen imkânların insanlar lehine sağladığı şartlar, bakteri ve virüsler için iyi savunma ve tedbir alma fırsatı doğurur.

b. Antibiyotiklerin keşfi ve kullanılması doğrusu insanoğluna derin bir nefes aldırmıştır. Fakat bu rehâvet uzun zaman bağışıklık konusunun göz ardı edilmesine yol açmış ve bu bilim dalında olması gerekli ilerlemeleri yavaşlatmıştır. Ayrıca bilgisiz ve kontrolsüz kullanımları kendilerine karşı bakteri ve virüslerin tedbir almalarını kolaylaştırmıştır.

c. Bir diğer husus ise bakteri ve virüslerin biyolojik silâh olarak kullanılmasıdır. Maalesef lâboratuvarlarda biyolojik silâh olarak kullanılmaya hazır bekletilen bir sürü bakteri ve virüs mevcuttur. Bunların birçoğu lâboratuvar ortamından topluma taşınmış, film ve romanların konusu da olmuştur.

d. Başka bir konu da dünyadaki iklim değişikliklerinin ekolojik dengeye olan etkileridir. Bunların sonucu birtakım canlı türleri kaybolurken, daha güçlü ve dayanıklı ve ne tür etkileri olduğu bilinmeyen yeni canlı türleri oluşmaktadır. Ayrıca bilinen türlerin de karakterleri değişmektedir.

e. Ayrıca insanların canlı çevrenin gen yapılarıyla oynaması da yukarıda ekolojik denge ile ilgili söylenenlere benzer ve hattâ daha da kalıcı bir etki yapmaktadır

Yüzakı: Sizi gıdalara konulan katkı maddeleriyle ilgili çalışmalarınızla da tanıyoruz. Son zamanlarda aşı tartışmalarında da halkın, tıbba karşı güvensizlik içinde olduğunu gördük. Tıp, insanlığın güvenini nasıl kazanır?

Hasan DOĞRUYOL: Tıbba karşı genel bir güvensizlik olduğunu söyleyemeyiz. Fakat bu aşı kampanyasıyla ilgili olarak kafaların karıştığı da açıktır. Bunun birinci sebebi «grip virüsü aşılarının» genel problemidir. Normalde aşılar çok uzun süre, hattâ hayat boyu koruma sağlarlar. Fakat grip aşısı maalesef sadece bir türe karşı koruma sağlar. Aynı virüs altı ay içerisinde tür değiştirdiğinde aşı etkisiz olur ve yeni bir aşı üretilmesi gerekir. Bu durum hekimleri bile fikir ayrılığına sevk etti. Bu fikir ayrılığı yayıldı, hattâ siyasîlere kadar ulaştı ve bilinen tartışmalar ortaya çıktı. Bu durum aşılara, özellikle de grip aşısına karşı halkın güvenini biraz etkiledi. Diğer aşılar hakkında hiçbir olumsuzluk söz konusu değildir.

Son yapılan üniversite imtihanlarında en yüksek puan alan öğrenciler tıp fakültelerine yöneliyor. Bu, yarınların tıp araştırma ve uygulamaları için çok iyi bir şeydir. Amerika Birleşik Devletleri’nde tıp ve hukuk fakültelerine müracaat edebilmek için lisans seviyesinde bir fakülteden çok yüksek ortalama ile mezun olmak şarttır. Bu durum tıp ve hukuka verilen önemi gösterir. Bizim kültürümüzde de; «Hekim ve hâkimin bulunmadığı beldelerde ikâmet câiz değildir.» denilir.

Her meslekte olduğu gibi maalesef günümüz tıp dünyasında da; «Tıbbın kirli yüzü, doktor-hasta ilişkilerinde alıcı-satıcı ölçüsü, parayı veren düdüğü çalar anlayışı» gibi çirkin sayılabilecek ifadeler az da olsa yüksek sesle seslendirilmektedir. Bu aslında bir ahlâkî meseledir ve çözümü; meslek ahlâkımızın kurallarını çok iyi bellemek ve bu kuralları uygulamada başlangıçta iradeli, şuurlu ve hür davranmaktır. Bu da yetmez, ayrıca bu davranışı meleke hâline getirmenin yollarını da bulmalıyız. Özellikle yeni yetişmekte olan tıp mensupları için bu ihtiyaç çok önemlidir. Tıpta, «öncelikle zarar vermeme» prensibi vardır. Ne yaparsak yapalım, hastaya hiçbir şekilde zarar vermememiz gerekir.

Yüzakı: Alternatif tıp, yakın zamana kadar itimat edilen fakat bilinmeyen bir umut gibiydi. Fakat son zamanlarda; «Onun da suyunu çıkardılar!» intibâı hâkim. Bu konuda görüşleriniz nelerdir?

Hasan DOĞRUYOL: Alternatif tıp veya tamamlayıcı tıp, daha çok gelenekte var olup modern tıp içerisinde yerini alamamış birtakım uygulamalar ve bitkilerden elde edilen ilâçlarla tedavi etme yöntemi olarak bilinir.

Aslında modern tıpta da alternatif tıptan istifade edilir. Fakat daha çok hastanın talebi üzerine, destekleyici olarak ve rahatlatıcı olarak. Tıbbın henüz çözüm geliştiremediği sahalarda da hastanın psikolojisinin düzelmesi için tamamlayıcı tıptan istifade edilebilir. Neticede bitkilerle yapılan doğru tedavilerin bağışıklık sistemine katkısı inkâr edilmez.

“Modern veya bir diğer deyişle Ortodoks tıp anlayışı” her konu gibi zaman zaman tartışma konusu oluyor. Bunda günümüzde kamuoyunun çok daha kolay ve hızlı bilgilendirilmesi etkili. Medya da tıbba bir hayli meraklı. Fakat çoğunlukla yapılan yorumlar peşin fikirli. Bir tek vak’adan yola çıkarak kamuoyunu tıbbî uygulamaların bütünü hakkında yönlendirmenin ne kadar hakkâniyetli olduğu da her zaman tartışılabilir.

İnsan vücudu ve değişik organ fonksiyonları hakkındaki bilgilerimizin çok artmış olması ve buna bağlı olarak şimdiye kadar bilmediğimiz bir sürü hastalık çeşitlerini tanımış olmamız, hattâ çocuk doğmadan evvel bile bu bilgilere sahip olmamız tıbbın bir diğer açmazı.

Maalesef teşhiste yakaladığımız bu standardı tedavide bulmamız bugün için imkânsızdır. Bir sürü hastalığı teşhis edebiliyoruz. Fakat onlara tedavi teklif edemiyoruz. İleride cerrahî tekniklerde daha da ileri gelişmeler gözlenecektir ve mevcut problem çözülse bile tedavisi bilinmeyen yeni yeni problemlerle karşı karşıya kalacağız.

Bu durum yanında ilâç sanayiinin kapitalist zihniyet içinde çalışma mecburiyeti ve tıbbî araştırmaların maliyetinin çok yüksek olması «alternatif veya tamamlayıcı tıbbı» gündemde tutmaktadır. Hastalık karşısında hekimin çaresiz kalması çok vahimdir. Hasta bu durumda ne yapsın? Hâliyle «alternatif» tıbba yönelecek. O zaman da şarlatanların eline düşmek tehlikesi var.

Elbette çaresizlik insana her şeyi yaptırabilir. Fakat kanser dahî olsa bir dereceye kadar modern tıpla tedavisi olan hastalıklarda alternatif aramamak gerekir, tâ ki her imkân denenmiş olsun.

Artık günümüzde «delile dayalı tıp» söz konusudur. «Bizde alternatif var» iddiasında olanlar delillerini sunmak ve ilmî ortamda ispatlamak durumundadır. Burada veya başka bir ülkede. Dr. Ziya ÖZER ve zakkum tartışmalarını hatırlayınız. Önce sağlık bakanı bizzat; «Kansere çare bulundu!» diye açıklama yaptı ve gazeteler bunu sürmanşet duyurdular. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Araştırma Lâboratuvarında alelacele yapılan çalışma sonunda ekstrenin kanser üzerinde etkisi olmadığı söylendi. Op. Dr. Ziya ÖZER yılmadı. Dünya üzerindeki mûteber araştırma kurum ve lâboratuvarlarına başvurdu ve elinde örneği olan zakkum mîyârının denenmesini istedi. Sonunda istediği oldu, deneyler yapıldı ve ilmî sonuçlar alındı. Önce mîyârın içindeki etkili maddeler ortaya kondu ve bunların canlı kanser hücrelerine etkileri bir bir denendi. Elde edilen sonuç çok önemliydi. Belki zakkum ekstresi kanseri ortadan kaldırmıyordu ama belli bazı kanser hücrelerinin üremesini engelliyordu. Ayrıca insan bağışıklık sistemini de takviye ediyordu. Bilim bu tür çok küçük zannedilen katkılarla binlerce sene gelişe gelişe bu hâle geldi. İlmî metot budur, gerisi hazine avcılığıdır.

Avrupa Birliğinde Çerçeve Anlaşmaları gereği tıbbî araştırmalara yüklü paralar ayrılmıştır. Bu araştırmalar belli konular ile sınırlıdır. Türkiye de bu araştırmaların plânlanma ve seçilmesi toplantılarına aday ülke sıfatıyla katılır. Son iki yılda Türk Delegesi olarak ben de bu toplantılara katıldım. 2010 yılı bütçesinden alternatif tıp araştırmaları için oldukça yüksel bir meblâğ ayırdık. Umulur ki bu araştırmalar yeni yeni buluşlara yol açar ve çaresizlikler azalır.

Çaresiz hastalıklar bütün dünyada çaresizdir. Bütün dünyadaki araştırma kurumları bu konulardaki herhangi bir tecrübe ve teklife, ilk bakışta çok saçma bile görünse, kapılarını sonuna kadar açarlar. Yoksa; «Ben yaptım oldu, sen de dene!» çağrısına kulak asmamak gerekir.

İngiltere’de Londra’da Prens Charles’ın hâmîliğinde alternatif tıp uygulamalarının yapıldığı bir hastane kuruldu. Bu, çok önemli bir gelişme. Burada her şey zapt u rapt altına alınır, herkes mârifetini gösterir ve «delile dayalı» tıbba delil teşkil edecek sonuçlar elde edilirse, bu uygulamaların modern uygulamalar içine alınması sağlanmış olur.

Yüzakı: Efendim, koruyucu hekimlikten bahsedebilir miyiz? Hastalık ve yaşlılık gelmeden önce bu hazineyi ganîmet bilmeyi tavsiye buyuran Efendimiz’in bize bahşettiği hayat ölçüleri yani Sünnet içinde, koruyucu hekimliğin pek çok esası var. Bu konuya temas edebilir miyiz?

Hasan DOĞRUYOL: Koruyucu hekimlik, hastalık ortaya çıkmadan önce alınacak önlemlerle ilgilenen hekimlik dalı. Konusunu insanların sağlığını koruyucu bilgilerle donatma ve tıbbın imkânlarıyla önlenebilecek bir sağlık probleminin ortaya çıkmadan önce önlenmesi için gerekli olanın yapılması teşkil eder. Ferdî olmaktan çok bütün toplumu ilgilendirir.

Sağlığı korumanın özünde; temizlik, dengeli beslenme, zararlı alışkanlıklardan, sefâhatten uzak durma gibi esaslar vardır. İslâm dîni, vaz ettiği pek çok ibâdet ve kuralla, dînî gayelerin yanında sıhhati koruyucu bir dünyevî menfaat olarak bunları da hedefler.

Birçok haram ve yasaklamalarda koruyucu hekimlik, hikmetler arasında tespit edilebilir. Alkolün, ölü hayvan etinin haramlığı gibi…

Sünnetin incelikleri vadisinde ise, yemeklerin öncesinde ve sonrası el yıkamaktan, yatış pozisyonuna; su içme âdâbından tuvalet âdâbına pek çok ayrıntı, pek çok mühim sıhhî istifadeyi beraberinde getirmektedir.

Yine insanın, beden ve rûhuna zarar vermesinin yasak olması, bu mânâda trafik kurallarına da, doktorun tavsiyelerine de dînî bir zemin oluşturmakta.

Yüzakı: «Hekim» kelimesi hikmetten geliyor. Lokman Hekim gibi şahsiyetler, sadece bedene değil rûha da şifa ve deva yolları gösteriyorlar. Hekimliğin mânevî boyutları bugün ihmal mi ediliyor?

Hasan DOĞRUYOL: Hekimliğin mânevî boyutu çok önemlidir. Hekimler mânen koruma altındadırlar. Hekimlerin çoğu maalesef bunun şuurunda değil. Eşinin en mahrem yerleri muayene edilen bir kişi, hiçbir şekilde eşini hekiminden kıskanmaz. Hekimlik, peygamber mesleğidir. Hekim hikmet dağıtır, hikmet ise parayla satılamaz. Bunun için eski hekimler hastalığa ait ilâçları da hazırlar ve geçimlerini elleriyle yaptıkları bu ilâçlarla temin ederlerdi.

Fakat bugün imamlar da maaş alıyor, böyle bir anlayışın pratik geçerliliği hemen hemen hiç yok. Fakat hekimlik ahlâkı ve deontolojisi, etik kavramlar üzerinde daha çok durmamız gerekiyor.

İnsan davranışlarını ve bu davranışların hangi şartlarda doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin olduklarını teorik plânda değerlendirmeye etik yani ahlâk felsefesi deniyor.

Bu davranışları belirleyip belli kurallara bağlamaya, deontoloji yani meslek ahlâkı adı veriliyor.

Belirlenen kurallara uygun davranışların uygulaması hususuna da moral yani ahlâk deniyor.

Bu kavramların içleri, toplumların sosyal değerleri ve insanlığın ortak değerleri ile doldurulur. Bu şekilde içleri dolu kavramların bizâtihî kendileri çoğu kez yaptırım gücündedirler.

Kelimeler, ancak içleri doldurulunca kavram hâline geçerler. Moral kelimesi bizde rûhî durumu yansıtır. Morali bozuk dendiğinde, canı sıkılıyor anlamı çıkar. Ahlâk ise bütün mânevî değerleri kapsar ve bozuk ahlâklılık, kişinin her türlü çirkin sıfatlarla ünsiyetine işaret eder.

Etik kelimesi bu yönüyle de incelenmelidir. Acaba Türk insanında bu kelime neleri akla getiriyor. «Bu yaptığınız etik değildir.» ile; «Bu yaptığınız ahlâka aykırıdır.» acaba eşit ağırlıkta ifadeler midir? Elbette değil. O hâlde bizler bir taraftan bu kavramı açmak, diğer taraftan da içini doldurmak gibi bir yükümlülük içinde olmalıyız.

Yüzakı: Efendim, sizi edebiyata ilginizle de tanıyoruz. Geçmişten bugüne tıp sahasında edebiyata derin alâka duyan hayli isimler yetişmiş. Bunun sebebi sizce nedir?

Hasan DOĞRUYOL: Veli Behçet KURDOĞLU, Şair Tabibler adlı eserinin önsözünde;

“Tabâbet yalnız bir ilim değil, aynı zamanda bir sanattır. Gizli motiflere nüfuz etmek ve hissetmek sanatıdır.” der.

Hekimlerin büyük bir çoğunluğu hekimlik yanında diğer bir sanat türüyle de meşgul olurlar. Bu meşguliyet bazen kendi çevrelerinde kalır, bazen de ülke çapında olur. Bunun örnekleri çoktur. Aslında hekim buna mecburdur da. Hekimlik gerçekten zor ve tehlikeli bir sanattır. Tedavisi sırasında olumlu olumsuz bir sürü olayla karşılaşır. Bu olaylar onun günlük olağan işleridir. Fakat bazen öyle olaylar olur ki; sözgelimi bazen fersiz bir inilti, ümit dilenen bir bakış insanı bir sığınağa, bir limana sığınmaya zorlar. Hekim için şiir-edebiyat ve benzeri sanatlar, diğer el uğraşıları böyle bir liman işlevi görür. Hekim bunun için en az kendi mesleği ölçüsünde olmak üzere bir hobi sahibi olmalıdır. Bu hobisi bazen profesyonel boyutlara da ulaşabilir. Meselâ Dr. Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI… Onu çoğu kişi Feylesof Rıza olarak bilir. Fakat şairliği, filozofluğundan da tabipliğinden de ileridir. İsterseniz Serab-ı Ömrüm’den bir-iki şiir okuyalım:

Karababa Dergâhı’ndan

Bütün eşyâyı dîdâr-ı cemâle müptelâ gördüm,
Bu varlık devrini bî-ibtidâ, bî-intihâ gördüm
Cihânı ser-te-ser âyîne-i sûret-nümâ gördüm
«Ene’l-Hak» nağmesiyle rûhuma bir i’tilâ geldi

Harap Mabed’den,

Batan güneşlerin ölgün nigâhı
Karartıp bırakmış o kıblegâhı
Mazlum bir ümmetin baht-ı siyâhı
Viran kubbesinde gölgeler salmış.

Yüzakı: Okuyucularımıza son olarak neler tavsiye edersiniz?

Hasan DOĞRUYOL: Bir görüşmemizde Muhterem Musa TOPBAŞ Hocaefendi -kuddise sirruh-; “Eğer elimde olsaydı hekim olmak isterdim.” buyurmuş ve eski hekimlerle ilgili şu tespitlerde bulunmuşlardı:

“Eskiden iki türlü hekim vardı. Biri gayrimüslim hekimlerdi. Hastalarına karşı saygılı ve kibarlardı. Diğerleri ise jöntürk hekimlerdi. Bunlar selâmsız-sabahsız eve girer, mahrem-namahrem dinlemeden odalara dalar; kaba, saygısız, incitici davranışlar sergilerlerdi. Allâh’a şükür şimdiki hekimlerimiz çok daha şefkatli.”

Gerçekten hekimlik ve hekimlerimiz aykırı örnekleri olsa da bugün düne nazaran iyi sayılabilecek bir seviyededirler. Türk hekimliğinin problemi kendi orijinal ilâç ve âlet sanayinin gelişmemiş olmasıdır. Maalesef bu konu ile ilgili ne bilim, ne finans ve ne de teknik açısından altyapı mevcut değildir. Yakın bir gelecekte de yetişmesi muhaldir. Maalesef ürün ve patente yönelik hiçbir aslî araştırma söz konusu değildir. Bunun gerçekleştirilmesi için bilim kuruluşları, TÜBİTAK, üniversiteler gerekli altyapı ve anlayışa sahip değildir. Yapılanlar çoğunlukla «çelik-çomak oyunu» mesabesinde şeylerdir. Bu bakımdan bütün bu çaresizlikte, hekimlerin rolü çok az seviyededir.

Hekimlerimiz modern tıbbı uygulamada tecrübeli ve bilgilidir. Bu bakımdan onlara güvenmek gerekir. Zaten hekim kendisine güvenmeyen hastaya tedavi vermez. Verse de deva olmaz.

Değerli Yüzakı okuyucularına sağlık ve âfiyet dilerim.