Hac Yolunun Mühim Azığı; SABIR VE SABRI TAVSİYE

Ahmet ZİYLAN

Sabır, insanoğlunu olgunlaştıran en mühim hasletlerden biri… Acele şeytan işiyken, sabırlı olmak; öfke ile heyecan ile hareket etmeden düşünüp taşınıp tavır almak Allah ve Rasûlü’nün emri ve tavsiyesi…

Sabredenlerden olmak gerektiği gibi bir de sabrı tavsiye edenlerden olmak gerek. Bu yazımızda biz bu vazifemizi yerine getirelim.

Sabır, hayatın her sahasında lâzım. Ama bilhassa zor, sıkıntılı dönemlerde… Rahatta şükür, darlıkta sabır imtihanı var.

Sonsuz hikmet ve ibretlere sahne olan Hac ibadetinde, yüz binlerce insanın, ne kadar teknolojik destek verilse de mahdut mekânlarda hem de sınırlı bir vakit içerisinde yapması gerekenler var. Evinden, rahatından uzaktasın. İnsanlarla günlük hayatından çok daha fazla bir aradasın. Allah hacda tartışmayı dahî yasaklamış. Öyle olunca şeytan daha bir gayrete geliyor.

Bu sebeplerle hacda sabır çok öne çıkıyor. İnsanı anasından doğduğu günkü gibi tertemiz, günahsız kılan bu ibadetin mebrur yani makbul olması sabretmeye, tahammül etmeye, kimseyi incitmemeye, hattâ incinmemeye, diğergâm olmayı öğrenmeye bağlı…

Eskiler develer üzerinde hattâ yaya gitmişler. Bugün uçaklarla çok kısa bir zamanda Mescid-i Haram’a, Ravza-yı Mutahhara’ya ulaşıveriyoruz. Fakat yine de ulaşımda, kapılarda, otellerde sabrı zorlayan birtakım hâdiseler yaşanabiliyor. İnsanlar; «Varsın şu da biraz geç oluversin.» diyemiyor, amelleri boşa çıkaracak üzücü hâdiseler yaşanıyor.

1980 yılında hacdan dönerken biz de ibretlik bir sabır misali yaşadık.

O sene elhamdülillâh haccımızı edâ ettik, Kâbe-i Muazzama’ya veda ettik memleketimize dönüyoruz. Uçak hacısıyız. Cidde’ye geldik, hazırız. Uçağın kalkmasına yaklaşık üç saat var. Kafilemiz; Adana ve havalisinden, Mersin, Maraş, Antep, Urfa hacılarından oluşuyor. Uçak Adana’ya inecek. Herkes önceden bildirilen iniş vaktini kendisini karşılayacak yakınına haber vermiş ve iki-üç saat kaldığı için onlar da Adana’ya varmış durumda. Bu vaziyetteyken havayolu şirketinden ilân edildi:

“Uçak 24 saat tehir etti. 24 saat sonra bineceksiniz.”

Zaten üç saat vardı, etti 27 saat. Bu ilânı duyanlardan kimisi sabretti. Kimisi isyan etti. Kimisi bağırıyor, çağırıyor, kimisi şikâyet edecek yer arıyor. Kimisi telefon arıyor. Adamlar haklı… Adanalılar için problem değil ama çevre şehirlerden karşılamaya gelenler 27 saati nasıl geçirecek? Fakat yapabilecek bir şey yok. Kimisi sağa-sola feveran ederken, bizim yanımızdaki arkadaşlardan birisi dedi ki:

“Arkadaş; senedimiz yok, çekimiz yok, iş kaybımız yok, şuraya hacca gelmişiz. Niye öfkeleniyorsunuz? Ne var meydanda? Sabredelim.”

Teselli etmek için söylendiği hâlde, o öfkeli hacılardan biri bu sefer döndü bizim arkadaşa. Artık ağzına ne gelirse:

“Sen bunların ortağı mısın, avukatı mısın?! Hem böyle suç işliyorlar, sen onun müdafaasını yapıyorsun!..” Bağırdı, çağırdı, türlü hakaretler… Adamın ağzından çıkanı kulağı işitmiyor.

Daha hacdan henüz dönüyoruz ama sinirler gerildi bir kere! Tam sabretme, sükût etme zamanı. Ama bunca lafı işiten bizim arkadaşımız olduğu için biz de onun yanında duruyoruz. Ben de müdahale edip:

“Arkadaş; sana bu arkadaşımız ne söyledi ki, kötü bir şey söylemedi. Kimseyi müdafaa da etmedi…” diyecektim ki daha ilk kelimede yanımda bulunan bir hoca efendi elini uzattı, ağzımı tuttu. Kulağıma da eğildi dedi ki:

“Bizim tecrübemiz var. Sus o söylesin, boşalır. Şimdi sen ona söylersen, o yeniden başlar. Ona söylediklerini sana da söyler.”

Allah râzı olsun, tecrübeli hoca sabrı tavsiye etti, biz de o tavsiyeye uyduk. Hakaretlerine cevap vermedik, ama içimizden; «Hacdan dönerken böyle iş olur mu? Yazık! Boşuna mı geldin-gittin be adam?!.» diye buğzettik.

Aradan 24 saat geçti. Uçak geldi bindik, üç-dört saat sonra da Adana’ya indik. Kimi eşyasının peşinde, kimi zemzem bidonun ardında. O zaman zemzemi ilâçlıyor, klor döküyorlardı. Herkes; «Nasıl zemzeme klor döktürmeden geçirebilirim?» derdinde. Bu arada bizim gözümüze dünkü adam takıldı. Zaten dünkü hâdiseden dolayı buğzettiğimiz için aklımız onda. Baktık ki adam farklı bir telâş içinde. Ne eşya ne zemzem derdinde… Sağa-sola koşturuyor. Sanki birini arıyor. Bizi görünce, aradığını bulmuşçasına sevindi hemen koştu bizim arkadaşın eline sarıldı:

“Sen bana ne dedin de ben sana o kadar hakaret ettim?!. İllâki elini-ayağını öpeceğim. Benim aklım başıma geldi. Affet beni, ne olur!”

Arkadaş;

“Tamam, ben seni affettim.” diyor. Fakat adam durmuyor:

“Yok, illâki ben senin ayağını öpeceğim.” diye ağlıyor, figan ediyor. Yaptıklarına pişman olmuş, dünkü adam gitmiş yerine melek gibi bir adam gelmiş…

Ben ellerimi kaldırdım:

“Yâ Rabbi, Sana şükürler olsun! Bu adamın böyle pişman olduğunu görmeseydim ben hayatım boyunca bu adama haksız yere buğzedecektim!” dedim.

Ya o tecrübeli hocamız sabrı tavsiye etmeseydi yahut ettiği hâlde ben dinlemeyip, adamın öfkesini daha da kabartsaydım… O zaman acaba pişman olur muydu?

O adamı nedamete getiren biraz da bizim gösterdiğimiz sabır ve olgunluktu. Belki bir müddet nefsimiz altta kalmanın, cevap verememenin sıkıntısını yaşadı, fakat bir süre sonra adamın öfkesi yatışınca, o da pişman oldu ve yaptıklarını telâfi edebilmek için yalvar yakar oldu. Aksi hâlde iki taraf da hac yoluna yakışmayacak bir öfke hâlinde memleketimize dönecek ve duamda dediğim gibi ömür boyu buğzedecektik.

Çünkü sabredip kavga etmemiştik ama kalbimizle tahammül gösterememiştik. Adamın pişmanlığını görünce kalbimizden geçirdiklerimizden de utandık. Demek ki, hiç kimseye hemen buğzedip, onu bir anlık hâliyle yaftalamamak lâzım geliyor. O andaki ruh hâli, bir başka zaman değişebiliyor insanda.

Cenâb-ı Hakk’ın da Sabûr ve Halîm ism-i şeriflerinin sırrı da böyle değil mi? İlk tökezleyişimizle ebedî hayatımıza hükmediverse hangi birimiz onun rahmetinden istifade edebilir?!. Tevbe kapısını, helâlleşme kapısını son nefese kadar açık tutmasa hâlimiz nice olur?

O hâlde bize düşen Cenâb-ı Hakk’ın, sabır gibi, rahmet gibi, affedicilik gibi, hilm gibi cemal sıfatlarıyla gönüllerimizi tezyin etmek… Bunu nefsimize kabul ettirdikten sonra, bu güzelliği yalnızca kendimize hasretmeyip, herkese hakkı ve sabrı tavsiye etmek…

Sabredenlerden ve sabrı tavsiye edenlerden olmamız niyazıyla…