NESİLLER GELECEĞİMİZDİR

B. Cahit ÖZDEMİR

bcahit@hotmail.com

Nesiller, milletlerin geleceklerini teşkil eder. Bir Çin atasözü;

“Bir yıl sonrasını düşünüyorsan buğday ek; on yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik; yüz yıl sonrasını düşünüyorsan adam yetiştir.” der.

Devletlerin dünya ölçeğindeki kudret seviyeleri, onların bahis mevzûu bu meselenin ne kadar şuurunda olduklarının da bir mihengidir. Bugün dünya siyasetinde söz sahibi olan bütün devletler, nesillerinin yetişmesinde ve eğitiminde -sadece maddî kanatlı da olsa- gerekli olan gayretleri gösterdikleri, akılcı ve ilmî tedbirleri aldıkları nisbette bu mevkilere ulaşmışlardır.

Bizim medeniyetimiz ise geçmişte hem maddî hem mânevî açıdan nesilleri yetiştirirdi.

Sağlam bir içtimâî yapının tesisi ve nesillerin bunu devam ettirecek tarzda yetiştirilmelerinin cemiyet hayatındaki mesut neticelerine; «asr-ı saâdet»ten itibaren, Hindistan’dan İspanya’ya kadar koca bir coğrafya, hem de asırlarca, hayranlıkla şahit olmuştur.

Başta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, yarınların emânet edileceği mirasçılar olmaları hasebiyle, çocuklara kâ‘bına varılamaz bir seviyede şefkat, sevgi ve muhabbet göstermişler; böyle davranılmasını da tavsiye buyurmuşlardır. Bu cümleden olarak;

“Çocukları öpmek âdetimiz değildir.” diyen bir bedevîye;

“Allah kalbinden merhameti çıkardıktan sonra, senin kalbine şefkat koymak benim elimde mi?” diyerek, onu ikaz etmişlerdir. «Aile içinde herkesin birbirlerine karşı hakları ve vazifeleri olduğunu» ihtar buyurarak, İslâm fıtratı üzere dünyaya gelen gül goncası çocukların örselenmemesinin, en güzel şekilde yetiştirilmelerinin, ebeveynlerinin mes’ûliyetinde olduğunu ifade etmişlerdir.

Hadîs-i şerifte; «Hayırlı evlât bırakmak», öldükten sonra amel defterinin açık kalmasına vesile olan üç fazîletten birisi olarak sayılmıştır. Mülkün mes’ûliyetini üstlenen bu «hayırlı evlâtlar», zamanımızın güçlü devletleri gibi sömürmek, yakmak, yıkmak, yok etmek için değil; «i‘lâ-yı kelimetullah» için, adaletle «âleme nizam» vermek için, insanlığa yeniden hayat vermek için seferber olmuşlardır. Batılı pek çok seyyah, yazdıkları eserleriyle tarihin bu altın sayfalarına şahâdet etmişlerdir.

Ya bugün?

Geçmişteki şevketli, saâdetli, muhteşem asırlardan bize ne kalmıştır? Hangi safhalardan geçilerek bugüne gelinmiştir? Bugünü yüklenen nesiller, zamanında ne kadar yetişmişlerdir? Cemiyetimizde yetişmekte olan nesillerimizin durumu nedir; memnuniyet verici midir? Onlara güzel bir vasat bırakılabilmekte midir? Gittikçe zorlaştığı görülen dünya şartları göz önüne alındığında, geleceğe dair, ne kadar ümitli olunabilmektedir?..

İşte gerçekler:

Akla ziyan bir şiddet kültürü, cemiyetin her kesimini iliklerine kadar sarmış durumda; üniversitelerde, okullarda, siyasette, basında, trafikte, sporda, ailede… Beşerî münasebetlerde «şiddet», âdeta tek çözüm yolu hâline gelmiş. Çoluk-çocuk kırk dört kişinin katledildiği son vahşet, bir ilk değildir aslında; sadece büyük boyutta olanıdır. Maalesef, daha küçük ölçülerde, sıkça vukû bulmakta. Soğukkanlılıkla ana-baba ve diğer aile fertlerine kıyanlar; kendi ifadeleriyle «zevk için» adam öldürmeye çıkanlar; sadece yok etmeye programlanmış robot misali, kalabalıklara bombalı tuzaklar kuranlar… içtimâî cinnetin bir tezâhürü değilse nedir?

Nesillerin hazırlanmasında en mühim yol, şüphesiz eğitimdir.

Fakat büyük ümitler bağlanan eğitimin, ülkemiz şartlarında insanımıza ne kazandırdığı ve ne kaybettirdiğinin de bir muhasebesi yapılmalıdır.

Maalesef ülkemizde eğitimin, suçu, yolsuzlukları, cinayetleri, vahşeti engellemediği görülmekte, hattâ en soğukkanlı suçluların eğitimliler arasından çıktığına şahit olunmaktadır. Üstelik eğitimsiz suçluların zararları küçük çapta olduğu hâlde, diplomalı suçlularınki bütün millete şâmil oluyor.

Hâlbuki on beş milyon kişinin öğrenci olduğu ülkemizde, eğitim; milletimizin ve geleceğimizin daha güzel, daha iyi olmasına hizmet etmelidir.

Dünyada bunun misalleri var:

Kalkınma ve insan eğitiminde Japonya, hakikaten başarısıyla göz dolduran bir ülkedir.

Nesillerin yetiştirilmeleri, yönlendirilmeleri ile ilgili olarak, takriben yirmi yıl kadar önce ülkemize gelen bir Japon eğitimciler heyetinin bu mevzûdaki sözleri mânidârdır:

“(…) Biz eğitime şok testlerle başlarız. Önce çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyi gösterir, robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şoke olan çocuklarımıza deriz ki:

«İşte gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız; daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha modern fabrikalar kurarsınız.»

Sonra çocuklarımızı Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp, düşmanın harap ettiği bölgelerimizi gezdirir ve bu defa da onlara deriz ki:

«Bakın, eğer siz birlik-beraberlik içinde çalışmazsanız, işte düşmanlar sizin ülkenizi böyle yakar-yıkar, bu hâle getirirler. Ama birlik-beraberlik içinde çalışırsanız; güçlü olursunuz, düşmanlarınız size saldırmaya cesaret edemezler…» Bu örneklerle, çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışkan birer Japon genci olma yolunda, millî bir şuur ve heyecanla okumaya yönelirler.

(Heyet, Türk meslektaşlarına da, Çanakkale Destanı örneğini tavsiye eder)” 1

Eğitim nesilleri geçmişiyle müsbet şekilde tanıştırdığı ve geleceğe hedefler koyduğu nisbette başarılı olur. Aksi hâlde okulları bitirmenin tek başına yetmediğini ifade eden güzel bir mesel vardır halk irfanında:

Oğlunda adam olma istîdâdı göremeyen bir baba, onu sık sık;

“Sen adam olmazsın.” diye ikaz edermiş. Gün gelip bu hırsla bir yere vali olan oğul, babasını makamına çağırtarak;

“Bak sen ne derdin; ben vali oldum.” diye ayıbını yüzüne vurmak istemiş aklı sıra. Ama babası, şu hikmetli cevabı ile bir kere daha ikaz etmiş onu; eğer anlayabildiyse tabiî:

“Oğlum ben sana; «Vali olamazsın.» demedim ki; «Adam olamazsın.» dedim. Sen adam olsaydın eğer; babanı ayağına çağırtmazdın.”

Gençlerin eğitiminde, âhireti unutmuş, mukaddeslerle irtibatını kesmiş dünyevî (seküler) cereyanlar en büyük tehdidi teşkil ediyor. Hikmeti kaybetmiş, adaleti tanımayan, nefislerin çarpıştığı bir vasatta cenderede bunalan ruhların; mâverâdan esen meltemlerle ferahlaması, hayat bulması, «çağdaşlık» vehmiyle engelleniyor. Tabiat boşluk kabul etmez; güzelliklerle dolmayan gönüller, fenalıklarla dolar. Güllerin neşv ü nemâ bulmadığı ruhları; pıtıraklar, dikenler sarar. Okullarda yapılan bir araştırmada, talebelerin yabancı şahsiyet ve değerleri, bize ait olanlardan daha iyi tanıdıkları ortaya çıkıyor. Kendi şanlı mâzîmizden ve değerlerimizden bîhaber olarak; uzaklardan, insan kasabı, kan dökücü, çeteci ve ihtilâlci reisleri kendilerine önder kabul eden gençlerin ortalığı yangın yerine çevirmeleri; ülkemiz için ne zillettir?

Türkiye, çok vakitler ve nesiller kaybetti; bunu telâfi için yeni hamleler yapacak, çalışkan, fazîletli nesilleri bekliyor…

Hasretle.

1 Ahmet ŞAHİN, Zaman Gazetesi, 28. 04. 2009.