NEFSİ ISLAH YOLU

Ahmet ZİYLAN

Elhamdülillâh memleketimizde her geçen gün hacca rağbet artıyor. Ülke kotası var, başvuru çok… Öyle olunca başvurular kur’aya tâbî tutuluyor. Televizyonlarda izliyoruz, binlerce insan hac farîzasını edâ edebilmek için sıra bekliyor. Teknoloji gelişti, ulaşım kolaylaştı, ama şimdi de sıra için sabır gerekiyor.

Hac böyle… Sabır imtihanı…

Umreyi de dâhil edersek, Cenâb-ı Hakk’ın Müslümanlardan istediği çok farklı ve çok yoğun iki ibâdet…

Türlü türlü imtihanlar…

Bambaşka bir kamp…

Günümüzde git gide imkânlar gelişiyor, yeni oteller yapılıyor, ulaşım vasıtaları aynı şekilde sürekli ilerleme hâlinde… Maddî imkânlar da artıyor. İnsanlar seferde de evinde de artık daha konforlu, daha rahat.

Eskiden ise böyle değildi. Öyle çok eskiden bahsetmiyorum, daha yirmi-otuz sene evvelinde de şartlar bu kadar rahat ve kolay değildi. Hac ve umre yolculukları daha fazla meşakkatliydi.

Fakat sırr-ı ilâhî, hac ve umre yolunun meşakkati, bu ibâdetlere güzellik katıyor. Ne kadar çileli olursa, bu ibâdet o kadar güzel oluyor. Zahmetler bu yolda rahmet oluyor.

Hiçbir sıkıntı çekilmeyince bir huzursuzluk, tadını alamama, yeterince istifade edememe hissi meydana geliyor. O mukaddes beldelerde turist gibi dolaşmak gönle hoş gelmiyor. Çok kolay ve rahat erişmek, kıymetini bilememek endişesini artırıyor.

Hani derler ya;

Cefâyı çekmeyen âşık, safânın kadrini bilmez!

O sebeple diyorum ki zorluk; haccı, umreyi güzelleştirir. Çünkü burada meşakkat ve zorluklar Allah yolunda çekiliyor. İnsan bu şekilde o topraklarda îmânı için işkencelere göğüs germiş, vatanını terk edip çöllere vurmuş, zorluk savaşına çıkmış Efendimiz ve ashâbının hâlinden nasip alabiliyor.

Sabır, tevâzu, tahammül, müsâmaha, fedâkârlık gibi güzel duygular ancak bu şekilde kazanılıyor.

İlk kez umreye 1989’da gittik. Yirmi senedir her sene gidiyoruz. Bir sefer de hac nasip oldu. 1980’de. O yolculuk çok güzel intibâlar edinmemize vesile oldu. Başta; «Kur’a bize çıkacak mı? Bu yıl hacca gidebilecek miyiz?» diye bu derin yolculuğun heyecanına adım atmış olanlar için bu hac yolculuğumuzdan bir pencere açmak isterim.

O zaman uçak yolcuları az olurdu. Karayolu ile hac mümkündü ve uygun olduğu için çok tercih ediliyordu. Uçakla ancak maddî durumu iyi olanlar giderdi.

Uçak bileti pahalı olmakla birlikte, uçak yolcuları için de hac masrafları çok yüksek değildi. Biz de o sene uçak yolcusu olduk. Adana, Antep, Osmaniye, Mersin, Antakya havalisi, Adana Havalimanı’ndan hareket ediyor. Ben o zaman İstanbul’da oturuyordum, fakat Antep’teki arkadaşlar ile birlikte olduğumuzdan Adana’dan yola çıkacağız.

Kafile arkadaşlarımız, ekseriya zengin, ekâbir kişiler. Kimi tüccar, kimi doktor, kimi fabrikatör, kimi mühendis… Toplumda itibar sahibi, mevki sahibi insanlar.

Yola çıktık, Cidde’ye indik. Eşyalarımızı indirdiler. Üstü bagajlı sarı otobüsler vardı. Bu sarı otobüslerden biri geldi, bizi almak için. Eşyalar otobüsün üstüne çıkarılacak. Fakat kimse kımıldamıyor, hiçbiri bagajlara elini sürmüyor. Yalnız etrafa sesleniyorlar:

“Hamal nerede?.. Hamal gelsin, hamal yok mu?!.”

Neredeyse üç-dört saat hamal bekledik Cidde’de. Hamal yok. Biz hac günlerinin iyice yaklaştığı zamanda inmiştik. Ortalık mahşer yeri gibi kalabalık. Sıra gelmiyor. Nihayet hamallar geldi, bagajlar otobüse yüklendi.

Mekke-i Mükerreme o zamanlar şimdiki gibi değil. Altyapı henüz çok eksik. Oteller yetersiz ve çoğu bakımsız. Biz en son kafilelerden olduğumuz için, güzel binalar bizden öncekilere verilmiş. Bize en kötü yerler kalmış.

Öyle böyle değil, cidden çok kötü şartlar. Düşünün; kadın-erkek 30 kişiye yalnızca bir tuvalet düşüyor. Akşamları yedi-sekiz kişi çok tuvalet kuyruğu bekledik. İşin içinde kadınlar da olunca düşünün zorluğu… Tuvalet kapmaca oynanıyor!..

Bina dar bir çıkmazın sonunda. Sokakta tam yarım metre çöp var. Çöplerin üzerinden gidip geliyoruz. Çöpün kokusu burnumuzun direğini kırıyor.

Elbette Mekke mukaddes belde… Mescid-i Haram’a varınca her şeyi unutuyoruz. Ama kaldığımız bina ve şartları böyle perişan vaziyette…

Sonunda bizim arkadaşlardan Sayın Hilmi AKINAL dayanamadı, dedi ki:

“Arkadaş, benim babam derdi ki: «Para böyle yerlerde yenir!» Ben gidip bir otel bulacağım.”

Gitti…

Döndü. Bize anlatıyor:

“Bir otel buldum, geceliği 400 dolara. Mekke’de kalacağımız üç-beş gün… Bu çile çekilmez. Gidelim, orada yatalım, buradan da giderken kafileye dâhil olur, Medine’ye gideriz.”

Dört yüz dolar da büyük para… Ama herkesin canına tak etti. Rahat etmek istiyoruz.

Kafilemizde yaşı bizden büyük, saygı duyduğumuz bir şahıs var:

Sayın Mimar Tekin DAİ.

Akıllı, firâsetli, hürmete lâyık bir insan idi. -Allah ganî ganî rahmet eylesin-

Arkadaşlara dedim:

“–Büyüğümüzdür, bu konuyu gidip Tekin DAİ Beye danışalım.”

Gittik, meseleyi açtık. Dedi ki:

“–Burada tanıdığım mimar, mühendis, müteahhit pek çok arkadaşım var. Geldiğimiz gün, onlara haber verseydim, bir telefon açsaydım, siz isteseniz de istemeseniz de beni burada durdurmazlar, alıp götürürlerdi. Sırf beni alıp götürmesinler, arkadaşlardan ayırmasınlar diye telefon etmedim. Bizim buradan çekip gitmemiz doğru olur mu?!. Biz buraya nefsimizi ıslah etmeye geldik. Konfor içinde yüzmeye değil! Ne olursa olsun, arkadaşlarla beraber kalacağız.”

“–Öyleyse biz de sana uyacağız.” dedik ve orada kaldık.

O zaman Gaziantep’in eşrafından biriydi. «O böyle diyorsa bize ne oluyor?» dedik; vazgeçtik.

Sayılı gün çabuk geçti. Arafat’a çıktık, Müzdelife, Mina… Ziyaret tavafı… Vazifeleri yaptık, kurban kesildi. Şeytan taşlamalar derken veda tavafımızı da yaptık. Elhamdülillâh haccımız bitti.

Sıra geldi, Efendimiz’i ziyarete. Medine’ye gideceğiz. Gideceğimiz gün baktım yine aynı otobüs gelmiş:

Üstü bagajlı sarı otobüs.

Fakat, o Cidde’ye indiğimiz günkü manzara yok!

Doktor otobüsün tepesine çıkmış, mühendis yandaki merdivenlerde… Fabrikatör bilmem kim, aşağıdan valiz veriyor. Elden ele… Neşe içinde… Kardeşlik içinde…

Aman yâ Rabbi!

Cidde’de dört saat hamal bekleyen, hamal yok diye elini valize sürmeyen ekâbirler nerede? Ne hamal bekleyen var, ne hizmetkâr…

Herkes potaya girmiş, erimiş, nefisler kırılmış, eşitlik sağlanmış, herkes kul olduğunu iyice hatırlamış. Gurur, nefis kalmamış.

İşte haccın faydası burada.

Zenginlere farz olmasının bir hikmeti de belki bu…

Orası nefsi ıslah yeri. Benliğin yok olduğu yer…

Orası; «Vurana elsiz, sövene dilsiz» olma yeri…

Orası; «Ben haklıyım!» demeden, Allâh’ın; «Cidal yok!» emrine ittibâ yeri…

Orası yaprakların, hattâ haşerâtın dahî dokunulmazlığının olduğu bir yer…

Orası, İbn-i Abbas gibi sahâbîlerin; «Burada gönülden geçirdiğinin bile hesabı vardır.» diyerek devamlı kalamadıkları, son derece yüksek gönül berraklığı isteyen, Allâh’ın harem kıldığı, mukaddes kıldığı bir belde…

O yüzden oraya varınca otel, oda, pencere, mesafe, yemek, hizmet kalitesi… gibi basit şeylerin derdine düşmemek lâzım… Orada insan her an Allâh’ın huzurunda olduğunu idrak etmeli. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, başka ibâdetlerde değil yalnızca hac ve umrenin niyetinde;

“Yâ Rabbi, bize kolaylaştır!” diye duâ ettiğini hatırlayıp, hac ve umre yolculuğunda meşakkatlerin olabileceğini unutmamak gerek. Hac ve umre boyunca hiçbir şeye itiraz etmeyip sabırlı olmayı bilmemiz lâzım.

Hattâ başa gelebilecek sıkıntıları, nefsin olgunlaştırılması adına, ganimet bilmek lâzım. Hülâsa fânî etiketleri, apoletleri unutup bavullara sarılmak, otobüse tırmanmak lâzım!

Ya dönünce?

Dönünce de orada elde edilen sabır gibi, müsâmaha gibi hasletleri elden geldiğince bütün hayata yaymak lâzım…

Fotoğrafik hâfıza diyorlar ya, insan bu tür hâtıra değeri yüksek yerlerde yaşadıklarını ömür boyu unutamaz. Hâdiseleri hatırladıkça, olaylara sinen duygular da kalbine işler.

Böylece bütün bir hayat hac ve umre yolcusu gibi geçer…

Bütün bir hayat, ihramlı bir kişinin hassâsiyeti içinde…

Allah dostu Sâmi Efendi gençken ona bir zat diyor ya:

“Bir de irfan ilmi var, evlâdım onu da oku… Ben bilmem ama onun ilk dersi incitmemek, son dersi incinmemek…”

Hayat boyu incitmeyecek ve incinmeyecek bir ruh kıvâmını kazanabilmek çok mühim…

Bu Cenâb-ı Hakk’ın da arzu ettiği hâl, insanlığın da makbulü:

Cihan bâğında ey âkıl, budur makbûl-i ins ü cin,
Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin!

Nefsi ıslah yoluna çıkan kardeşlerimize seslenelim:

Yolunuz açık olsun…

Cenâb-ı Hak, bu zorlukla güzelleşen yolculuğu bütün kardeşlerimize nasip eylesin…